Betül MEMİŞ: Sizin için “Grammy Avcısı” tanımını kullanıyorlar, bu ödüller size ne hissettiriyor?
Chris BOTTİ: Dürüst olmak gerekirse; bir müzisyen için Grammy, bir aktörün Oscar düşüncesinden farklı olarak, her gece sahnede olabilme ve performansını gösterebilme yeteneğidir. Gerçekten de başarılı konser turneleri olmayan ama Grammy kazanmış pek çok müzisyen var ve kendime baktığım zaman yıllardır aynı grupla sahneye çıkıyorum, dünya turu yapıyorum, her gece sahnede yeniden var olabiliyorum ve kendime diyorum ki; “İşte benim Grammy’im bu!” Kısaca; takdir görmek elbette hoş ama hayranlarım için sahneye çıkmak her şeyden çok daha kıymetli bir duygu.
B.M - İlk profesyonel konserinizi Frank Sinatra ile gerçekleştirdiniz, sonrasında “hayatımı etkiledi” dediğiniz Sting ve pek çok usta isimle aynı sahneyi paylaştınız. Bugün Miles Davis, Chet Baker gibi ustalarla kıyaslanıyorsunuz. Tüm bunların sizde karşılığı nedir?
C.B - Beraber çaldığım tüm harika müzisyenlerden ustalarla çalmanın nasıl bir şey olduğunu öğrendim ve bu da benim trompetime, kendine has, ağır ve zengin bir ses tarzı kazandırdı. Ve belirtmek isterim ki; kariyerimin büyük bir kısmını bana çok önemli fırsatlar yaratan Sting’e borçluyum. Pek çok yönden kariyerimi, Sting ile iki, üç yıl geçirdiğim turnede öğrendiklerimle yapılandırdım. Rahatlıkla söyleyebilirim ki; “beni, ben yapan şey” onun teşvikidir.
B.M - Caz festivallerinde cazcılardan daha çok popüler isimlere yer veriliyor; siz de pop caz kulvarında çalışmalar yapan bir müzisyensiniz, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
C.B - Cazın içinde pek çok farklı değişkenin olduğunu düşünüyorum. Benim düşüncem, caz gerçekten şu anda; daha sofistike ve daha yetişkin bir kitleye hitap ediyor. Fakat tüm bunların dışında, müzik türlerinde, etiketlerden sakınmaya çalışıyorum. Bence sadece iki tip müzik türü var: İyi mi, yoksa kötü mü? Veya insanlar müzikle ilişki kurabiliyor mu, kuramıyor mu? Önemli olan da bunlar değil mi! Ben de mümkün olduğunca çoğu insana dokunan ve ilişkilendirilebilir bir müzik yapmak istiyorum.
B.M - Sahnede bir enstrüman ve siz; hem de trompet... Dinleyicilerinizin müziğinizi yeterince anlayabildiklerini düşünüyor musunuz?
C.B - İşin komik tarafı, hâlâ benim şovumu izlememiş çok samimi arkadaşlarım var ve bu İstanbul konserinde onların bölgesinde çalıyor olacağım. Onları da davet edeceğim. İnsanların bana; “Sadece sen ve bir trompet mi?” diye sordukları gün, kariyerimin tamamen birer birer insanları kazanmak üzerine kurulu bir mücadele olduğunu hissettim. Herhangi bir izleyici, sahnemi gördükten sonra müziğin bütün kapsamını anlamış, yakalamış oluyor. Ve yanıma gelip; “Aman Allah’ım bütün şov boyunca ağladım” veya “Hayatımda böyle bir müzisyenlik görmedim, bu çok eğlenceliydi” diyor. İnsanlar trompet çalan birisinden ne ummaları ve beklemeleri gerektiğini bilmiyorlar ve bu da kat etmem gereken yolu çok daha dik hale getiriyor.
B.M - İstanbul konserinizde dinleyicileri ne gibi sürprizler bekliyor?
C.B - Eski kayıtlardan son albüm “Impressions”a kadar çok farklı eserler çalacağız. Daha da önemlisi günümüzün bütün müzik türlerinde çalabilen, en iyi müzik gruplarından birisini izleyecekler sahnede. Cazdan rock’a ve klasik müziğe kadar pek çok farklı sound duyarak harika vakit geçirecekler. Ayrıca “Botti in Boston” özel gösterimimden iki misafirim olacak; vokalde Sy Smith, kemanda Lucia Micarelli.