Kültür, toplumun tarih içersinde oluşturduğu, geliştirdiği, farklılaştırdığı ve günümüze kadar getirdiği sosyal mirası oluşturur. Geçmiş kuşakların ürünü olan bugünün kültürü, günümüz insanının tecrübelerine göre değişir ve zenginleşir. Toplumların hayat tarzı ve biçimini belirleyen unsurlar toplumdan topluma değişiklik gösterir. Toplumlar arasındaki kültür değerleri farkı, milli kültürü oluşturur. Milli kültür dil, belirli hayat anlayışı ve sanat gibi belirli ana unsurlar etrafında toplanmıştır.
Sanat, insan ve toplumla çok sıkı ilişkisi olan toplumsal bir müessese ve canlı bir kültür koludur. Geniş bir etki sahası vardır. Çünkü sanat fertlerin zekasına hitap ettiği gibi, gönüllerine de hitap eder. Sanat, milletlerin hayatında duygu ve düşünce birliğini sağlayan önemli bir unsurdur. Sanat eserlerinin ortaya çıkışları ve gelişmeleri, yaratıcı kudret ve zekanın yanında, derin bir bilgi ve teknik ister. Kültürün en önemli kollarını oluşturan güzel sanatlar içersinde müziğin, çok müstesna bir yer oluşturduğu, herkesçe kabul edilen bir görüştür.
Her şeyden evvel bilinmelidir ki müzik ses aracılığı ile yapılan sanattır. Müziğin oluşumunu sağlayan ana unsur olan ses iki şekilde oluşur: insan sesi ve çalgı sesi. Bu sesler ayrı ayrı müziği meydana getirebilecekleri gibi birlikte de kullanılırlar. İnsanoğlu çalgıları oluşturmadan çok evvel, doğrudan doğruya bizzat sahip olduğu sesle müziği keşfetmiş ve devam ettirmiştir. Müzikte çalgılardan faydalanma çok daha sonraları olmuştur. İnsanoğlu tabiattan ilham alarak ve güzeli kavrayışı nispetinde müziğini de çeşitlendirmek ve zenginleştirmek istemiştir. Sesinin eşliğine vermek ihtiyacını duyduğu iptidai çalgıların imkanlarını genişletmek istemiştir. Böylece insan sesinden sonra müziğin asli unsuru olan çalgı, müzikte etkin yerini almıştır. Zamanın akışı içinde sözlü müziğin yanı sıra sözsüz (enstrümantal) müzik de doğmuştur.
Tarihin derinliklerine doğru inildiği zaman her toplumun çeşitli çalgılar oluşturduğunu ve bu çalgıları geliştirerek günümüze kadar taşıdıklarını görüyoruz. Türklerin tarih sahnelerine çıkmalarından beri müzikle iç içe olduklarını biliyoruz. Türklerin zengin bir müzik kültürüne sahip olduklarını, Eski Uygur Medeniyeti'nden kalan sanat eserlerinde görülen müzik aletlerinin çeşitliliğinden anlıyoruz. Eski Çin kaynaklarında Türklerin müziği çok sevdiklerini, elçilerin şerefine müzik gösterileri düzenledikleri, gittikleri yerlere beraberlerinde çalgılarını götürdüklerini görüyoruz.[1] Tarih boyunca Türklerin kullandıkları çalgıların tespiti geniş araştırmalar gerektirmektedir. Zira Moğolistan'dan, Doğu Türkistan'dan Mısır'a, Cezayir'e, Hindistan'a ve Doğu Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafya üzerinde Türk sanatına ilişkin izleri bulmak daima mümkündür.[2] Türk kültür tarihinde önemli bir yeri olan müzik alanı incelendiğinde, Türklerin çok çeşitli çalgıları kullanmış olduğunu görürüz. Yapılan incelemeler Anadolu'da bilinen 25 - 30 çalgıya karşı Asya bölgelerinde pek çoğu yaşayan 400'den fazla müzik aleti olduğu belirtilmektedir.[3] Bu kadar geniş bir çalgı yelpazesiyle yıllarca yapılan icraatın da sosyo-kültürel, tarihi ve sosyo-psikolojik etkilerinin de olacağı pek tabiidir.
Türklerin çok zengin bir müziğe sahip olmalarına karşın, bu mirası belgeleyen ve tanımlayan eserler oldukça azdır. Özellikle Türk çalgılarıyla ilgili ilmi ve kapsamlı çalışmalar eski dönemlerde olmadığı gibi, günümüzde de henüz istenilen düzeyin çok altındadır.
Avrupa'nın Rönesans'tan başlayan Aydınlanma Çağı, Batının kimlik kazanma çabasının en önemli aşamasını oluşturur ve bu süreci zamanımıza bağlar. Kendi varlığını araştırma ve kimliğini tanımlama konusundaki çalışmalar Doğu'da ise sınırlıdır. Bu nedenle Osmanlı tarihi, sanatı, kültürünün herhangi bir alanının aydınlatılması konusunda kaynakların yetersizliğinden söz edilir.[4] İşte Türk müziğinin de bu bağlamda tanımlama ihtiyacı, 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında özellikle Batı müziğiyle tanışmasından sonra kendini göstermiş denebilir.
Çalgıların genel olarak ele alındığı ilim olan çalgı ilmi (organoloji), çalgıların ilkel şekilleriyle, günümüzdeki şekilleri arasında geçirdiği değişiklikler ve gelişim hakkında bilgiler verir. 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren organoloji, müzikçilerin, fizikçilerin, çalgı yapımcılarının ve etnologların uğraştıkları gerçek bir ilim olmuştur.
20. yüzyıla gelinceye kadar meşk sistemiyle aktarılan Türk müziği, ağırlıklı olarak sözlü müzik kapsamında şekillenmekte ve çeşitlenmekteydi. Dolayısı ile daha çok sese eşlik aracı olarak görülen çalgılarımızın gelişimine yönelik çalışmalara ihtiyaç duyulmamıştır. Batıda ise çalgıların gelişiminde sistemli bir çalışma süreci söz konusudur.
Türk çalgılarında yeni çalgı icatları ve adaptasyon denemeleri hususunda çok sınırlı birkaç çalışmadan söz edilebilir. Bunlardan en önemlisi 1930'Iu yıllarda H. Sadettin Arel'in öncülüğünü yaptığı klasik kemençenin geliştirilmesine yönelik kemençe beşlemesi üzerine yapılan çalışmadır. Arel, Batı müziği yaylı çalgılar ailesini örnek alarak çeşitli boylarda kemençe projeleri önermişti. Ancak bu çalışma sonucu yapılan çalgılar bir müddet icra edildikten sonra benimsenmedi ve kalıcı olmadı. Fakat aynı özelliklerde olan dört telli klasik kemençe, 1975-76 yılında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda Cüneyd Orhon öncülüğünde eğitim ve öğretimde yer almış ve günümüzde de benimsenmiştir. Ancak bu kemençenin ince teli olan LA telinden henüz istenilen nitelikte ses alınamamaktadır.
Her kültür sürekli değişim içindedir. 21. yüzyılda Türk müziğinin nasıl anlaşılacağı üzerinde düşünür ve buna göre üzerimize düşen görevleri algılayabilirsek, Türk müziği çalgılarının da buna paralel olarak gelişim sürecini sağlıklı bir şekilde sürdürmesi gerekliliğini anlarız. Çünkü geleceğin müziği bu günkü müzikten farklı olacaktır. Bu bakımdan gelecekteki nesillerimizin sağlam köklere tutunabilmeleri için mevcut eksikliklerimizin bir an önce giderilmesi zorunludur. Türk müziğinin gelişiminde ve dünyaya açılımında çalgı müziğinin (enstrümantal), lokomotif görevi yapacağı muhakkaktır. Bu bakımdan çalgı müziğimizin gelişmesi ve virtüözlük (çalgı icrasındaki virtüözite) anlayışının yerleşmesi gerekir. Çalgıların gelişimi çalgı müziğiyle bağlantılıdır. Çalgı müziği ve çalgılar, müziğe yeni bir öz kazandıran ve yön veren bir etkileşimin sonuçlarını sergiler. Çalgı müziği, çalgıların gelişimi ölçüsünde hareket alanı bulur. Daima daha iyiyi ve yeniyi bulma arzusu ve çalışmalarını sürdürmek ve çağın demişim sürecini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek, çağdaşlığı ve dinamizmi korumanın temel bir şartıdır.
Türk müziği çalgılarına bakıldığında genel olarak sorunların olduğunu görürüz. Türk müziğinde çalgıların standardizasyonu ve yeni tasarlanabilecek çalgı ihtiyacının sınırları çalgı müziğimizin gelişmesine bağlı olacaktır. Ancak, asırların süzgecinden geçerek günümüze kadar gelen ve ihtiyaçlar doğrultusunda değişikliklere uğrayan çalgıların, sağlıklı bir gelişim sürecinden geçmeleri gerekir. Bu nedenle çalgı yapımcıları ve icracıları ile bestecilerin müşterek çalışmaları önem taşır.
Ülkemizde kullanılan çok sayıda çalgılarımız var. Ama bunların hiç biri fiziksel olarak incelenmiş değildir. Türk çalgılarında genel olarak tel sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Telli çalgılarda, tellerin yapıldığı maddenin yapılış biçimi, gerginliği, çıkan sesin niteliğini etkilemektedir. Çalgıda sesin niteliğinin, perdesi, gürlüğü ve tınısıyla belirlendiğini biliyoruz. Telli çalgılardaki ses kutusu (rezonatörler) perdeyi pek etkilemez, gürlüğü ise çok arttırır (zaten başlıca görevi budur). Ayrıca, sesin tınısını da önemli ölçüde değiştirirler. Böylece, sesin niteliği değişmiş olur. Her çalgı grubunda sesi etkileyen pek çok faktör vardır. Bu nedenle, yapılacak olan yeni çalışmalarda bir çok etkeni dikkate almak gereklidir.
20. yüzyıl öncesinde çalgıların gelişim sürecinde akustik bilgilerden hemen hiç yararlanamamıştır. Gelişme daha çok, deneme yanılmaların ve yapımcıların sezgilerinin ürünüdür. Günümüzde ise teknolojinin getirdiği imkanları kullanarak daha bilinçli sonuçlar almak mümkündür.
Dünyada biçimleri değişik, çeşitli maddelerden yapılmış, çeşitli şekillerde çalınan pek çok çalgı kullanılıyor. Bu çalgıların dayandıkları ilkeler çok azdır. Çalgılarda sesi oluşturan ya bir teldir, ya bir hava sütunudur, ya bir zardır veya levhadır.
Kemençe yay ile çalınan bir çalgıdır. Yay ile titreştirilen bir telin hem çift hem de tek selenleri içeren zengin bir ses verdiğini biliyoruz.[5] Telden ve dolayısıyla çalgıdan belirli bir frekansta bir sesi elde etmek için yaydan tele aktarılması gereken minimum enerji miktarı her ses için aynı değildir. Bazı sesleri elde edebilmek için tele daha fazla enerji aktarmak gerekir. Yani çeşitli sesleri elde edebilmek için farklı yaylama kuvvetleri gerekmektedir. Yaylı çalgılarda yayın standartları ve özellikleri, icracı için büyük önem taşımaktadır. Çünkü yayın dengesi ve istenilen özelliklere sahip olması, icracının istediği teknikleri rahat bir şekilde uygulamasına imkan sağlar.
Batı yaylı çalgıları için kullanılan yaylarda kılları gerdirme mekanizması bulunmakta olup yayların boyları, ağırlıkları ve ağırlık merkezlerinin standartlaştırmasının yanı sıra, icracıların tercihlerini karşılayacak özelliklere sahip yaylar da mevcuttur. Türk yaylı çalgılarında kullanılan yaylarda ise gerdirme sistemi olmadığı gibi standartları yönünden de belirleyici kriterler oluşturulmamıştır.
Mevcut kemençe yayının karakteristik özelliklerini dikkate alarak yaptığım uzun çalışmalar sonucunda klasik kemençe için tasarladığım, ancak Türk yaylı çalgılarının hepsinde kullanılabilecek olan "Gerdirme Sistemli ve Ayarlı Kemençe Yayı" başlığı ile patentini almış olduğum yay, icracılar için oldukça önemli olan kılların gerdirilmesini sağlayan sisteme sahip olmasının yanı sıra önemli ayarların da yapılabilmesine imkan sağlamaktadır. Yayı tutmak için, yayın tutma kolu olarak tabir edebileceğimiz başlangıç kısmında, baş parmak ve işaret parmakları arasında yay çubuğunu tutarken, orta parmak, yay çubuğu ile kılların arasında tutulmaktadır. Dolayısıyla yay çubuğu ile kılların arasındaki boşluğun, icracının parmak kalınlığı dikkate alınarak oluşturulması gerekir. Tasarlamış olduğum bu yayda, icracı, kendi parmak kalınlığına göre boşluk mesafesini çok kolay bir şekilde ayarlayabilmektedir. Ayrıca, icracının orta parmak baskısı ile kıllara yapmış olduğu yaylama kuvvetlerine büyük avantajlar getiren yay tertibatı bulunmaktadır.
* \ Yayın boyu 60cm, 63cm ve 66cm olarak üç ayrı boyda; ağırlığı ise ,55 gram ile 65 gram arasındaki seçeneklerle yapılabilmektedir?» Kılların çok muntazam bir şekilde bağlanması ve kıl değişiminin çok kolay bir şekilde" yapılması sağlanmıştır. Yayın ağırlık denge hesapları yapılmıştır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Türk yaylı çalgıları için tasarlamış olduğum yay, Türk çalgılarının gelişimine yönelik, büyük bir adım oluşturmuştur.
Çalgılarımızın yapımında sanatsal boyutunun yanı sıra, çalgılarımızın projelendirilmesi, standartlarının tespiti, fiziksel incelemelerinin yapılması, çalgılarımızın geliştirilmesi ve yeni çalgı tasarımları konularında çalışmalar yapılmalıdır. Çalgıların gelişimiyle ilgili çalışmalarda nelerinin yapılacağını iyi tespit etmek gerekir. Çalgıda yapılacak değişiklikler, çalgının genel karakteristik özelliklerini bozmamalıdır. Çalgılarımızla ilgili bu tür çalışmaların yapılacağı özel birimler oluşturulmalı ve çalgı yapımcıları ile icracıların müşterek çalışmaları sağlanmalıdır. Bu merkezlerde çalgılarımızın mevcut durumları gözden geçirilmeli ve ihtiyaç duyulan çalgılarda gelişime yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Bu doğrultuda deneme üretimleri yapılarak test edilmelidir. Böylece çalgılarımızla ilgili gelişim sürecinin hız kazanmasının yanı sıra, çalgılarda yapılacak olan değişikliklerin benimsenmesi ve yaygınlaşması daha kolay olacaktır.
___________________________
* İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Görevlisi
[1] Wilhem Radloff, Kutadku Bilig, C.l, St Petersburg, 1890, s.LXVIII.
2 Oktay Aslanapa, Türk Sanatının Bütünlüğü ve Derinliği, Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1965, s.58.
3 Muammer Özergin, Türklerde Musiki Aletleri, İstanbul, Akbank Yayınları, 1983, s. 1.
[4] Bülent Aksoy, Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki, Pan Yayıncılık, 1994, s.9.
[5] Ayhan Zeren, Müzik Fiziği, Pan Yayıncılık, 1995, s.206.