Şimdi gündemde "Milli Müzik Konservatuarı" var. Start verildi. Yine kapalı kapılar ardında "yollar" çiziliyor. Hemen 200 yıldır çizildiği gibi…
Bu önemli çizimlerden bir tanesi olan "Cumhurbaşkanlığı Korosu" fikrini onların uygulamasından çok önce yazmış, beyan etmiştik. Devlet yetkilileri aramışlar, yazımızı istemişler, göndermiş idik. Kendi bildiklerini değil, geleceğimiz açısından bilemediklerini okumuşlar, işin kolaycılığına ve bilgi sahibi olmayan fikir sahiplerini ikna yöntemiyle dediklerini yaptırmışlar hazır bir koroyu "Cumhurbaşkanlığı Korosu"na dönüştürüvermişlerdi.
* * *
Görülmeli ki başarı, slogan söylem ihtiyaçlarının son yıllarda yapıldığı gibi, altı boş slogan söylemleriyle kendini öne çıkartan iyi niyetli danışmanların dediklerinin icraata dönüştürülmesiyle olmuyor.
Bunu birileri oldursa da olmuyor.
Politikacı siyasetçi ve de onların dudaklarına bakan yeni nesil bürokratlarımızın uyguladıklarının artık bir işe yaramadığı görülüyor.
Onlar ki yine de yapıyorlar.
Sonrasında "derin sessizlik".
Devamında ise:
"Giderek artan zaman kaybı ve verimsizlik."
Oysa iki ana fikir var dikkate alınması gereken:
1- Geleneksellik
2- Uluslararası ses olabilmek
Bunların ikisi birbirine hem zıt, hem de çok yakın.
İşte bu zıtlık ve yakınlık arasındaki bağ iyi kurulursa, bunların içi iyi doldurulursa ancak bir işe yarayacaktır. Ne zaman ki alt yapısı olmayan, geleceği göremeyen slogan söylemli insanlar peydah oldu, Türkiye'de müzik bozulmaya başladı. Bunu yakın tarihimizde gördük. Yaşadık.
* * *
Bunların hepsi geçti.
Şimdi gündem "Milli Müzik Konservatuarı"
Temennimiz o ki, yine aynı hatalar yapılmasın.
* * *
Bundan 7 (yedi) yıl önce 27 Ekim 2010'da kaleme aldığımız yazımızı paylaşmak istiyoruz:
“Geleneksel Türk* Müziği Konservatuarı” Kurulması Gereği… Dr. Ayhan Sarı
1828’de kurulan “Muzıka-i Humayun”u Batı Müziği eğitimi veren ilk
konservatuarımız olarak görmek mümkündür. Bu konservatuarın Avrupa ve Rusya
dahil birçok konservatuardan önce kurulmuş bir kurum olma özelliğini gözardı
etmememiz gerektiğini de belirtmeliyiz. (Örneğin İtalya’da 16.yy. Paris’te 1784,
Viyana’da 1817, Berlin 1822, Brüksel ve Madrid 1830, Leipzig 1843, Münih 1846,
Londra 1861, Petersburg 1862, Moskova 1866, Budapeşte konservatuarı 1874’de
kurulmuştur)…
O zamana değin akademik anlamda hiç konservatuarı olmamış bir toplumun bu işe
Batı Müziğiyle başlamış olması, üstelik de Avrupa’daki birçok devletten önce işe
koyulunması, ortaya ilginç bir durum çıkarmaktadır.
Bugün ülkemizde müziğe meraklı gençlerimizin bu yönde kendilerini
eğitebilecekleri dört ayrı türde, dört önemli “müzik eğitim kurumu”
görülmektedir :
1- Batı müziği Devlet konservatuarları.
2- Türk müziği Devlet konservatuarları.
3- Eğitim fakültelerinin müzik bölümleri.
4- Müzikoloji Bölümleri
Ölçüt alınabilecek dünya konservatuarlarında müzik eğitim türü kendi içlerinde
“Pop, caz vb. konservatuarları” şeklinde ayrılırken bu içerikler bizde “Türk
müziği, Batı müziği konservatuarları” şeklinde ele alınmış ve durum bugüne dek
süregelmiştir. Yukarıdaki üçgende görüldüğü gibi, eğitim şeklinde, müziğin kendi
içindeki türleri esas alınması gerekirken, -ağırlıklı olarak- bir ana tür olan
Batı müziği tercih edilmiş bu da beraberinde sanatsal müzik üreticisi ile
tüketicisi arasında uçurumların ortaya çıkması sonucunu getirmiştir.(1).
Politikanın her türlüsü Bakanlıklar’dan sokaklara dek yaşanıp/yaşatılırken,
hatta bu uğurda çıkarlar için birçok milli erozyona müsaade edilir hale
gelmişken, öncelerden beri eksikliği dile getirilen kültür politikamızın
bulunmayışı, sözkonusu erozyonun –sadece- bir parçası olmaktan öteye gidememekte
ise de kimi müzik kurumlarımızda görülen değişim, tekil yeni bir
oluşumun/kurumun gerekliliğini çağrıştırmaktadır: Her yönüyle geleneksel/otantik
sanatlarımız üzerine yoğunlaşmış “geleneksel Türk müziği konservatuarı” .
Müzik camiası olarak TBMM’ne üç vekil bile gönderememiş olmamız, “önerilerimizi
açıklayamayız” anlamına tabii ki gelmez. Sözkonusu öneri açıklamalarının geri
dönüşümünün kişiye olumlu şekilde yansıdığı söylenemez. Çünkü iyi, yerinde
önerileri bazı politikacı/siyasetçi uyanıklar kapıp kendi fikirleri olarak
büyüklerine sunar iken, yerer nitelikteki önerilerin, öneren kişinin başına
türlü belaları açması, politika ve siyasetin maalesef geleneği olmuştur.
Ülkemizde şimdiye değin kurulmuş bulunan konservatuar ve müzik okullarımız temel
müzik ve müzik eğitim sistemimizin oluşmasına katkı sağlamışlardır.
Ama artık görülmektedir ki “müzikal anlayış olarak ayrıntıya inen
konservatuar/müzik okullarına” ihtiyaç vardır.
Bunların başında da çalışma alanı tüm otantikliğiyle meradaki çobanın
kavalından, kahvedeki/düğündeki aşığın/müzisyenin tezenesine; Tanburi İshak
ekolünden, Necdet Yaşar’a, Alaeddin Yavaşça/Bekir Sıtkı Sezgin vs
üslubuna/tavrına değin “otantizm” olan eğitim şeklini müfredat programında
uygulayan/araştıran konservatuarımızın kurulması ihtiyacı gelmektedir.
Evet, bir adet “TÜMÜYLE GELENEKSEL” Türk Müziği Konservatuarı’nın kurulması
gereğinden söz ediyoruz. Mezunlarının eğlence piyasasında değil, Türkiye’deki cd
kayıt vs. dışişleri, diğer kültür kurumları etkinlikleri ve müzik okullarında
-geleneksel müziğimizi araştırma/öğretme/seslendirme amacıyla- çalışması
amaçlanan bir konservatuar.
Elin yabancı müzik araştırmacısı Anadolu’da sahada derlemeler yapıyor(yapsın
tabii ki ama…), ülkesine döndüğünde bunları aynen sahada derlediği gibi cd
olarak da yayınlayıp satışa sunuyor. Sonrasında ise biz bunları ithalden satın
almak zorunda kalıyoruz.
Trakya’dan Doğu Anadolu’ya, Uygur/Şincan Özerk Bölgesinden Balkanlara uzanan
kültür coğrafyasında tesbit edilmeyi, dünya insanıyla tanıştırılması, tadının
tattırılmasını bekleyen kökleri derin, dalları uzun bir kültür ağacımız ve
meyveleri bulunmaktadır.
Bu ağacın gölgesi bizlere verse verse ferahlık verir. Yoksa başka bir şey değil…
Geçmiş ve yaşayan kültürümüzün irdelenmesi, tesbit edilmesi, geleceğe
aktarılması gittikçe yalnızlaşan dünyamızda ayrıntılardaki hoş sadanın açığa
çıkmasını sağlıyacaktır.
Geleneklerin yaşamasının bölünmeye sebebiyet vereceğinden kimsenin korkmaması
gerekir.
Gelenekteki otantizm yeni neslin yaratıcılığına doyumsuz ilhamlar sağlayabilir.
Avrupalılaşmak(!) demek kültürel açıdan Fransa haline gelmek demek değildir.
Tıpkı onların “dünyalılaşmak uğruna yok ettikleri kültürlerinin” özlemini
şimdilerde başka ülkelerin kültürlerini destekleyerek tatmin etmeleri gibi…
_________________________________
(*) “Türk müziği mi / Türkiye müziği mi ” travmasını da aşacağız elbet…
(1) Ayhan Sarı “Türkiye’de Müzik Eğitimi Veren Kurumlar Üçgeni”; “Müzik
Türlerinin Eğitimdeki Yeri” Simpozyumu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih
Eğitim Fakültesi, Müzik Eğitimi Bölümü, 26-28 Haziran 1993, Trabzon
___________________________________
Bkz: ( http://www.musikidergisi.net/?cat=42&paged=4 )