Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı? Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun?
Fırat Kutluk - İkinci sorundan başlayalım, kesinlikle vermiyorum. Özellikle internette dolanan psikolog ve psikiyatristlerin bu konudaki saçmalıklarına alternatif bir şey değil bu kitap. Ya da amatör müzik yazarlarının ahkamlarına bir yanıt falan değil derdim, onların hiç birini ciddiye almam mümkün değil çünkü. Müzik dinlemenin yüzlerce nedeni var, onlarca müzik dinleme modeli var ve dinlemede yaşadığımız, hissettiğimiz şeyler çok çeşitli. Bu konudaki parametrelerin çokluğu ürkütücü inan. Kitabın çıkış noktasını 2005 civarı başladığım ve “Müzik Beğenisinde Kültürel Etkenler” ve “Müzik Beğenisi Ölçülebilir mi?” sorularıyla yola koyulduğum bilişsel alandaki çalışmalarım oluşturuyor. Bu çalışmaları olmaları gerektiği gibi disiplinlerarası bir yapıda yürüttüm. Onlarca lisansüstü öğrenciye akademi yolu açan bu süreçte, nöroloji, radyoloji, biyofizik, biyoistatistik, müzik teknolojisi gibi disiplinlerdeki arkadaşlarımla çalıştım. Diğer bir neden özellikle 30’lu yaşlarda yaşadığım ve hissettiğim şeylerin yalnızca beni değil müziğimi de etkilediğini gördüm. Aklıma gelen sorular üzerine düşünmeye başlamam ise 2000’leri buldu. Müzik beğenimdeki çalkantılar, sevdiğim isimlere ve müziklere bir süre sonra katlanamadığımı farketmem, müzik beğenisinin karmaşık dokusu üzerine yoğunlaşmamı sağladı. Kısaca müzik beğenisi, algı, önyargı, uyum-uyumsuzluk, kültürel etkenler ve daha bir çok konu üzerine araştırma soruları hazırlandı ve çalışıldı. Her soru ya da bulduğum her yanıt yeni bir soruyu gündeme getirdi, yeni alt alanlara dalma gereksinimi doğdu. Müzik Algısı, Müzik ve Duygular, Müzik Tercihi, Müzik Beğenisinin Değişimi, Müziğe Entelektüel Bakış, Müziği Dinlemek, Müziği Tüketme gibi. “Neden Müzik Dinleriz?” başlığının kitaptaki tüm bu konuları kapsadığını düşündüm. Değilse başta söylediğim gibi bu kitabı okuyan biri, müziği neden dinlediğinin yanıtını alamaz, olsa olsa müzik üzerine biraz daha kafa patlatmasını sağlar.
A.S. - Kitabın yazılış öyküsü, müziğin insan hayatındaki yeri temelli...
F.K. - Bir şey daha var. Akademi, çalışmalarını toplumla paylaşma ya da farklı bir anlatıyla topluma sunmak adına farklı bir dil kullanma konusunda yıllardır kendi içinde tartışır. Kimi zaman bu konu “toplumdan uzaklaşma” boyutunda ele alınır, kimi zaman bir akademisyen için “halk için bir şey yapmadığı” vurgusu söz konusudur. Kendi adıma bunu “ara sıra” yaptığımı düşünüyorum ama çoğu konu ve alanın üniversite içinde kalması kaçınılmazdır. İngiliz müzikolog Philip Tagg, bu konuda çok imrendiğim çalışmalar yaparak beni her zaman etkilemiştir. Yolladığı bir videoyu açtığımda gece yarısı mutfağında yaptığı tonalite üzerine 10 dakikalık bir tartışmayla karşılaşırım ve konu üzerine kaçınılmaz olarak düşünmeye başlarım. Phil’in benim “asla yapmam, yapamam” dediğim kapsamlı çalışması Music’s Meanings, a Modern Musicology for Non-musos başlıklı 700 sayfalık kitabı, ustanın gerekli gördüğü konular üzerine kaleme aldığı bir rehber özelliği taşır. Ben böyle bir kitap yazabilir miyim? İlk yanıtım kesinlikle “hayır” ancak iki yıl önce besteci biyografisi yazma önerisine de gülerek aynı yanıtı vermiştim, şu an ortada tüm haşmetiyle bir Beethoven biyografim var. Eğer söz konusu müzikse, insan yaşamında bu denli yeri olan başka bir şey yoksa herkesi ilgilendiren müzik algısı, beğenisi ve tercihi, kültürel sınıf, müziği dinlemek konusunda bir şeyler yazılabileceğini düşündüm. Müzik-beyin-duygular üzerine epey sözüm olduğunu gördüm. Bu da kitabın yazılış öyküsü için bir etken oldu.
A.S. - Kitabın bölüm başlıkları da oldukça ilginç. Müziği dinlemek, müzik yapıtına entellektüel bakış ya da Bach neden iyidir?
F.K. - Müzik dinlemek kısaca bambaşka bir şeydir. Bir kimlik inşası olarak dinlenir. Kimi yazarlar müziğin insanlığı oluşturan temel unsurlardan biri olduğunu söyler. Müziğin bireyi inşa eden etmenlerden biri olduğu bilinen bir şey zaten. Kültürel etki üzerinden müzik beğenisi değerlendirilir, “everyday listening” diye bir olgu çıkar, müzik ürününün, onu yaratan ve dinleyen bireyleri yansıttığı ve bu boyutuyla temsil ettiği ileri sürülür. Bunların tümü doğru kuşkusuz. Müziğin insan yaşamındaki müthiş yeri tartışılmaz. Bir çok çalışmada karşımıza çıkan sınıfsal ayrım tanımlamasında müzik de kendisine yer bulur. Müzik türleri insanlara farklı kimlikler verir ve farklı toplumsal gruplara sokar. Bunu hafıza, duygu, mekan, ruh hali gibi unsurlar izler. Müzik beğenisinin değişkenleri masaya yatırılır. Bir müzik türünden hoşlanmamızın nedenleri üzerinde farklı disiplinlerde çalışılır. Burada da karşımıza yine çok sayıda neden çıkar. Müzik dinlemek de farklılaşır. Müziğin yapıldığı yerler farklılaşır, pandemi ya da yeni medya gibi etkenler müzik dinleme ya da yapmayı farklı boyutlara taşır. Yeni müzik türleri ortaya çıkar, demografik yapı değişir, teknoloji zaten tüm haşmetiyle her şeye yön veren unsurlardan biri.
Müzik Dinleme modellerinden de söz ediyorsun, pek değinilen bir konu değil bu yanılıyor muyum?
F.K. - Hiç değinilmez. Oysa bu konu gittikçe gözdeleşen ve müzik profesyonellerinin de üzerine eğilmesi gereken bir konu. İki doktora öğrencimle bu konuyu çalışıyoruz şu sıralar. Yeni dinleme biçimlerine “dikkatli dinleme, çözümlemeli dinleme, eleştirel dinleme” türü adlandırmalar yapılır. Buna “dinleme modları” ve “dinleme durumları” eklenir. Gündelik dinleme, müziksel dinleme, eleştirel dinleme ve daha birçok adlandırma, yeni çalışmalarda karşımıza çıkmaya devam etmekte. Bir şeyi vurgulamakta yarar var: müzik dinlemek yaşamın her anında ve her yerde olan müthiş bir etkinliktir. Bireyseldir, kolektiftir, kültüreldir, kimi zaman toplum içindeyken kulaklığınızla kendi özel anınızı yaratabilirsiniz. Dolayısıyla her dinlemenin kendine özgü bir yapısı vardır.
A.S. - Johann Sebastian BACH neden iyidir?
F.K. - Ya bu da öylesine kolayca verilecek bir yanıt değil. Yıllar önce bir doktora dersinde batı sanat müziğine yabancı bir öğrenci sormuştu bu soruyu. Altı partlı envansiyon yazan ya da üç partı farklı ezgilerle 10 bölüm halinde ve bunu 50 dakika sürdüren başka biri yok diye yanıtlamıştım. Yani pragmatik ve basit bir çözüm olarak bunu söyledim. Ne kantatlarından söz edebilirsin o sınıfa, ne Bach’ın yaşadığı dönemin yapısından ne de barok dönemde müziğin dolaşımından. Bu biraz bir önceki bölümde sözünü ettiğim bir konudan yola çıktı. Yani müziğin sanat olma durumundan. Benim özelimde ise Bach kuşkusuz hala en iyidir. Bunu tümüyle değerlendirerek söylüyorum yani yaşadığı dönemin toplumsal yapısı, bestecinin konumu, yaşayabilmek için verdiği mücadele ve finalde elbette yapıtları. Bugüne değin kimse 80 numaralı kantat gibisini yazamadı. Onun için kendimce ustaya bir saygısunuş benimki.
A.S. - Çok iddialı ve tartışmalara neden olacak bir alt bölüm var kitapta: “Bu Müzik Alman’dır ve Hep Alman Kalacak!”
F.K. - Batı sanat müziği incelemesinin temelinde müzikolojinin Almanya’da kurulması ve ilk önemli çalışmaların Alman besteciler üzerine odaklanılması, yıllar sonra belirgin bir rahatsızlığa neden olur. Terminolojik olarak Almanmerkezcilik ya da Germen olarak ifade edilebilir. Oysa öne çıkan isimlerin tümünün Alman olması tek kelimeyle “doğal” ya da “kaçınılmaz”dır. Yeni bir tartışma başlar. Bu müzik Avrupa müziği midir yoksa Alman mı? Rönesans’tan başlayan ve onu izleyen dönemler boyu İtalya, Fransa ve İngiltere’nin hiç mi etkisi olmadığı, bu müziğin bu ülkelerde yaşamadığı mı sorusu ortaya atılır. Alexander Ringer, Willi Apel, Don Randel gibi Amerikalı müzikologlar, bu konuya en yoğun itiraz edenlerin başında gelir. Ben de Ringer ve Apel’ın Alman asıllı olduğunu vurgulayarak buna gülerim. Bu isimler Dahlhaus’un Romantik dönemi konu edinen önemli çalışması 19. Yüzyıl Müziği (Die Musik des 19. Jahrhunderts) başlıklı kitabının bir Alman müzik tarihi kitabı olduğu iddia edilir. Ya da tarihe fazla Alman bakışlı olduğu söylenir. Aslında ortada bir sorun falan yoktur ve yapılacak şey, bir müzik tarihi uzmanının yani Dahlhaus’un dönem atmosferiyle ilgili bir kitaba başlarken çalışması gereken isimlere göz atmaktır. Dönem bestecilerinin en çok etkilendiği Beethoven, onu izleyen ve senfoni geleneğini sürdüren Schubert ve Schumann, ardından Mendelssohn, piyano çalımına reform niteliğinde şeyler katan Liszt, bir başka piyano ustası Chopin, operadaki söylemleriyle Wagner, bir oda müziği ustası Brahms. Yukardaki sekiz ismin altısı Alman’dır ama müzik tarihiyle birazcık haşır neşir olan herkes Liszt’in Wagner’le birlikte Yeni Alman Okulu’nun öncülerinden olduğunu bilir. Kısaca romantik dönem Alman’dır; tıpkı klasik ve barok dönemin Alman olmaları gibi. Böyle bir durum yalnızca Rönesans’ta söz edilemez. Durum bu kadar açık seçik ve basittir. Değilse bunu söylerken Fransızları ya da Rusları devre dışı bıraktığım ya da önemsemediğim anlamına gelmiyor. Bir Ravel’i ve Borodin’i saymamak olası mı?
A.S. - Yeni kitap projesi var mı?
Elbette ama söylemiyoruz tabi.
A.S. - Bekliyoruz, iyi çalışmalar, teşekkürler