Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin (TSYD) İstanbul'un en lüks semtlerinin birinde oldukça geniş bahçeli, adeta piknik alanı gibi bir dernek tesisleri vardır. Temennimiz, daha geniş mekanlarının olması tabii ki. Mesleki bir muhakeme, karşılaştırma içine giriyoruz:
"Spor yazarları - müzik yazarları" şeklinde.
O muhitten her geçişimde bir spor-müzik karşılaştırması beliriyor. Bu iki büyük alanın halk tarafından kullanımı neredeyse eşit olmasına rağmen spor tarafının uğraşanlarının gelirleri daha insancıl ve makul. Müzikte ise daha az hele müzik yazarlığı bilâücret, yani ücretsiz yapıldığı gibi üniversitede titr kapma uğraşında olan müzik uğraşanları yazılarının yayınlanması için üste para bile veriyorlar.
Spor yazarları ferah, müzik yazarları ise bırakın böyle sosyal mekan imkana sahip olmalarını, para gelirleri bile sözkonusu değil.
İstanbul'un en lüks semtlerinin birinde oldukça geniş bahçeli, adeta piknik alanı gibi bir dernek tesisleri bulunan Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD), ilk başkanları Adnan Akın'dan, Nezih Demirkent'e, Burhan Felek'e ve geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Halit Kıvanç'a değin birçok ünlü ismin başkanlık yaptığı yasal manada diğer derneklerden farkı olmayan bir STK. 1963 yılında kurulmuş ve o yıldan bu yana her yıl periyodik olarak -genelde üç büyük futbol takımından birinin kazandığı- TSYD Kupası turnuvalarının düzenleyicisi.
Adının önünde Bakanlar Kurulu kararıyla verilmiş "Türkiye" ibaresi var. Spor muhabiri, yazarı, foto muhabiri, televizyoncusu, internet yazarları, kameramanlarının üye olduğu güçlü bir meslek kuruluşu. Türkiye çapında 1700 üyesi, 11 şubesi ve 81 il temsilciliği bulunuyor. Türkiye'deki gazetecilerin spor müsabakalarını izlemesiyle ilgili her türlü organizasyon ve girişimini yapmak yetkisi dahil, tüm stadyumlardaki basın tribünlerinin kontrolünü sağlar. Aynı zamanda Gençlik Spor Bakanlığı, Spor Genel Müdürlüğü ve federasyonlar ile uyum içinde çalışma prensibi vardır. AİPS (Uluslararası Spor Basını Birliği)’nin Türkiye’deki temsilcisi kimliğinde olup Levent'deki dernek binası alanı içinde bulunan tesislerde spor branşlarıyla ilgili çeşitli spor kursları düzenlenmektedir.
Bilmem fotoğraf gözünüzün önünde canlandı mı?
Tabi ki müzik ve sporun toplum içindeki ortak kullanım oranı...
Her ikisi de toplum içinde kendisine ilgi duyan veya bizzat uğraşı alanı içinde olan geniş insan topluluğunu barındırıyor.
Hemen bir soru geliyor aklımıza:
"Spor izleyen mi, müzik dinleyen mi daha çoktur" diye?..
Müzik insanı olarak -oldum olası- spor ile müzik sanatını elime "veri" geçtikçe karşılaştırırım.
Spor ve müziğin birbirine olan Türkiye'deki oranını ve de çalışanlarına getirisini lütfen sizler de karşılaştırınız. Sözün burasında müzik telif hakları konusunda Avni Anıl'dan Orhan Gencebay'a, MESAM Yönetim Kurulu Başkanı Recep Ergül'e, verilen mücadeleler akla geliyor.
Müzik Türkiye'de herkesin iç içe olduğu ama telifinden, müzisyen ücretine saygı duyma geleneğinin, terbiyesinin oluşturulmadığı bir meslek. Herkes müziği bedava dinletme/tüketme peşinde. Bunda tabii ki kuşkusuz en büyük pay müzik uğraşanlarının.
* * * *
Kasım (2022) ayının son hafta sonu TSYD'nin Levent'teki tesislerinin önünden geçerken zihnimde sorular uçuşup durdu:
Niye "Türkiye Spor Yazarları Derneği" vardı da, "Türkiye Müzik Yazarları Derneği" yoktu?
Niye Müzik Yazarları, Spor Yazarları gibi yüksek statü ve gelir seviyesinde değildiler?
Üstelik müzik piyasasında bu kadar para dönmekte iken.
Türkiye; nüfusuyla, müzik üreticilerine büyük bir telif geliri sağlaması gerekirken günümüzde temin edilmesi gereken gelirin ancak yüzde 35'i müzik üreticilerine müzik meslek birlikleri vasıtasıyla aktarılabiliyor. Bu oran çoğu Avrupa ülkesinde % 85.
Müzik yazarlığı mesleğini, uğraşanlarını düşünüyoruz ve beraberinde İstanbul'un lüks semtinde binlerce m2 alanda faaliyet halinde, milyonlarca lira gelir getiren, aynı zamanda üyelerine ferah bir sosyal yaşam sağlayan bir tesise sahip TSYD gibi, alanı milyonlarca kişiye uzanan müzik yazarlarının hali, durumunu...
Evet, halk arasındaki ilgi oranı birbiriyle bu kadar benzeşen iki ana sosyal uğraşı alanının yazarlarının arasında bulunan o büyük uçurum. Müzik yazarlığının adının bile geçmediği bir ortam, solunan, nefes almaya çalışılan bir atmosfer.
Spor yazarının yediği önünde, yemediği arkasında iken müzik yazarının henüz adının bile anlımayacak durumda olması düşündürücü.
"Yazarın işlevi nedir, bu işlevin seslenim alanı ne kadardır" soruları yanıtlanması gereken sorular arasında...
Hala mesleğini profesyonelce, yani geçimini, sosyal statüsünü müzik yazarlığından sağlayacak bir müzik yazarlığı sisteminden söz etmemiz mümkün görünmüyor. Kültür Bakanlığı vb nezdinde çeşitli atraksiyonlar oluşturup parayı alan bir yazar olsa da o da çok ender görülen bir durum. İstatistiğe bile girmez. Eski dergiler, hatta günümüzde "Musiki Dergisi" giderlerini sahiplerinin ceplerinden karşıladılar / karşılıyorlar. Pop müzik dergileri para kazanma amacıyla çıktılar tabii ki ama onlar da öyle çok paralar kazanmadılar.
Avrupa müziği alanında kendini gösteren iki dergi ise konser salonlarına çıkardıkları kendi sanatçılarının reklamını yapmakla idare edebiliyorlar. Yazarlarına bir ücret ödemek, ekstra bir avantaj sağlamak henüz düşünce alanlarına girmedi.
Bu küçük pasta, zaman zaman minik kavgalara sahne olmuyor da değil. Biri kendisinin olmayan, kendisine gelir sağlamayan sanatçıyı dışlayıp aleyhinde çalışırken diğeri, alandaki kısır döngü yetmezmiş gibi, bir de bununla mücadele etmek zorunda kalıyor. Sanatçının, sanatçı adaylarının düştüğü çaresiz durumu varın siz tahayyül edin.
Spor yazarları bu denli refah içinde yüzerken, aynı seslenim alanından daha büyük bir kitleye sahip müzik sanatının yazarlarının esamesi bile okunmuyor.
Neden?
Müziğe hizmet eden, destekleyen dallar Türkiye'de henüz meslek sayılmıyor maalesef. Örneğin çalgı yapımcıları yasal manada hala marangozlar sınıfına giriyor. Organizatöründen, tonmaysterine, müzik kütüphanecisine, müzik sahne amirine vs alt meslek dalları resmi statüsünü kazanamamış.
Müzik deyince açık hava konserlerinden salon konserlerine, bestecisinden söz yazarına, icracısından solistine, ses kayıt tonmaysterinden konser tonmaysterine, sahne ışıkçısına hatta çalgı yapımcısına değin birbirine bağlı büyük bir ağ.
Görülmüyor.
Sözkonusu alanda daralma giderek artıyor.
Müzisyen single'ından, albümüne, lansman konserine ve sonrasına tanıtım & yazı bekliyor.
Müzik yazarından medet umuyorlar.
Müzik yazarı mesajı almıyor.
Müzik yazarı yetişmiyor.
Müzik yazarı camiada destek bulmuyor.
"Müzik işçisi" mezun eder duruma kadar düşmüş Türkiye'deki müzik okullarının yöneticileri "müzik yazarı" yetiştirmeyi düşünce alanlarının içine almıyor.
Mezununu hayata "müzik işçisi" olarak attığının henüz farkında bile değil...
* * *
Türkiye'de müzik sektörü, spor sektörü gibi kendisine fayda sağlayacak müzik yazarları sistemini kuracak bilinç ve yapıyı kuramadı.
Oysa kültürel coğrafyamız içindeki büyük pastayı görmemek mümkün değil.
Kendi gönül yağıyla kavrulan, az ile yetinen bir müzik dünyamız var.
Yazarını destekleyen, mezununun nasıl para kazanacağının derdinde olan müzik okulları / konservatuarlar / müzik dünyası hayal ediyoruz. Dünyadaki müzik fuarlarından, Anadolu'nun en ücra köylerindeki müziği kalemine aktaran müzik yazarları sistemini kurmuş olan.
Kimbilir o zaman belki Kapıkule'den yurt dışına uzanan pencereleri, kapıları daha kolay açarız...
Unutmayalım ki:
Dünya'da bizimle gelişen, büyüyen Türk müziği rengi ile kültürümüze, sanatçımıza müzik uğraşanlarımıza daha büyük katkılar sağlarız.
. . .
Başarırız...