Klasik müzik kavramı insanlarda "tarih içinden süzülerek gelen kalıcı üst müzik değerlerini" ifade ediyor.
Öteden beri öykündüğümüz, örnek aldığımız, okullarımızda okuttuğumuz batıya ait klasik müzik tarihi var.
Doğu'nunki bölük pörçük.
Kendi sanat tarihimizi de batınınkini ölçüt almayla anlatım rayına oturtuyoruz. Artık kopyalamasak, kendimize özgü tesbitleri yazabilecek beyinleri yetiştirsek. Ama daha o yeterliğe gelemedik maalesef.
Bir yerlerden alıp "uyarlamak!" devam ediyor.
Biliyoruz ki müzik tarihimiz henüz yazılmadı. Demek ki yazabilecek yeterlikte müzikoloğumuz/müzik adamımız henüz yetişmedi.
Ya geleneksel müziğimizin 20.yy öncesi, klasik/romantik dönem bestekarlarımız...
Devlet Koroları olmasaydı klasik müzik tarihimizin bestekarlarını, o isimlerin bugün ne kadarını hatırlıyor olurduk?
Devlet Türk Müziği Koro ve Toplulukları olmasaydı, 1980'ler sonrasında bir bir kurulmaya başlamasalardı klasik müziğimizin durumu, yani klasik bestekarlarımızın hatırlanma derecesi acaba ne olurdu?
Klasik müziğimizin bugün itibarıyla elimizde tutabildiğimiz değerleri nedir dediğimizde 20.yy öncesi bestekarları cevabı geliyor otomatik olarak. Kuram, nazariyat, 24 ses, ana makam vs. bunların hepsi bir kenara müzik icraatta yaşıyor.
Bugün toplumdan öte müzik eğitimi görmüş görenler için bile çok uzaklaştırılan o bestecilerimizin kaçta kaçı hafızalarda yaşıyor? Dede Efendi'nin "Yine bir gülnihal"inden Mustafa Çavuş'un "Dök zülfünü" şarkısına değin...
Ve hepsinde olmasa da birçok konservatuarımız ve müzik okulumuzda kaçta kaçı öğretiliyor, mezun olduktan sonra öğrencide kaçta kaçı hatırlanıyor? Öğrenci kaçta kaçını topluma aktarabiliyor? Toplum kaçta kaçını kabul ediyor?
Bu soruya %10 oranı bile fazla gelir. Çünkü öğrenci mezun olduktan sonra bu bestekarlarımızı seslendireceği bir ortamı artık zaten bulamıyor.
Toplum klasik müziğe yabancılaştı. Durum bir olgu haline geldi.
Köklerimizin önemli bir parçası böylece yitirilmiş oldu.
Bu yitirilmede çeşitliliğin, farklı yorumların, farklı yorum görüşlerinin, orkestral gelişimin önünü tıkayanların büyük rolü oldu.
Batıda ve dünyada Vivaldi'den Bach'a, Beethoven'e Mendelshon'a kendi klasik değerlerinin yaşadığını, yaşatıldığını görüyoruz. Özel olarak destekleme geleneğini oluşturdukları, adına filarmoni dedikleri binlerce amatör topluluk, orkestra ve korolarında bu yaşatmayı beğeni, yükselti olarak görerek kendilerini, varlıklarını hissediyorlar.
Bir Beethoven ile ilgili yüzlerce kayda ulaşmak mümkün iken kendi geleneksel Türk sanat müziği klasik/romantik dönem bestecilerimizin seslendirilmiş kayıtlarına ulaşmamız hemen imkansız görünüyor.
Farklı yorumları içeren seslendirimler çeşitliliğini ise "aramayın" bulamazsınız.
Bir eseri değişik yorumlardan, farklı bakış açılarından dinlemek ne güzeldir. Sanat dimağını açar.
Amatör korolar göstermelik 2 şarkıdan başka klasik bestecilerimizi seslendirmiyor. Onlar haklı olarak kendi keyiflerinde. Olması gerekeni de bu.
Benim keyfim nerede?..
İsmail Hakkı Bey'de gelenek kopmuş. Ne güzel takımları vardır. Su gibi dinlettirir kendini. Kim dışlamış O'nu 20.yy ilk yarısında ve sonrasında?
Hiç iyi yapmamış. Zinciri koparmış atmış. Zincir kopmuş.
Konservatuarlarımızın sürekli koroları yok. Toplamalarla idare ediyorlar. Dolayısıyla -bıraktık kayıt üretmeyi- seslendirmiyorlar.
İyi ki Devlet Koroları var demekten kendimizi alamıyoruz.
Evet ne kadar -şiddetli- eleştirsek de Devlet Koro ve Topluluklarımızın varlığına şükrediyoruz.
Bir de özelleştirmeden bahsedildi geçtiğimiz yılda. Yönetmelikler hazırlandı. Yanlıştan dönüldü.
"Klasik değerlerimizin yaşaması, yaşatılması düşüncesine eğitimden kültüre ne kadar önem verildiği" sorusu sorunun özetini oluşturuyor.
Müzik insanlarımız ve yöneticileri "değer verdiklerini söylüyorlar" ama arkanızı döner dönmez unutuyorlar. Klasik müziğe verilen değer konusundaki söylemlerin içi boş görünüyor.
Bir "içiboşluk, kofluk" sözkonusu.
Herkes kendinin mi klasik olmasını bekliyor ne?..