Müzikle ilgilenenler yüzyıllar boyu tahayyülelerindeki ezgilerin geleceğe kalması ve başkalarınca tekrar seslendirilebilmesi için bir müzik yazısı geliştirmeye çalıştılar. Okuma yazma bilmeyenler ise “müzikte kulak hafızası”nı tercih ederek kulaklarına güvenenler ile sadece yaşadıkları / birlikte oldukları yıllar içinde müzikal tatminleri için müzik yaptılar. Gelen "geleneksel" oldu... Ya kayıtsızlık yüzünden yok olanlar?.. Halkın beğenisinin yıllar içinde değişebileceği o zamanki kültür insanlarımız tarafından bilinmiyordu?.. Kalan, kaldı…Kalanlar ile “Kalan Müzik” zaten ilgileniyor…
Ya yazısızlık yüzünden gidenler?
Tarihimiz boyunca gelip geçen geleneksel müzik repertuarımızın topu topu 15.000 şarkı-türkü ile mi sınırlı kaldığı bir vakı'adır.
Biz hep böyleydik. “Ölen ölür(idi), kalan sağlar bizim(idi)dir”
Tıpta da, sanatta da!..
Tıp ve sanat “Türk toplumu yaşam kültürü” açısından bir başka derin konu. Belki de en önemli iki can direği.
. . .
Günümüzde müziği yazamıyan, yazdıklarında ise hala meramını geleneksel dille anlatmıya çalışan geleneksel müzisyenlerimiz epeyce çoğunluktadırlar. Devlet geleneksel müzik kurumlarımızın hemen tümünde, verilen nota üzerinde şef veya öğretmenin sözlü düzeltme veya düzenlemesine göre icra yapılmaktadır. Nota önceden hazırlanmış, yazılmış olarak verilmez. Çalışma sırasında şef veya öğretmenin sözlü isteklerine göre icracı, gerekli değişiklikleri nota üzerine yazar. Onlar kendi içlerinde anlaşıyorlardır. Nevada uşşakdan, yegahda buseliğe değin. "Yaylılar mı, mızraplılar mı, kadınlar mı erkekler mi, Fa diyez mi, fa naturel mi; mi bemol kaç komalık?” gibi…
Ve tüm bunların ardından gelen nota / nüsha farklılığı.(**)
Eskiden bu katkı el vasıtasıyla yapılırken şimdi daha hızlı, bilgisayarla yapılıyor ki konunun çok önemli bir başka boyutu gelişiyor. Durum adeta nota anarşisine giden bir hal alıyor.
Sonrasını görüyoruz. En değerli müzisyenler ve de hocalar müziği yazmayı önemsemiyor. Hatta konservaturda GTM solfej hocasının "ben bunu ağzımla yaparak öğretiyorum, notaya ne gerek var?" diyeni bile çıkabiliyor.
Nota onlar için hâla bir anımsatma ögesidir.
Rast mı, pençgah mı? Buselik mi sultaniyegah mı?.. Aktarma mı, şed mi, transpozisyon mu?..
Onlarda geleceğe -uluslararası nota yazım işaretleriyle- belirgin bir nota kalması gibi tasa / düşünce yoktur.
Sonrasında ise müziğimizin uluslararası müzik dilinde anlaşılamadığı, tanınmadığı dile, gündeme gelir.
Daha bu topraklardaki uğraşanının kendi içinde çözümlemeye/tesbit etmeye çalıştığı müzik yazısından, Yeni Zelanda’daki engelli bir Türk müziği meraklısı, Yeni Zelanda vatandaşı ne anlıyacak, nasıl öğrenecek? Seyahat edemez ki İstanbul’a gelsin, özel meşk dersleri alsın…
Karcığar bir şarkı veya saz eserini ve segahı, veya uşşakı veya pençgahı vs birçok makamdaki eserimizi şu anda kullanılan nota yazısı ile dünyaya aktarmak mümkün değildir.
“Gelsinler, öğretelim, onlara da meşk edelim” kendini beğenmişliğinin sonucu artık tercih edilmeyiştir…
Tüm dünyada ortak müzik yazım dili olan notayı kullanamıyorsan, notanı, müzik yazını geliştiremiyorsan müziğini tanıtmak için “vuvuzela” gibi bir çalgı icat etmekten başka bir çaren kalmaz…
Tüm bunlara karşın görüyoruz ki viyolonsel sanatçımız Serdar Açın ve klarnet sanatçımız Serkan Bağatır'ın Türk tarzı icrasının Dr. Salim Abdülkerim’in “Katar Senfonisi”nde yer bulmasıyla yakın kültürel coğrafyamızın senfonik müziği yeni bir soluk alıyor…
Notanızı, müziğinizin yazım dilini uluslararası anlamda oluşturamıyorsanız gelecekte müzikal kişiliğinizin değerlendirebilmesi mümkün değildir. Nota yazısının geleneksel müziğimizi uluslararası anlamda aktarabilecek olgunlukta geliştirilmesi, müzisyenimizin müziğini geleceğe devretmede “kalansal” riski büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.
Duymaktayız ki İTÜ TMDK sorun hakkında; bölgesel yani "uşşaksal, rastsal, hicazsal" açıdan ikizkenar ucunun yönü değiştirilmiş bir mini üçgen işareti şeklinde bulduğu birkaç simgeyle notalama çözümünü kabul etmek üzeredir. Bu sistem şimdiye değin üretilmiş çözümlerin en ilerisi gibi görünse de "bölge-etki" gibi "bir yabancı için açık olmayan" kavramıyla soruna net bir çözüm getirememektedir.
Uşşak etkisi ve aktarmaları nedir?..
Bilinir ki sözkonusu bölgeleri öğrenmek için de Türkiye'ye gelmek, meşk etmek gerek. Görülmektedir ki sorun yine "bilene, bilinmesi gerekene" göre algılanmaktadır.
İçeriğindeki komaların görece olduğu "bir üçgen işareti" olsa olsa -eskiden olduğu gibi- turist sayımıza ve bir-iki müzisyenimizin milletlerarası "öğretme ve icra gösterme" seyahatine ekstradan -mini- etki yapar.
Sorun olarak algıladığımız GTM'nin öğrenilebilmesi ve uluslararası müzik camiasında kabulüdür.
. . .
Dünyadaki 72(!) milletin müzisyeninin -seyahat engelli de olsa- seslendirebileceği bir nota yazısı hayal ediyoruz.
Sınırların daraldığı yeryüzünde müzisyen ve müzik meraklılarının tek ihtiyacı var. O da okunabilir, çözümlenebilir, icra edilebilir, yazım işaretleriyle "kendini icra ettiren" bir nota. Yanında belki bir de ses kaydı. Ama önce nota…
“Notayı uluslararası anlamda konuşturamıyanlar” sınıfına girmenin ne alemi var?
. . .
Yıllardır belli bir zümre anlamadıkları müziği “caz yapma” olarak betimlediler.
Onlar ki notayı konuşturamadılar.
Caz yaptılar!..
_______________________________
(*) Nota önce konuşur, sonra dillenir, en son aşamada ise müziğe dönüşür...
(**) Ya giderek artan bilgisayarda nota yazım programı kullanabilenlerin "nüsha farklılığı"na olan katkıları?.. Eskiden bu katkı el vasıtasıyla yapılırken şimdi daha hızlı, bilgisayarla yapılıyor ki konunun çok önemli bir başka boyutu gelişiyor. Durum adeta nota anarşisine giden bir hal alıyor. Ama yazım sistemini oturtmadan tüm notaların sil baştan yazılması da pek mantıklı görünmüyor.