Türk müziği orkestrası üzerine hayal ile başlayan çalışmalarım 40 yıl öncesine yani 1980’lere uzanır. 1985’de İTÜ TMDK Türk Musikisi Sempozyumu’nda sunduğum 21 (!) sayfalık bildirinin başlığı “Türk Musikisinde Çalgılama ve Orkestralama” idi. Oturum başkanı ise merhum Cahit Atasoy. İçinde keman dahil hiçbir batı müziği çalgısının yer almadığı bir TM orkestrası hayal ediyorduk. Bu alanda çalışmalar yaptık. 20.yy ilk yarısının orkestra açısından belki de en önemli çalışmasını gün ışığına çıkardık. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı da yayınladı. Hüseyin Saadettin Arel’in yakın arkadaşı Dr. Zühtü Rıza Tinel’in 1926’da kaleme almaya başladığı “Asri Kemençe” çalışması…
O günlerden bugünlere 40 yıla yakın bir zaman dilimi geçmiş.
Bugün daha net olarak görmekteyiz ki o zamanlarda dile gelen, bizim de halen söylemeye devam ettiğimiz “Türk Musikisi Orkestrası” kurulamadığı gibi söylemi de daha “pısırık” bir hale dönüştü.
1980 sonrası süreç içinde çaba gösterenler oldu. Fakat bu çaba gösterenler ya öğrencilerini iyi seçemediler, ya seçtiklerini iyi yetiştiremediler-bilgi ve yeterlilik düzeyini kazandıramadılar ya da diğer orkestral müzik karşıtı TM cenahı kemençe eğitiminde üç tellici-dört tellici ayrımı tartışmalarını pompalayarak TM’nin kısırlaşmasına katkıda bulundular. Üç telli kemençe ile ile dört telli kemençenin iki ayrı çalgı olduğunu, birinin bireysel diğerinin orkestral icrada görev alabileceğini gözardı edip, bu konuda adeta “anarşi” yarattılar ve Türk musikisi orkestrasının temelini atacak yeni yaylı çalgı icracıları neslinin filizlenmesine, yetişmesine izin vermediler.
Ve günümüzde İhsan Özgen’den sonra bu cenah Derya Türkan’ın eline kaldıysa da, büyük çoğunluğu Derya Türkan’ın kemençede çıkardığı tınının yanına bile yaklaşamadılar. Değil 10 kemençeci, 3 kemençecinin bile biraraya geldiklerinde “kakışımsız” doyurucu toplu bir icra yaptıkları görülmedi.
Varsa yoksa (haklı olarak) bir "Derya Türkan solo icra övgüsü" süregeldi. Tıpkı Tanburi Cemil Bey’in efsaneleştirilmesinde olduğu gibi.
Kişisel çalışma gayretleriyle yürüyen bu çalışmalar ne toplumda, ne de görev yaptıkları TM kurumlarında anlaşılamadı. Eskiye tutunmakla geleneğin sürdürüleceğine inanan gruba inanmak, onun ardında yürümek TM cenahının işine geldi.
Bir çalgıyı toplu olarak icra edebilmenin önemi anlaşılamadığı içindir ki Türk musikisi icracıları, oturtumu yerleşmiş düzenli bir orkestranın daimi üyesi olamadı.
Orkestrada görev almayan çalgıların, müzisyenini “para kazanma açısından” memnun ettiği tarih boyunca görülmedi.
Bazı değerli Türk müzisyenleri orkestral TM repertuarına yeni eserler ve seslendirimler kazandırdılar.
Kişisel çalışma gayretleriyle yürüyen bu çalışmalar; ne toplumda, ne de görev yaptıkları TM kurumlarında anlaşılamadı. Yalçın Tura, Ruhi Ayangil, Teoman Önaldı, İhsan Özer ve bu satırların yazarı Ayhan Sarı gibi etkin idareci konumunda (müdür, dekan, devlet korosu şefi) görev yapmış olsalar da Türk Musikisi Orkestrası'nın kurulması ve yerleşmesi konusunda etkili olamadılar. Burada "etkili oldurulmadılar" hususunu da gözardı etmemek gerekir.
Eskiye tutunmakla geleneğin sürdürüleceğine inanan "klasik" gruba inanmak, onların ardında yürümek genel TM cenahının işine -belki de kolayına- geldi.
Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu'nin çöküşünde olduğu gibi cepten yediklerini fark edemediler. Geleneğin devamı tasası bir ölçüde anlaşılabilirse de gözlemim odur ki hocalarının öğrettiklerini, hocalarından gördüklerini -günü ve çevrelerini dikkate almadan- aynen takib ettiler. Halen müzikle ilgili icra vs sorun çıktığında hemen "hocam şöyle derdi" deyip sorunu çözmeye çalışıyorlar. Kendi fikirleri, düşüncelerinin olmayışı değil tabii ki davranışlarının nedeni... Bu da zamana uyum problemleri ve içe kapanmaları sonucuyla birlikte gerilemeyi, daralmayı ve kısır döngüyü beraberinde getirdi. Müziklerinin başındaki "sanat" ibaresi artık açıkça sorgulanır hale gelmişti.
Gidenin geriye gelmeyeceğini, her gidende, yeri dolmayacak kaybın meydana geldiğini, kendilerinin varlığının bu boşluğu doldurmada yeterli olmayacağını yıllar sonra anlamış olsalar da iş işten geçmişti.
O cenah ki hala tutunuyorlar ve ne mutlu ki Türk musikisi onların tutunmasına hala izin veriyor. Bu “tutunma meselesi” tartışmalı…
Türk musikisi müzisyenlerinin “Akademi” ile de barışamadığını söylemek için yeterli geçmiş zaman dilimine sahibiz. Türk musikisi müzisyenleri akademi ile barışamamıştır. Bu sisteme uyum sağlayamamıştır. Aradan akademik bürokrasiyi bilen ve yabancı dil barajını geçenler titrleri kapmışlardır. Yine gördük ki “Her boşluk mutlaka dolar” kuralı burada da işledi. Boşluk doldu. Ama nasıl doldu?
Kanımız odur ki gerçek müzisyen ve sanatçı sözü geçmez bir halde giderek pasifleşti ve köşesine çekildi, sessizleşti.
Akademisyen ile müzisyenin arasındaki uçurum müzisyenin aleyhine bir şekilde giderek büyüdü.
Gariptir ki bu süreçte Türk müziğinde düşünce boyutu da geriliyordu. Yani üniversitedeki müzik akademisyeni, üniversite varlığının birincil görevini; fikir üretme, müziği geliştirme çalışmalarını savsaklıyor, çoğunun akademik çalışmaları eskinin erozyona uğramış tekrarından öteye geçemiyordu.
Titrleri kapanlar kağıt üstünde müzik okulu öğrencilerinin ve YÖK sisteminin içinde “büyük” görünürler iken, o “geri kalmış tutunanların” eskiye dair kısır söylemlerinin manevi baskısından hiçbir zaman kurtulamadılar.
On yıllardır yaşanan “Türk–Batı” çatışması yetmezmiş gibi buna bir de “titrli-titrsiz” çatışması eklendi.
Bu arada “Doğu”, müziğini orkestral açıdan geliştiriyordu. Yani coğrafyamızın doğu tarafında bir “boşluk” doluyordu.
Batıdan müzik ithal etmiştik yıllarca.
Şimdi de doğudan mı ithal edecektik?
Sadede gelirsek, bu süreç içinde Türk musikisinin “Melek Üçgeni” diye tabir ettiğimiz en önemli üç organı kendi haline bırakıldı ve bu değerli Türk müziği çalışanları mevcudiyetlerini “rastlamsal, plansız” davranış biçimleriyle sürdürmeye çalışarak bugünlere geldiler.
Ellerindeki Devlet müzisyeni kadrolarını da kaybetmişlerdi.
“Telif Hakları Kanunu” zaten hak getireydi.
Onlar ki piyasa müziğinin acımasız ortamında geçimlerini idame ettirmek, aylık faturalarını ödemek için para kazanmak zorundaydılar.
2020 yılı başlarında bir de “covit 19” virüsü peydah olunca “Yanya – Konya” iyiden iyiye anlaşıldı.
Hiçbir güvenceleri yoktu.
Bugüne değin boş, boş yaşamış, geleceklerini düşünmeden sanatlarını icra etmişlerse de, şimdi gavurun “Youtube” undan, “Facebook”undan “birkaç kuruş bize de düşer mi düşüncesinden, uygulamasından” medet umar hale gelmişlerdi.
Bu arada Sn. Orhan Gencebay'ın "Türkiye'de Telif Hakları" konusunda neredeyse "tek başına" verdiği mücadelenin hala destek beklediğini belirtmek istiyoruz.
Oysa:
“Yerleşmiş bir Türk Musikisi Orkestrası, birlik içeren bir çatı ve onu destekleyen müzik sanatı destekleyicisi – isimleri TSM ile başlayan laylaylom koroları değil- ciddi "besteciyi, yorumcuyu, müzik yazarının haklarını takip eden sivil toplum kuruluşları, filarmoni dernekleri” olsaydı durum çok daha farklı olabilirdi.
İşte bu sebepten ve ihtiyaçtan “İstanbul Türk Müziği Orkestra ve Korosu Filarmoni Derneği”ni kurduk. Giderlerini, başkanlığını üstlendik.
Ve
Dünya müziğinde bir temel olarak kabul edilmiş dört partı içeren yaylı grubunu –Türk Musikisi Orkestrası’nın esasını teşkil etmek üzere KEMENÇE KUARTET’i imal ettik.(**) Kemençe Kuartet hakkındaki detayları gelecek yazılarımızda inceleyecek ve anlatacağız.
. . .
Çevresinde tamamen TM çalgılarından oluşan bir orkestra hayal ediyoruz.
Ortalama bir yıldır Ayhan Sarı'nın yıllardır bu konuda oluşan birikimleri sonucu yönlendirmesi, Feridun Obul'un usta yapımcılığı işbirliğiyle Kemençe Kuartet'i imal ettik. Ortaya çıkardık.
Şimdi sıra bir ileri aşamaya geldi.
TÜMORK (Türk Müziği Orkestra ve Korosu) derneğimizde bu orkestranın üretimine, eğitimine en önemlisi de icrasına yönelik “fabrika bandı”nı kuruyoruz.
Bir kontrabas kemençe, iki viyolonsel kemençe, dört alto kemençe, dört birinci, dört ikinci soprano dört telli kemençe ve çevresinde gelişen tanburlar, bağlamalar, kemaneler, meyler, neyler, kanunlar ve Uygur’dan Asya’ya, Anadolu’ya, Balkanlara uzanan diğer çalgılar.
Bir hayalimiz var bizim.
Türk musikisinde “Melek üçgeni”.
Bestekarlarımız, İcrakârlarımız ve Çalgı yapımcılarımız.
Önem veriyoruz. Haklarının takipçisiyiz.
Ne demişti Hüseyin saadettin Arel:
“Türk Musikisinin geleceğine meftunum”
. . .
Biz Türk musikisinin orkestral geleceğine geliyoruz.
. . .
Sizi de bekliyoruz.
_____________________________________
(*) Dr. Ayhan Sarı
(*) İstanbul Teknik Üniversitesi’ne, Rektör Sn. Prof.Dr. Mehmet Karaca’ya, İTÜ BAP Kurumuna, Proje yürütücüsü Sn. Prof. Dr. Gözde Çolakoğlu Sarı'ya, çalgıları imal eden Sn. Feridun Obul'a “KEMENÇE KUARTET” projemize verdikleri destek için şükranlarımızı sunuyoruz.