Fotoğraf sanatçısı Ara Güler Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını çekti. Bu çalışma sonrası kendisini eleştirenlere "O'nu çekmeyip sizi mi çekeceğim?.. Ben söyleyeceğimi söyledim..." cevabını verdi. Cumhuriyet Gazetesi de önce "Usta’yı ‘Ara’ ki bulasın" şeklinde manşet yaptığı durumunu daha sonra "...Her gün şikâyetçi olduğumuz toplumun giderek kamplaştırılması, en insani ve doğal olayların, tutumların ve çalışmaların bile bu kamplaşma bağlamında değerlendirilmesi tuzağına, zaafına ne yazık ki biz de düştük. Bu nedenle Ara Güler’e açık bir özür borcumuz var. Yaptığımız bu yanlış nedeniyle özür dileriz." şeklinde değiştirdi.
Türkiye'de müzik sanatının ve uğraşanlarının da yukarıda yaşanan durumdan pek farkı yok. Bir yanda sıkı sıkı tutundukları köşelerinde statükolarını sürdüren batıcılar, diğer yanda hemen hemen aynı duruma gelmiş klasik Türk müzikçiler...
O batıcılar ki bize özgü bir tını, ses, müzik üretim sistemi geliştiremediler. Kopyaladılar. Bu toprağın çağdaş sesi olabilecek nice orta yolcu besteciyi yok saydılar. Var saydıklarını ne bu millet, ne de dünya var saymadı. Kendi küçüklüklerini kopyaladıkları batı müziğinin büyüklüğü arkasına sakladılar.
Seyirci kapasiteleri oldukça azaldı.
O klasik Türk müzikçiler ki yeni besteleri, bestecileri adamdan saymadılar. Yetiştiremediler de... Geleneksel Türk müziğini 19.yy'da dondurdular. Adeta hapsettiler. Geleneğin günümüze geçişinde köprü olabilecek birçok bestecimizin -örneğin İsmail Hakkı Bey'in (1865-1927) takımlarını (*) bile- yok saydılar. Geleneğin bugüne gelmesi olası köprüyü adeta kurdurmadılar. İnşaası başlamış köprüleri/bestecileri bir bir yıktılar. Bir başka deyişle kendi küçüklüklerini eskinin büyüklüğü arkasına sakladılar.
Şimdi seyirci sayıları neredeyse 50'nin altına düştü..
Ne diyor Japon atasözü: "Ustanı geçeceksin ve seni geçecek öğrenci yetiştireceksin"
Nerede?..
Türkiye'de faaliyet gösteren dönemin egemen müzikçileri batıdan kopyalamışlardı, tutmadı. Şimdi doğudan -Çin, Moğolistan, Kazakistan, Azerbaycan -hatta Ermenistan- gelen yeni bir müzik oluşumu, sesi var. Oralardan, doğudan kopyalayacaklar. Bunu da -yakın geçmişte yaptıkları gibi- büyük bir iş yapıyormuşçasına allaya/pullaya yapacaklar. Biz de "günaydın" diyeceğiz.
Bu tohum Tanzimatla, Muzıkayı Humayun (1828) ile atıldı, Cumhuriyet ile yeşerdi. Atatürk'ün senteze ömrü yetmedi. Ahmet Cevat Emre'ye şöyle demişti: "iki şeyde inkılap olmaz. Dilde ve musikide"… (**)
Müzik sanatı olarak Ara Güler'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını çekmesi ardında yaşananların analizi önem taşıyor.
Ara Güler'in Ahmet Hakan'a verdiği röportajda (27 Aralık 2015-Hürriyet Pazar eki) kendi fotoğrafını çekmeye gelen fotoğrafçı için sarfettiği sözler sanat gündemi açısından -bir o kadar- önemli.
"Fotoğraf çekmesini nasıl buldunuz" sorusuna usta şöyle cevap veriyor:
"Fotoğraf çekmiyor, ıstırap çekiyor…"
"Istırap çeken" o kadar çok sanatçımız var ki...
Türkiye'de sanatın geldiği, getirildiği durum.
Ara Güler'in yaşadıkları yöneticiler tarafından doğru yönde analiz edilebilir mi?
Türk müziği sanatı açısından düşünülen yeni bir kadro, yeni bir yapılanma isabetli olarak gerçekleştirilebilir mi?
Kabul etmeli ki TÜSAK başarısızlıktı. Bunu gördük. Çıka çıka TÜSAK mı çıkmıştı?
Oysa somut yeni düşüncelere, uygulamalara ihtiyaç var. Kültür uygulamaları öyle 4-5 yıl içinde sonuçları alınabilecek girişimler değil. 10-20 hatta 50 yıl gerekiyor.
Bunlardan bir tanesi 1990'lardan beri dile getirdiğimiz "Ortak kültürel coğrafya orkestrası".
Uygur'dan, Orta Asya'ya Anadolu'ya, Kuzey Afrika'ya, Balkanlara uzanan kültürel coğrafyada batı senfonik orkestrasına alternatif orkestrayı kurabilecek, çalgısından/çalgı yapımcısından, bestecisine, müzisyenine; buna yönelik müzik okulu müfredat programını hazırlayıp uygulamaya koyabilecek, üretimlerini sahaya serip, tortularından yeni/yeniden yapılanıp dünyadaki yerini alacak… (***)
Bu "orta yol" dur.
Onlar ki on yıllardan beri görev bekliyorlar.
Bekliyoruz.
Denense…
Ama öyle bir-iki yapıt ısmarlama, yarışma düzenleme ile değil.
Müzik okulları müfredat programı reorganizasyonundan, yeni çalgı yapım, kompozisyon/bestecilik, şeflik bölümleri ve her yönüyle geliştirilmiş kendi çalgılarımızdan oluşan orkestra kurulsa. Bu orkestraya göre çalgılar geliştirilse; bu çalgıların icracıları yetiştirilse; bestecilerimiz bu orkestra oturtumuna göre yapıt bestelemeye yönlendirilse.
Hala çalgıları kendi içinde dengelenmiş tını bilinçli bir orkestramız bulunmuyor. Derme çatma, bulunuveren çalgılarla görülen iş artık çoğu müzik insanını tatmin etmiyor. Bilinçli bir öncü, lider gerekiyor. Türkiye'nin müzik sorunlarına 21.yy bakış açısından bakıp geleceğe taşıyacak.
Volüm, tını ve ses ihtiyacını karşılayan, kendi içinde dengelenmiş çalgılardan oluşan geniş kültürel coğrafyamızın sesi olabilecek, bu sesi dünyaya aktarabilecek bir orkestraya ihtiyacımız var.
. . .
Haydi başlayalım artık…
___________________________________________
(*) İhsan Özer yönetimindeki İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu 2015'de "Doğumunun 150.Yılı anısına Muallim İsmail Hakkı Bey" CD'si yayınlamıştır.
(**) 1934’ün sonlarına doğru opera, senfoni gibi müzik türlerinin Türk kimliğine uygun olarak bestelenmesinin ve seslendirilmesinin o zaman için kültürel yapı ve gerçekleşmesi istenen sentez için ülkede yaşayan müziklerin tümünün dikkate alınması gerektiği görüşü Atatürk tarafından yakın çevresine aktarılmaya başlanmıştı. Bu görüşü Burhan Belge, Atatürk’e dayandırarak 30 Aralık 1934 günü Ulus gazetesinde “Yarı Siyasal” başlıklı köşesinde yayınladı. Bundan başka Falih Rıfkı Atay(1894-1971) ve Ahmet Cevat Emre(1876-1961) de şöyle diyordu:
“1934 yılında yoğunlaşan ve birer atılım niteliğine bürünen dil ve müzik çalışmaları, birkaç aylık kısa bir süre sonunda bu konuda yeterli ön bilgi ve becerilerin birikmemiş, yeterli uzmanların yetişmemiş ve ön hazırlıkların yapılmamış olduğu, ayrıca her iki konudaki devrimlerin takvim ve harf devrimi gibi bir çırpıda yapılamayacağı; başarıyla yürürlüğe konduktan sonra alışılıp sindirilmeleri için yıllarla ölçülecek bir süre gerektiği gerçeklerini ortaya koydu. Bu görüş 1934’ün son günlerinden başlayarak Atatürk’ün de uygun görmesiyle uygulanmaya başlandı." (Falih Rıfkı Atay “Çankaya”, İstanbul, 1961, sf.477)
Atatürk’ün özel toplantılarında bulunmuş Ahmet Cevat Emre ise 1956’da yazdığı kitabında bu düşünceleri şöyle dile getiriyordu:
“Ata’nın 'iki şeyde inkılap olmaz. Dilde ve musikide' diyeceği zaman çok uzak değildi. Musikimizi de Avrupalılaştırmak istediği ve sonra vazgeçtiği malumdur."(Ahmet Cevat Emre "Atatürk’ün İnkılap Hedefi ve Tarih Tezi" İstanbul 1956, ) (1)
(***) Ayhan Sarı "Asya'dan Balkanlara benzeşik kültürel coğrafya çalgılarının Batı Senfonik Orkestrası'na alternatif olabilecek özgün bir orkestral oturtumda kullanımları" İCANAS-2007, Bildiri - Bkz: http://www.arsiv2007.musikidergisi.net/?p=73
________________________________________
(1) Ayhan Sarı "Cumhuriyetimiz ve Geleneksel Türk Sanat Müziği" Orkestra Dergisi, Ocak-1995 -- Bu yazıdan üretilen "Geleneksel Türk Müziğinin Yasak Tadı" başlıklı yazı. (http://www.musikidergisi.net/?p=1732)