Bizim, müzik ile içli/dışlı kuşaktan önemli bir kısmı “arabesk”in ne olup, ne olmadığını bilir. Yaşamış, özümsemiş, tahlil etmiştir. Bir tarihe damgasını vurmuş, toplumsal destekli o realiteye, altında yatan nedenlere kafa yormuştur.
1980’li yılların başında Türkiye’nin müzikoloji alanındaki ilk profesörü ve ilk müzikoloji bölümünün kurucusu hocam Gültekin Oransay ile dönemin müzik uğraşanları tarafından sık tartışılan, tartışılması bir alışkanlık haline gelen, konusu "arabesk müzik popülaritesi"nin geleceği üzerine yaptığımız bir sohbetde şöyle demişti:
“Yerine bir müzik konulmadığı sürece arabesk müzik canlılığını korur”
Gültekin Oransay 20 Kasım 1989’da ebediyete göç etti.
Ve, hepinizin bildiği gibi arabesk müzik 1990’larda gerilemeye başladı, sonrasında yerini “Türk pop müziği” ne bıraktı.
Jelatini içinde “kırmızı acı pul biber mini poşeti” olan “Acılı Arabesk” başlıklı kaset, arşivimde jelatini ve acı kırmızı pul biber poşeti içeriği korunur vaziyette hala durmaktadır.
. . .
O dönemden bu yana çok değil, 30 yıl geçti.
Pop müzik, arabesk müziği kendi içinde öğüttü.
Arabesk müziğin yerini pop müzik aldı.
Bu arada "serbest müzik" ile "arabesk müzik" aynı şey olmadığını, birinde bu topraklardan kaynaklanan özgür yaratıcı müzik var iken diğerinin daha "Arap" nağmeli ve keder içerikli sözlere sahip olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Son zamanların gerek radyo yayınlarında, gerek yeni müzik ihtiyacında yaşanılan üretimsizlik hemen herkesi arayışa yöneltti. Müzik ekonomisi piyasasında artık eski paralar dönmüyor. Müzik yapımcıları krizden çıkış yolları arıyorlar. Kimileri eski arabesk müziklerden nostalji albümüyle durumu idare etmeye çalışıyorlar. Kimileri ise, çoktan arabesk müzik içeriğinde, atmosferinde, havasında müzik arayışına yöneldiler bile.
İstanbul Kuzey Afrika ve Ortadoğu CD kayıtlarının Arap keman grubu partilerinin seslendirildiği önemli bir merkez haline geldi. Görülüyor ki İstanbul'da kendini, müziğini, Arap tarzı keman partisi kaydı için yetiştiren, geliştiren önemli bir müzisyen kitlesi oluşmaya başladı. Ne yapsınlar ki? Para orada var. Devlette kadro da olmayınca... Onlar ve yakın çevrelerindeki çırak müzisyenler "Arap keman grubuna nasıl gireriz"in müzikal çalışmalarını yapıyorlar. Bu ilginin Türk müziği açısından geleceği ne olabilir dersiniz?
2020’ye bir ay kala şu günlerde arabesk müziği ortaya çıkaran hayat ve müzikal koşullarının değişik bir versiyonu olgunlaşmaya başlamış gibi görünüyor.
Bir yanda büyük bir işsizlik, buğdaydan ayçiçeğine, hayvancılığa artan ithalat; üretimsizlik, bir yanda -her iki tarafta da- particiliğin liyakatin önüne geçmesi, en eski TM konservatuarından tutun da en yeni müzik okuluna hepsi "adamım olsun, meslekte yeterli olmasa da olur" şeklinde eleman seçmesi, diğerlerini dışlayarak adeta yok sayması, köreltmesi, akademik kurumlarda "hergele'nin" gideni "tu kaka" görmesi, diğer yanda ise müziğine 200 yıldır hayran olduğumuz, birebir örnek aldığımız, bizden saydığımız, çobanımıza bile öğretmeye, benimsetmeye çalıştığımız ismine "batı" denilen o müziğin oluşturucu ülkelerinin bizi adeta diz üstüne çökertme çabaları veee son dönemde ortaya çıkan Arap müziği albümlerine Türkiye'de yapılan "keman partisi" seslendirimleri... Eklemeler yapılabilir.
“Müzik ayrı, ülkesel çıkarlar ayrı” demek mümkün değildir.
Müzikte verimsizliğin altında başarısızlıkları açığa çıkmış bu “romantik müzik papağanları”nın etkisi de bulunuyor.
Eğer arabesk müzik dönüyorsa bunların yüzünden geri dönüyor. Biz dönmesinden ziyade toplumsal olarak içinde bulunulan koşullara da dikkat çekmek istiyoruz.
Çünkü bir zamanlar geniş bir halk kesimi tarafından dinlenilen arabesk müziğin pop müziğinde eritilmesi ile “boşluk” dolmadı.
Ne senfonik manada, ne de pop müzik manasında besteci çıkmadı.
Ne konservatuarda, ne de müzik sahne fakültesinde “adam” yetiştirilemedi.
Sanat ve müzik "akademi" ile barışamadı.
Fakat bu hengâmede, akademik yeterlikleri, koşulları tamamlayan akademisyenler ve iktidar politikacılarının "özel akşam yemeklerinde" müzizyenlik yapanlar; üst düzey müzik ilgili yöneticilik makamlarını ve hemen tüm titrleri topladı.
Dengeler, işleyiş tarzı manasında bozuldu. Çekilenin yerine insan konsa da, gidenin yeri dolmadı. Gidenin, büyük bir boşluğa neden olacağı görülemedi. Sanat üreticisine “kelle” muamelesi yapıldı.
Yerine nasılsa “biri” gelir denildi.
Getirildi.
Getirilenlerin kimi organizatörlük yaptı, kimi de bu organizatörlüklere göz yumdu.
Devlet müzik kurumu yöneticiliği, taşra organizatörlüğü ile bir tutuldu.
O taşra organizatörü yapısındaki devlet müzik kurumu yöneticileri bu eserleri üretecek bestecilerin yetişmesini engelledi.
"Rutin işler ile kalıcı işler" ayrımının bilincine varmanın yanına bile yaklaşılamadı.
Yamaya-yamaya yamayacak yer kalmadı. Müzik eğitimi yamalı bohçaya döndü. Temel çürümüştü.
Toplumu kucaklayacak müzik yapıtları üretilemedi.
Üretebileceklerin önü açılmadı. Tıkandı.
Müzik geleceğimiz, daracık havan içinde gizli-saklı yapılan plan dövmelerine mahkum edildi.
Şöyle bir bakın çevrenize; 1980’lerden bu yana müzik okullarının sayısı % 500 artmasına rağmen işlev olarak büyük bir gerileme sözkonusu.
Müzik hakkında yapılan ne varsa hepsi “akademik titr çıkarı” ve "kişisel reklam" üzerine yapılmış.
Kitap da, makale de, beste de…
Hatta birçok müzik projesinde devletin parası çarçur edilmiş. Kimse de ne olup bittiğinin farkına bile vardırılmamış.
. . .
Toplum bu tarz yapaylıkları benimsemedi.
Yani “yemedi”.
Ama birileri, toplumun yemediklerini "birilerine" yedirdi.
. . .
Toplumda yeni bir sancı var.
1960’larda arabesk hayatın ve müziğinin doğuşuna neden olan “köyden kente göç” olgusunun başka bir söylemde yeni versiyonu geliyor.
Yerel radyolarda eski arabesk müzikler klasikleşmiş yükseltisiyle giderek daha çok dinleniyor, yeni müziklere örnek teşkil ediyor.
Dememiz o ki:
Arabesk müzik geri dönüyor.
21.yy’ın koşullarında.
. . .
Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
_____________________________
Dr. Ayhan Sarı - Kasım 2019