Yıllarca batıdan öykündük. Hatta bu öykünmeyi epeyce abartttık. Bunu yaptık ama kendimize özgü bir müziğimiz olmadığından değil. Müzik politikası üretemeyen öngörüsüz uygulamalar ve özgün "uluslararası Türk müziği rengi" oluşturma çalışmaları yerine "öykünmeyi, olduğu gibi almayı, kopyalamayı" tercih edenler yüzünden. Çünkü bu yöntem daha kolaydı. Eh buna bir de üretenlerin adeta cezalandırıldığı bir sistem eklenince...
Yıllar böyle geçti. Geldiğimiz yer burası.
Herkes gördüğü kadarını gördü. Hala da öyle...
Şimdi müzikte öykünmecilik batıdan doğuya mı kayıyor?.. 1994'den yani 20 yıldan beri doğunun müzik atılımına, dünyada artan çıkışına dikkat çekmeye çalışıyor, onların bu çıkışında kendi özgünlüğümüzde yerimizi almamız gerektiğini, müzik çalışmalarının, eğitiminin bu yöne -kopyalamadan, yönlendirici kimliğimizle- kanalize olması gerektiğine dikkat çekiyoruz.
Batı senfonik orkestrasına alternatif, kültürel coğrafya orkestrası; dile getirdiğimiz ana oluşumlardan bir tanesi. İçeriği kültürel, sosyal, politika açısından çok şey ifade ediyor.
Geleneksel Türk müziğinde orkestranın temelini oluşturacak çalgılama ve orkestralama konusunu 1985'de düzenlenen İTÜ TMDK - II. Türk Musikisi Sempozyumu ve 1989'daki II. Müzik Kongresi 'ndeki "GTM'de Çalgılama Orkestralama" bildirimizden bu yana gündeme getiriyoruz..
Evet, ORKESTRA.
Düzenli orkestran yoksa disiplinli müziğin de yok demektir.
Düzenli orkestran yoksa çalgıların gelişmemiş demektir.
Düzenli orkestran yoksa bestekarın da yok demektir.
Düzenli orkestran yoksa notan da yok demektir.
Düzenli orkestran yoksa çalgı yapımcın da yok demektir.
Düzenli orkestran yoksa onu yönetecek orkestra şefin de yok demektir.
. . .
Geleneksel Türk müziğinin arkasında eşlik eden çalgıları hangi kelimeyle tanımlarsınız? Orkestra desen değil, topluluk desen o da değil. Eldekilerle kurulan çalgı kümesi...
Çin, Moğolistan, Kazakistan başta olmak üzere bu yana doğru kimi ülkelerde ise geleneksel orkestraya ilişkin belirgin çalışmalar/uygulamalar "var".
Öykünmeci / ülke dışındaki kaynaklardan olduğu gibi kopyalanmış -öğrenciye oralardan kopyalandığı gururla anlatılan- bilgilerle başlayan öğrenci yetiştirme tarzı, eğitim hayatımızda son hızıyla -üstelik artarak- devam ediyor tüm üniversitelerimizde.
Bilinir, kendine özgü bilgin, bilgi üretme yeterliğin yoksa biryerlerden öykünürsün. Kopyalarsın...
Birilerinin bunları ithal etmekten, kopyalamaktan gururlandıklarını, hiçbir yaratıcı çaba sarfetmedikleri, aksine yapanları engelledikleri halde kopyalama zamanı geldiğinde - kopya ürünler çıktığında bunu kendilerinin başarısı gibi göstereceklerini yine seyretmek zorunda mıyız?..
Çok yakında müzik okulu yöneticilerimiz uzakdoğudan Anadoluya yapılan müzikal çalışmaları ithal edecekler. İthal ederken de bunu "sanki çok büyük iş yapıyormuş" edasıyla "sata sata bitiremiyecek" havalarda tadını çıkara çıkara yapacaklar, onları atayan politikacılar ve müzikten anlamayan o çoğunluk da bunları "pohpohlaya pohpohlaya" hem hal olacaklar...
Biz bu kopya filmi 150 yıldır görmekten usandık.
* * *
Hiç üretme, hep ithal et...
* * *
Yeni öykünmeciler arasında, intihalciler, hırsızlar da çıkacak.
Bunu eskiden olduğu gibi normal addedenler olacak.
Doğuyu kopyalayanlar prim yapacak.
İnsan sormaz mı?
Kopyala, çal, küçük dünyanda büyü.
. . .
"Bir kez de böyle olmasın" dileğimiz.
. . .
Dememiz o ki:
Başkalarının ayak izine basarak yürüyenin kendi ayak izi olmaz…
Ayhan Sarı