"Gelebilenin geleneksel olması" rutin süreci dışında 19.yy başından beri müzik ile ciddî olarak ilgileniyoruz.
Müzik okulu kurup "duruyoruz" hemen 200 yıldır.
Müziğe önem veriyoruz!..
1990'lı yıllardan beri de müziğe boşveriyoruz.
Kurumlarımız sayıca artış düzeyinde.
Sonuç, ürün, başarı ve en önemlisi "ses" bekliyoruz.
Ve; duyma, algılama seviyesinin yükselmesini.
…
Maalesef gelmiyor. Herkes, her kurum, her politikacı kendi çapında duyuyor o sesi.
İlgi eksilmesinin başlangıcı ve bir anlamda gerileme süreci.
İlgi eksilmesine neden olanlar yerleşmiş, tutan değil, tutunan olmuş.
Onlar ki dinamikleşmiş, hatta statüko sistemini bile kurmuş.
Eh, devlette de sistem kanıksanınca.
. . .
1990 ikinci yarısı DSP'li bakan İstemihan Talay dönemi, GTM kültürünün zayıfladığı dönem. Taşra devlet korolarının üç büyük şehre sonsuz geçici görevlendirmeler nedeniyle, müzik yapamıyacak sayıya düşmeleri.
GTM'de açık erozyon sinyalleri.
Sinyalleri algılayan ise yok gibi.
Üniversitelerde sayıları artan konservatuar, müzikoloji bölümleri.
Yeni bir dönem.
Konservatuarların müziği geliştirme değil, o üniversitenin etrafa hava atma kurumları haline gelişi…
. . .
Artık sanat/müzik yaratıcılığı yok.
Klişe müzik bilgileri ve geçmişte yapılan müziklerin tekrarlanması ve onların sürekli ama sürekli ne kadar büyük müzik oldukları şeklinde övülmeleri başlar. O popüler repertuarın öğretilmesi ve icrası yeterlidir.
Bu monoton ve yaratıcılığı öldüren müzik eğitim sisteminde üretenler çıkmamıştır.
Çıkan alınmasın, sözümüz uluslararası arenadaki sesimizin kısıklığından…
III. Selim'den bu yana yenilikçiler var idiler.
O yenilikçiler ki çok zaman başarının ucuna kadar geldiler. Tarihte notları, belgeleri var.
Fakat nasıl olduysa bir el o yenilikçileri, orta yolcuları her atılımda bir geri götürmeyi, götürülmesini, götürülmesine aracılık etmeyi başardı.
Klasik dediklerini de öğretemediler, yaygınlaştıramadılar. Üç-beş kişinin eline/bilgisine! bakması istenen, kendine güveni olmayan komplexli bir nesil yetiştirdiler.
Adeta resmi kısır bir döngü oluştu.
Örneğin H.S.Arel ve arkadaşı Dr. Zühtü Rıza Tinel 1930'larda ilk kemençe beşlemesini imal ettiler, beste bestelediler ve seslendirdiler. Önce 1940'larda Tinel sonra Arel 1955'de vefat edince kendilerini kimse takip etmedi, takip edilmesine önayak olan da çıkmadı.
. . .
İlk evre tamamdı.
Sonra 1980'lerde Cüneyt Orhon, Cafer Açın, Necati Giray, Mutlu Torun TM Triosu ile çıktılar.
Yani 50 yıl beklemek gerekti.
Sonra Ruhi Ayangil ve ATMOK.
Olsa da…
Yine tıkandı atılım, yarım kaldı.
Tâ ki 2010'da gerçekleştirilen İTÜ TMDK "Kemençe Sempozyumu'na dek.
Kemençe Beşlemesi Onur Türkmen'in bestesinde yeniden canlandırıldı ve seslendirildi.
Zühtü Rıza Tinel'in 1920'larde kaleme aldığı, Asri yani 20.yy kemençesini konu edindiği Osmanlıca yazması Ayhan Sarı incelemesiyle gün yüzüne çıkarıldı.
1930'dan 1980'e 50 yıl; 1980'den 2010'a 30 yıl beklemek gerekmişse de, 50 yıllık yeniden ayma süreci 30 yıla inmişti.
Demek ki 20 yıl ilerlemiştik!
Aslında her yarım kalmada yeni birkaç insan tohumu atılmıştı.
Şimdi 2016 Eylül.
Kıpırdanmalar var, iş bu kez ciddi gibi görünüyor.
Zihinler henüz "olgunlaşma" olgusundan uzak gibi görünse de kurumsal yapı dinamiklerinde hareketlenme havası koklanıyor.
50 yıldan 30 yıla ve bugün neredeyse 10 yıla…
Tablo 40 yıl ilerlemişiz gibi görünse de hala filizlenme halindeyiz.
. . .
Günümüzde yaşanan müzik kurumlaşması bilinçsizliğinin içinde yerleşmiş görünen, müziğimizin adeta önünü tıkayan, sipaliciliğe yol açan dernek, müzik kursu eğitimi anlayışının dışına çıkabilmiş az da olsa değerli müzik uğraşanlarımız var.
Müzik teorisi bölümümüz bile vardı; onlar ki, ne işe yaradıklarını henüz kanıtlayamasalar da…
Çünkü ayinesi iş idi kişinin, herkes müziğe bakmakta idi…
. . .
Lafın/sözün özü:
GTM'de gelişimi üç ana müzik ögesine indirgiyoruz:
Bestecilik/kompozisyon; Çalgı yapımı ve Orkestra.
. . .
Ve biz buna "GTM'de melek üçgeni" diyoruz.
. . .
Ayrıntılar sonra. . .