Tahtacılar yüzyıllardır ormanlık bölgelerde yaşıyor, ağaç işleri ile uğraşıyor, abi-kardeş, baba-oğul hatta karı-koca olarak, beden gücü ile tahta üretiyorlardı. Yaptıkları bu meslek ile anılıyorlardı. Tarihsel süreç içerisinde, anıldıkları bu meslek adı, onların etnik ve dini kimlikleri haline geldi. Tahtacıların tarihi serüvenlerinin kıdem derinliği, günümüzden 13.yüzyıla kadar izlenebilmektedir, daha eskiye yönelik yazılanlar, kişisel sanılarla oluşturulan varsayımlara dayandırılmaktadır. Kesin gözem ve ıspata dayanmayan varsayımlar ise bilim zemininde birer masaldan öteye gidemez. Onlar hakkında ilk araştırmalar, 1800’lerin başından itibaren, batılı araştırmacı-gezginler tarafından yapılmıştır. Tueodore BENT, “Küçük Asya’nın Yörükleri” adlı incelemesinde, Tahtacıların hıristiyan kökenli olduklarını ileri sürmüştür. Yerli tarihcilerimiz tarafından pek beğenilmeyen Franz BABİNGER’e göre, İran’dan Anadolu’ya göç etmiş Safevi Tarikatının mensuplarıdır.K. HUMANN-O. PUCHSTEİN, Purusya Kraliyet Bilimler Akademisi adına yaptıkları gezi incelemelerinde Tahtacıların, Anadolu’nun kıdemli yerlileri ve eskiden hıristiyan ancak korktukları için müslümanlığı seçtiklerini yazmışlardır. F. Von LUSCHAN, “Batı Asya’nın Erken Sakinleri” adlı makalesinde Tahtacıların, alevi ve Likyalıların devamı olduklarını yazmıştır. Bektaşilik konusunda araştırmalar yapan F.W. HASLUCK da aynı aynı iddialarda bulunmuştur. Atatürk’e hayranlığı ile bilinen ancak sonradan Nazi yanlısı olan Ewald BANSE, Tahtacıların Hitit’lerin devamı olduklarını ileri sürmüştür. Benzer görüşleri arttırmak olanaklıdır.
Tahtacılar hakkında yazan ilk yerli araştırmacılar ise Baha SAHİD, Süleyman FİKRİ ve Yusuf Ziya YÖRÜKANdır. Sonradan bazı akademisyenler de Tahtacılar hakkında yazmaya başlamışlardır. Yerli araştırmacılarımıza göre, Batılı yazarlar, tamamen kendi önyargılarını ve fantazilerini yazıya dökmüşlerdir ki bunların hemen hiç biri Türkçe bilmiyor ve Tahtacılara nüfuz etmek isteyen misyonerlerdir. Faruk SÜMER’e göre Tahtacılar, 13.yüz yılda Anadolu’da yaşayan Ağaç Eri Türkmen boylarının devamıdır. Yine bazı yazarlarımıza göre de bu görüş, erken verilmiş bir karardır. Bu kısa özet tarihçeden günümüze çıkacak olursak, Tahtacılar, ülkemizin güneyi Adana-Mersin’den başlayarak, Antalya-Muğla ve tüm Ege sahilleri boyunca İzmir-Aydın hatta Manisa, Denizli, kuzeyde Balıkesir-Çanakkale’ye kadar yayılmışlardır. Bu coğrafyalarda gerek resmi araştırma projelerinde gerekse kişisel araştırma çalışmalarımızdan edindiğimiz bilgilere göre Tahtacılar, Türkmen boylarından gelmiş alevilerdir. Topladığımız belge ve bilgiler, bunu şüpheye meydan vermeyecek biçimde ortaya koymaktadır. Konunun tarih kısmını tarihçilere bırakarak, çalgılara girmeden önce, son bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim.
Son 20-30 yıldır Tahtacılar hakkında oldukça fazla yayın yapılmaktadır. Bu çalışmalardan biri de 2000’li yılların başında İzmir merkezli olmak üzere, Tahtacıların yayılmış oldukları tüm coğrafyada, “Anadolu Tahtacılarında Dans Müzik Çalgı ve Giyim-Kuşam Geleneği” adı altında yapılmıştır. Tahtacı kültür hayatı alanındaki çalışmaların azlığı düşünülürse bu çalışma, Halk Bilimi bakımından önemli bir araştırmadır. Alanlardan toplanan yüzlerce belge ve bilgi ne yazık ki kişisel kaprisler yüzünden kitaplaştırılamamıştır. Toplanan materyaller ise proje yürütücüsünün kişisel malına dönüşmüş, yürütücünün kundağında uykuya yatırılmıştır.
Zamanımızda Tahtacı genç kuşakları arasında her türlü çalgıya rastlamak olanaklıdır ancak Tahtacı müziği denildiğinde ilk akla gelen semah-mengi, çalgı ise bağlamadır. Bağlamanın her çeşidini Tahtacıların ellerinde görebilirsiniz. Gerek gündelik yaşamda gerkse dini nitelikteki toplantılarda (cemlerde) kullanılan yegane çalgı bağlamadır. Özellikle cemlerde bağlama, baba (dede) tarafından çalınır, şayet baba, bağlama çalmayı bilmiyorsa, bu iş bir sazende (sazandar-güvender) tarafından yapılır. Denizli ve Mersin Tahtacıları, cemlerinde bağlama çalmayı bilen biri yok ise güvenderlik görevini ut veya keman çalan birinin de yaptığını dile getirdiler. Keman’a kemene demekteler, tariflerine göre omuzda değil de kemane gibi diz üzerinde kullanmaktalar. Ancak araştırmalarımız sırasında biz, böyle bir örneğe rastlamadık. Tahtacılara özgü tesbit ettiğimiz çalgıları şu biçimde sıralıyabiliriz; Semah sazı (genellikle cura boylarında ancak büyük boylarda olanlar da vardır), Finfini, Deblek, Davul-Zurna.
SEMAH SAZI
Aydın-Nazilli-Alamut Köyün’de iki özgün örneğe rastlanmıştır. Özellikle cura büyüklüğünde olan dede sazı eski ve otantik çalgı idi. Bu konuda eski bir gelenek, otantik çalgılara ulaşmayı neredeyse olanaksız hale getirmiştir. Tahtacı geleneğinde ölen kişiye özel, sevdiği eşyaları, kendisi ile birlikte mezarına konularak gömülmektedir. Örneğin; evlilik çağında ölen genç kızlar, geleneksel gelinlik kıyafetleri ile gömülmektedir. Dedeleri veya güvenderleri öldüğünde, sazları ile birlikte gömülmekteler (Bu konu ayrıca araştırılması gereken, şamanizm zamanlarından kalmış eski bir gelenek olabilir). Şehir yaşamında ortadan kalkmış olan bu gelenek köylerde halen devam etmektedir. Bundan dolayı bir çok otantik orijinalliğe sahip çalgı günümüze kadar gelememiştir. İnceleyebildiğimiz eski çalgılar ise ölen dedelerin 2-3 çalgısından birinin yakınları tarafından hatıra olarak saklanması ile elde kalabilenlerdir.
Alamut’da şayet olanaklı ise semah sazı dedikleri çalgılarını çift olarak kullanmaktalar. Bu çalgılardan biri bir tür cura diğeri büyük boy bir bağlamadır. Büyük boy semah sazını çalan kişi asıl ezgiyi cura gibi çalmayıp, dem tutarak, bazan da nakarat kısımlarında (bir oktav pestten), küçük semah sazına eşlik etmektedir. Bu çalgı, 89cm tel boyuna sahip ancak elden geçirilerek tamamen günümüz çalgılarına dönüştürüldüğü için tarafımızdan dikkate alınmamıştır. Küçük semah sazı ise bir bakıma şef saz ve solist olarak asıl ezgiyi çalar. Bu çalgının tel boyu 63 cm dir, sap boyu 31,5cm, form boyu 38cm, form eni 13,5cm ve eşik yeri de 7,6cm dir. Çalgının perde ölçüleri de şu biçimdedir; alttan 1.teller La olarak alınır ise (tel boyu) 63cm, baş eşikten sonra 1.perde (si) 56,13cm, 2.perde (do) 52,98cm, 3.perde (re) 47,2cm, 4.perde (re#) 44,55cm, 5.perde (mi) 42cm, 6.perde (fa) 39,7cm, 7.perde (fa#) 37,46cm, 8.perde (sol) 35,36cm, 9.perde (la) 31,5cm. Bir oktavlık perde sisteminde la# ve do# perdeleri bulunmayan semah sazının akordu ise aşağıdaki biçimdedir.
1. Tel La-la (çift tel)
2. Tel la (tek tel)
3.Tel Mi-mi (çift tel)
FİNFİNİ
Bu çalgıyı ilk kez 2006 yılının mart sonunda, Mersin ilinde Kırtıl’lı Emre Tirik tarafından çalınırken gördük. Bundan bir kaç gün sonra da Mehmet Hakan Gündoğdu tarafından çalınırken gördük. O güne kadar bilinmediğini düşündüğümüz, bizim de ilk defa rastladığımız, Toros Tahtacılarının bu sevimli curası artık inişe geçerek yok olmaya yüz tutmuştur. Finfini’yi başka hiç bir Tahtacı grubunda görmedik. Finfini sözcüğünün bir sözlük anlamı yoktur, kendileri de sadece boyutlarının küçük olmasından dolayı bu adla andıklarını söylediler. Çalgıdan çıkan sesin hoş ancak düşük bir volumde olması, ses tınısının da finfin şeklinde taklit edilmesi bize, bir çeşit ses benzetmesi ile adlandırılmış olabileceğini düşündürdü. Kuşkusuz tellerin çok ince (0,15mm çapında) oluşu da tınısının şekillenmesinde az yada çok bir rol oynamaktadır. Finfini ile başka yörelere ait türküleri çalmaya kalktığımızda pek iyi duyulmadığını ancak Tahtacılar, kendi semah ve mengilerini çaldıklarında ise şahane duyulduğuna şahit olduk.
Finfini’nin tel boyu 43 cm dir, sap boyu 26,9cm dir ancak perdeleri 21,5cm de bitmektedir. Form boyu 20 cm, form eni 12,5 cmdir. Çalgı 3 grup, 5 tellidir, 3. teli zil teli olarak adlandırılmaktadır. Çalgının perde ölçüleri ise şu biçimdedir; tel boyu (La) 43cm, baş eşikten sonra 1.perde (La#) 40,6cm, 2.perde (sib2) 39,5cm (bu perdenin sonradan eklendiğini veya bemol perdesinin b2’ye dönüştürüldüğünü düşünüyoruz), 3.perde 38,3cm, 4.perde (do) 36,16cm, 5.perde (do#) 34,13cm, 6.perde (re) 32,21cm, 7.perde (re#) 30,4cm, 8.perde (mi) 28,7cm, 9.perde (fa) 27,08cm, 10.perde (sol) 24,12cm, 11.perde (la) 21,5cmdir. Finfini’nin perdeleri, diğer bağlamalar gibi (oynak perdeler hariç) tampere ses sistemine göre bağlanmaktadır (ancak bu noktada acaba ne zamandan beri? Diye sormadan edemiyor insan). Çalgı mengi ve semah akordu şeklinde iki ayrı akort düzeninde çalınmaktadır.
Mengi akordu
Semah akordu BKZ: altta
Finfini, La karar olarak adledilse de La diyapozonuna göre La# kararda kullanılmaktadır. Çalgıyı Si hatta Do karar seslerine çekmek de olanaklı görünmektedir.
DEBLEK
Deblek, daha çok Tahtacı kadınlarının, kına geceleri ya da pırtı biçme toplantılarında kullandıkları derili bir ritim çalgısıdır. Pırtı (kumaş) biçme, gelinlik kızın, düğününde giyeceği geleneksel kıyafetin kumaşlarının kesilerek gelin adayı üzerinde prova edildiği gecedir ki bu kadınların şarkılı-türkülü bir eğlence gecesidir. Bu gelenek de şehir yaşamında ortadan kalkmış, kırsal kesimlerde halen devam etmektedir. Tariflerine göre deblek, 35 ile 45 cm çaplarda, aşağı-yukarı bir bendir büyüklüğündedir. Deblek üzerine zil, halka , zincir gibi şeyler takılmaz, kasnak ve deriden oluşmaktadır. Bizim şahit olduğumuz pırtı biçme gecesinde kadınlar, deblek yerine 40cm çapında bir naylon leğen çalıyorlardı. Söylediklerine göre, debleklerinin derisi yırtıldığı için leğeni deblek gibi çalıyorlardı. Bu deblek ritim çalgısının kendisine rastlamadık ancak aktardıklarından Mersin Tahtacılarının da kullandığını anlıyoruz. Onlar da, yaklaşık 10 cm derinliğinde benzer tarifleri yine deblek adı ile anlattılar.
DAVUL-ZURNA
Tahtacıların kullandıkları davul ve zurnalarda onlara özgü otantik bir orijinallik yoktur. Kullanılan davul-zurnalar, onların yaşadıkları yerlerde yaygınlık gösteren Tahtacılara değil, o yörelere ait çalgılardır. Davullar genellikle orta boy, kasnak çapı 50cm’yi geçmeyen çalgılardır. Zurnalar ise Çanakkale’den tüm Ege de yaygın olarak kullanılan kaba zurnalardır. Bunlar her ne kadar kaba olarak adledilse de orta-kaba zurnalardır. Gerçekte kaba zurnalar yaygın kullanımdan düştüğü için orta-kabalar, zamanla, halk arasında kaba zurna adını almıştır. Bolahenk ney’in kullanımda olmamasından dolayı (curasına) bolahenk nısviye’ye bolahenk ney denmesi gibi. Benzer biçimde çöğürün kullanımdan düşmesiyle, curasının çöğür olarak adlandırılması gibi. Çanakkale ve Ege Bölgesi Tahtacıları genellikle Aydın zurnaları kullanmaktalar (Aydın, Muğla, Trakya ve Selanik yöreleri zurnaları birbirine çok benzer yapıdadır). Akdeniz Bölgesi Tahtacılarında ise halay zurnası denilen geniş kalaklı zurnalar görülmektedir ki bunlar da daha çok İç Anadolu’ya özgüdürler. Söz konusu zurnalarda Tahtacılara ait özgünlüklerin bulunmamasından dolayı daha fazla ayrıntıya girmeye gerek görmüyoruz.
Yeri gelmişken, Silifke-Türkmen “Köşeli Davul”u üzerinde de biraz durmak yararlı olacaktır. Bir çok yazıda (bunlara kaynak ya da belge diyemiyorum çünkü bizim bıçkın Araştırmacı Yazar Hocalarımız!, araştırmalarını genellikle masa başında veya öğrencilerine ödevler vererek yürüttüklerinden) “köşeli davul” hakkında “yakın zamanlara kadar kullanıldığı ancak günümüzde ortadan kalktığı…” v.b. biçimlerde bilgi verilmektedir. Gerçekte konu hakkında tek bir kaynak vardır, Ethem Ruhi Üngör’ün Yazdığı iki satır yazı. Konunun rahmetli Ethem Bey ile doğrudan ilgisi olduğundan, kendisiyle yaşadığımız bir anıya yer vermek istiyorum. Ethem Bey, Kadıköy’deki dairesinde bir sohbet esnasında sahada derleme yapmanın zorluklarından konuşurken, çöğür hakkındaki bir araştırmasından bahsetti. “Çöğür hakkında tam bir bilgi kirliliği var. Bazı yazarlar, tesbit ederek değil, duyduklarına göre hatta kendilerinden de bir şeyler katarak yazıyorlar…Sonuşta çöğür’ün Kütahya’nın Çöğürler Köyünde icat edildiğini yazacak kadar ileri gitmişlerdi….1973 Yılında kalktık gittik Kütahya’ya, Çöğürler Köyü’ne, bu köyün bizm çöğür ile en ufak bir ilgisi yoktu.” Rahmetli Ethem Bey, yaşadıklarını anlatırken, bu yazılanların zamanla birer belge haline geldiğini ve yaşadıkları gibi kötü sonuçlara yol açtığından yakınıyordu. Ne yazık ki Ethem Bey de (kesinlikle bilerek-isteyerek yapmadığından emin olduğum) benzer bir yanlış anlamaya neden olmuştur.
2000 Yılından itibaren Tahtacı kültürünü araştırmaya başladığımızda, özellikle Akdeniz Bölgesinde, gittiğimiz Tahtacı köylerinde, literatüre geçtiği söylenen köşeli davulu arıyordum. Köşeli Davul’un izine Mersin-Silifke-Kırtıl Köyünde rastladık. 2006 Yılında Kırtıl’lı Mehmet Hakan Gündoğdu ile bir kaç gün süren keyifli bir çalışma yaptık (O tarihte Yar.Doç.Dr. olan M.H.Gündoğdu, halen Mersin Üniversitesi Profesörlerindendir). Köşeli Davul konusu Mehmet Hoca’nın da dikkatini çekmiş, araştırmış. “Tahtacı folklorunda aslında köşeli davul diye bir şey yoktur” diyen Mehmet Hoca’nın anlattıklarını aşağıda aynen aktarıyorum.
Zamanında bizim akrabalar, İstanbul’a 40 yaş üstü olmak üzere, büyük bir halk oyunları gösterisine davet edilmişler (Mehmet Hoca, zamanı tarih olarak hatırlayamadı, 1970 olabilir, Ethem Bey’de 1970-Sertaç Er hediyesi diye bir kayıt vardı, 1-2 yıl daha eski de olabilir). Bütün ekip hazırlanmış, kıyafetler tamam, her şey hazır ama bir türlü davul ayarlanamamış. Zaten köy de iki tane davul var, birini alıp bir köye düğüne gitmişler, öbürü bilmem nereye gitmiş, sonuçta davul yok. Bizim insanlarımız biraz rahat ve geniştir, öyle her şeyi de dert etmezler….. Derken bizim akıllılardan biri, ahırdan inek bakmasını alıp altını çıkartmış (Ekere de denilen inek bakması, havra yani zenginleştirilmiş yem konulan ahşap kabın adı, 15-16cm derinliğinde 40x40-45cm boyutlarındadır), kasnak haline getirdiği bakmanın iki yüzüne derileri gerip, davulu yapmış. Taşıması kolay olsun diye kasnağın üzerine iki de delik delip, ipten kulp yapıyermiş. Bu davul bizim ekibin işini görmüş ama İstanbul da onu görenler uzun uzun incelemişler. Hatta bir amca onu ısrarla satın almak istemiş. Bizimkiler para ile satmaya utanmış, gösteriden sonra davulu o kişiye hediye etmişler. Sonradan öğrendik ki bizim inek bakması, köşeli davul olarak literatüre geçmiş. O davulu buralarda bir daha ne yapan, ne de gören oldu.
Mehmet Hoca, bizzat konunun içerisinde olmadığı için olayı mişli geçmiş zaman olarak anlattı. İşte bizim ve diğer merak edenlerin de bulamadığı, bulamadığı için de günümüzde kaybolmuştur dediği köşeli davulun hikayesi buymuş. Yani akıllının ya da Tahtacının biri, kuyuya bir taş atmış, kırk deli onu kırk yıl arayıp durmuş. Son zamanlarda azaldı ancak yakın zamana kadar, her iki yılda bir, öğrencinin biri gelip, araştırma ödevini yapmak için benden köşeli davul hakkında kaynak istiyordu. Ne güzel! Bundan böyle gelenlere, “Musiki Dergisi.com veya net”e bakın diye kaynak göstereceğim.