Bugün - Tuesday, March 19, 2024
Foto Galeri
Video Galeri
Firma Rehberi
Künye
Reklamlar
Üye İşlem
 Bize Ulasin
www.musikidergisi.com Logo
-
İstanbul 27°°C
Yazar Detayları

Süleyman Şenel

Süleyman Şenel - “Üzeyir Hacıbeyli“ yâdıma düştü bugün...

“Üzeyir Hacıbeyli“ yâdıma düştü bugün...
Yazı Tarihi: Sunday, March 25, 2018

Türklük dünyasının tükenmez ziyâsı Üzeyir Hacıbeyli [1885-1948]’nin, duygu dünyasında gezinmeyen yok gibidir ülkemizde; ama, bunu çoğunlukla bilmeyiz.

Sözgelimi, onun; Azerbaycanlı şair/mütefekkir Ahmet Cevat Bey'in sözlerini yazdığı “Çırpınırdın Karadeniz” mahnısını işitmeyeniniz var mıdır?

Bendeniz, çoğu akranım gibi, daha çocukluk yaşlarımda, Anadolu’nun herhangi bir köşesinde yakılmış bir türkü gibi işitmiş ve mırıldanmışımdır bu mahnıyı. Üzeyir Bey'in duygu dünyasına girdiğimi bilmeden...

"Çırpınırdın Karadeniz", mahnısı Türkiye’ye ne zaman gelmiş; doğrusu bilmiyorum. İçime sinen güvenilir bir bilgiye de rastlayamadım henüz; ama, olsun! Hafızamıza yerleşmiş ya bir kez!

Yine de Dr. Alaeddin Yavaşça hocamdan öğrendiklerimi aktarayım kısaca...

O malum soğuk savaş yıllarında, "Leylâ" ve "İbrahim" adlı, kumpanyacılıkla geçinen iki Azerbaycanlı halk sanatkârı getirmiş Türkiye’ye bu mahnıyı Alaeddin Bey'in söylediğine göre. Anadolu’yu karış karış dolaşan Leylâ ve İbrahim, gittikleri her şehirde, programlarının sonunda bu mahnıyı ağlayarak okurlar; istek gelirse bir daha, bir daha okurlarmış.

Farklı farklı şehirlerde yaşadıkları halde, Leylâ ve İbrahim’in ağzından söz konusu mahnıyı delikanlılık çağlarında işiten iki müzik adamımız: merhum Veli Kanık [Orhan Veli Kanık’ın babası] ve Dr. Alaeddin Yavaşça; taze hafızalarına nakşettikleri o beste ve güfteye ait parçaları İstanbul Radyosu'nun bir tonmaister odasında birleştirerek, şimdiki eseri ortaya çıkarmışlar.

Alaeddin Yavaşça, bu eseri ilk olarak 1951 yılında 78 devirli bir plağa okumuş; sonra da diğer sanatçılar seslendirmişler... Okuyanların çoğu da eski TRT kökenli sanatçılar... Eser, bu yolla Türkiye'de sevilmiş. 2000'li yıllara gelindiğinde ise Balkan Türkleri, Kafkas halkları, Kuzey Irak ve Suriye Türkmenleri, İran Azerileri arasında büyük bir hızla yayıldı; hatta Ahmet Cevat’ın şiirinde yer almayan, farklı anonim kıtalar ve nakaratlar da ezgiye döşendi. Eser, tam manasıyla bir folklorik oluşum ve değişim sürecine girdi. Bu süreç bugün de devam etmekte.

Alaeddin Yavaşça hocamızın bize verdiği bu değerli bilgilere nazaran; yukarıda: "Çırpınırdın Karadeniz mahnısı Türkiye’ye ne zaman gelmiş; doğrusu bilmiyorum. İçime sinen güvenilir bir bilgiye de rastlayamadım henüz"; dememin sebebi ise, bu  mahnının, 1950'lerden çok daha evvel yayınlanmış notalarına, bazı müzik kitaplarının sayfaları arasında rastlanıyor olmasından dolayı. Ülkemizde "taş plak" diye de tanımlanan 78 devirli plâkların bazı kataloglarında da görülüyor.

Size ilginç gelecek ama; Alaeddin Yavaşça'nın plâğa okumasından sonra, bu kadar geniş bir sahaya yayılan bu eser; Azerbaycan’da, 1990’lı yılların başlarında bilinmiyordu, büyük ihtimalle de unutulmuş/unutturulmuştu... Bana Bakü'de bu bilgiyi veren Ü. Hacıbeyli uzmanı değerli dostlarım şükürler olsun ki hayattalar; o günleri zikreden basılı belgeler de elimizde mevcut. O günlerin şahidi olan kıymetli şahsiyetlerin başında da değerli dostum, Üzeyir Hacıbeyov Ev Müzesi Direktörü Bestekar Serdar Ferecov geliyor. Eski Ev Müzesi direktörü Saadet Karabağlı da, değerli bestekar Aydın Azimov da, Dr. Suraya Agayeva da, Prof. Gülnaz Abdullazade de, Prof. Hacer Babayeva da iyi bilir.   Vd....

Aslında bu mesele; başlı başına bir yazı olacak kadar zengin ve kaynakları da bol bir konudur... Bu işi bir başka zamana ve zemine bırakalım ve belgelerini de o zaman yayınlayalım.

Leylâ ve İbrahim’in hayatı hakkında da hemen hiç bir şey bilmiyoruz. Diyelim ki onlar, hâfızalarında yaşattıkları mahnıları, vatan özlemiyle terennüm eden karı-koca "Azerbaycan Türkü" idiler. Yıllar yılı Kafkaslardan Anadolu’ya göçüp de kültürel yaşantılarına ait manevî değerlerini hafızalarında taşıyan binlerce muhacir soydaşımız gibi...

“Çırpınırdın Karadeniz” mahnısı kadar olmasa da, Azerbaycanlı soydaşlarımız tarafından şifahî yollarla ülkemize taşınan başka sözlü/sözsüz müzik eserleri de var. Gerçi bu husus da bir başka yazının konusu; ama, olsun! Onlardan birini de zikredelim yine yeri gelmişken: “Çadıra alam başıma saram”...

Artvin’de yapılan bir saha araştırmasında derlenen “Çadır alam başıma saram” mahnısı, “Arşın Mal Alan” musikili komediyasından çıkma bir epizodik ezgi. İlginç olan ise, zamanla, halk arasında oyunlu bir halk mahnısı haline dönüşmüş olması. Ezginin güftesi ise, olay kahramanı "Asker" ile "Halası (yani Teyzesi)" arasında geçen bir diyaloğu anlatıyor.

“Çadır alam başıma saram” ezgisinin yer aldığı “Arşın Mal Alan” musikili komediyası da Üzeyir Hacıbeyli’nin erken dönem bestelerinden biri. 1913 yılında bestesi tamamlanmış. Librettosunu da Üzeyir Hacıbeyli yazmış.

Bakü’de sahnelendiği ilk günden itibaren çok sevilen bu eser, 1920’li yıllarda İstanbul’da, ardından 30'lu-40'lı yıllarda Ankara'da sahneye konmuş, çok da alkışlanmış. Bu eserin İstanbul’da, harf inkılâbından önce basılmış olan birkaç yaprak notası da mevcut…

Türkiye’nin farklı şehirlerinde zaman zaman sahnelenen Arşın Mal Alan komediyası; İstanbul'da, yakın zamana kadar, sayın Şenol Demiröz'ün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı zamanında ve merhum Arda Aydoğan arkadaşımızın Genel Sanat Yönetmenliğinde, Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda da birkaç yıl boyunca sahnelenmişti. Ve bu sahneleme işinde de, bilhassa Azerbaycanlı müzisyenlerin büyük katkısı olmuştu. Yine aklıma gelmişken söyleyeyim... Bilhassa 1960’lı yıllardan bugüne gelene kadar ülkemizde yaşayan Azerbaycanlı müzisyenlerin/eğitimcilerin, ülkemiz müzik kurumlarına ve kültür-sanat hayatımıza yaptığı emsalsiz hizmetler de oldukça renkli ve malzemesi zengin bir araştırma konusudur. Dilerim bu konuda da birileri ciddi çalışmalara imza atar.

"Üzeyir Hacıbeyli" diyorduk!

"Üzeyir Hacıbeyli" adına, bilhassa geçen yüzyılın basılı kaynaklarında çok az rastlarız ülkemizde nedense. Bibliyografya bilgime güvensem de, yayınlar içinden öyle dişe dokunur birkaç tanesini hatırlamakta zorlanırım. Gerçekte, sadece Üzeyir Hacıbeyli’nin hayatı için değil; Azerbaycan musiki hayatı için de, 1990’lı yıllara kadar oldukça az oranda ve nitelik bakımından da yetersiz yayınlar yapılmıştır güzel ülkemizde. Kütüphanelerimiz de oldukça fakirdir ne yazık ki.

İşte!

"Üzeyir Hacıbeyli" adının; Türkiye'mizde yakın geçmişe kadar nasıl tanındığının kısa bir serencamı... Başka bir deyişle folklorik oluşum ve yayılma sürecine girmiş "Bestekâr Üzeyir Hacıbeyli" bestelerinin, ülkemizdeki hazin öyküsü.

* * * 

Mesela, Şubat 1932’de, Azerbaycan Yurt Bilgisi dergisinde, “Azerbaycan’ın Son Musiki Hareketleri” başlıklı bir makalesi yayınlanan Mahmut Ragıp Gazimihal, Üzeyir Hacıbeyli’den;

 Azerbaycan’da senelerden beri musiki inkılabı fenerini elinde tutmuş olan zat –     ilk mefkûrecisi- Üzeyir Bey’dir. Bu itibarla mevkiinin ehlidir...

diye söz eder. Metinde, başka bilgiler de var:

Esasen Kafkasya’daki musiki yeniliklerinin çoğu Azerbaycan’dan çıkmıştır. Üzeyir Bey’in Milli bir opera mektebi teşkili hususundaki faaliyetleri de bu ilk teşebbüslerden biri değil midir? Fakat, son Azerbaycan musiki hareketinin; mesela, Gürcistan’daki hareketten geri kalmış olması da aynı kuvvette bir hakikattir. Bunun sebebi, bilâşüphe, Çarlık Rusya’nın Hıristiyan Kafkas şehirlerinin musiki tekemmülüne tercihen yardım göstermek siyaseti olmuştur; ilk büyük Konservatuvarı Tiflis’te açmışlardı. İstidat ve eserlerinden bile takdirle bahsedildiğini gördüğümüz Üzeyir Bey’e kontrapuan, füg, orkestrasyon, estetik gibi âlî bestekârlık bahislerinin vaktinde öğretilmemiş olmasından işte hep bu falso Çarlık siyasetleri mesuldür. Üzeyir Bey, teknik, tahsil seviyesi itibariyle Bakü’nün Muhlis Sebahattin Bey’i derecesinde bırakılmıştı. Çok yazık! Azerbaycan teşekkülü arkasından ise vaziyet kâmilen değişmiştir.

Gazimihal, makalesinde; Hacıbeyli’nin, özellikle yol arkadaşı Müslim Magomayev ile birlikte notaya aldıkları çok sayıda halk musikisi örneğinden bahsediyor. Amacı, 1927 yılında yayımlanan Azerbaycan Türk El Nağmeleri adlı kitabı tanıtmak aslında.

M. R. Gazimihal’in yayımladığı başka yazılarla birlikte, 1990’lı yıllara gelene kadar ülkemizde yayımlanmış yazıların çoğunda, gerek Azerbaycan musiki hayatı ve gerekse "Üzeyir Hacıbeyli" adı, daha çok halk musikisi araştırmacılığı ya da faaliyetleri açısından değerlendiriliyor. Hacıbeyli’nin hayatından söz eden yazılarda ise yüzeysel, hatta yalan-yanlış ve duygusal bilgiler de çok.

Burada bir bilgi daha vereyim...

1997 yılında, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde yayınlanan “Hacıbeyli, Üzeyir” maddesini yazmak için Türkiye’de yayımlanmış hiçbir basılı kaynaktan tatmin olamamış, Azerbaycan’dan getirdiğim kril harfli kaynakları Türkiye Türkçesine aktarmak ve elde ettiğim bilgileri de kendi aralarında karşılaştırmak zorunda kalmıştım.

1990 yılının Ekim ayında Azerbaycan’a giderken, işte böylesine yetersiz kaynaklarım vardı yanımda. Ancak, daha ilk günlerden itibaren, gerek Azerbaycan’ın musiki hayatı ve gerekse Üzeyir Hacıbeyli’nin hizmetleri hakkında ne kadar az şey bildiğimi, dolayısıyla da Türkiye’de bilinenlerin ne kadar sıradan şeyler olduğunu fark etmeye başladığımda ise utanmayla karışık ürkmüştüm de. Zira, kapısını aralamaya çalıştığım hemen her konunun, kavramın, düşüncenin, kurumun ve kurumsallaşmanın temelinde hep Üzeyir Hacıbeyli’nin adı karşıma çıkmıştı. Ve Azerbaycan profesyonel musikisi hayatının temellerinin atılmasında, çoksesli musiki bestelemenin esaslarının ortaya konmasında, eğitim ve öğretim kurumlarının açılmasında, musiki şubelerinin hayata geçirmesinde, pek çok koro ve orkestranın teşkil edilmesinde de hep Üzeyir Bey’in öncülüğü, rehberliği ve emeği vardı.

Sözgelimi şimdi Azerbaycan Musiki Akademiyası olan Azerbaycan Devlet Konservatuarı’nın kurulması (1921); sonradan Teknikum’a yani Liseye çevrilen ve ardından da Konservatuvarla birleştirilen Azerbaycan Türk Musiki Mektebi’nin kurulması (1922); Konservatuvar bünyesinde Musiki-Nazariyye Fenleri Pedagogluğu Şark Musikisi Şubesi’nin kurulması (1921); Cumhuriyet Halk Maarif Dairesi İncesenet Şubesi Musiki Bölmesi’nin kurulması (1921-1922); Azerbaycan Devlet Musiki Teknikumu’na bağlı bir opera sınıfının teşkil edilmesi (1922); Azerbaycan Devlet Konservatuvarı Çoksesli Talebe Korosu’nun kurulması (1926); sonradan Müslim Magomayev adını alan Bakü Şehir Filarmonisi Azerbaycan Devlet Korosu’nun kurulması (1936); SSCB İlimler Akademisi'nin Azerbaycan Şubesi İnce Senet Bölmesi’nin kurulması (1944)...

Âşık Sanatının bir disiplin altına alınmasına dönük uygulamalardan biri olan ve 1928 yılında ilki gerçekleştirilen Azerbaycan Âşıkları Kurultayı'nın toplanmasında da; Notalı Halk Çalgı Aletleri Orkestrası’nın (1931) ve Kadınlar Kulübü Halk Çalgı Aletleri Orkestrası’nın kurulmasında da onun engin fikirleri vardı…

Çok sayıda koro ve musiki derneğinin kurulmasına öncülük eden ve yönetiminde söz sahibi olan yine Üzeyir Hacıbeyli idi.

Geleneksel çalgıların standardizasyonuna dönük çalışmaların ve bir orkestra çalgıları kimliğinin oluşmasında da büyük ölçüde Üzeyir Hacıbeyli’nin düşünceleri hakimdi.

* * *

Şüphesiz Üzeyir Hacıbeyli’nin ve hizmetlerinin, onun içinde bulunduğu siyasî, iktisadi ve kültürel şartlara göre değerlendirmesi şarttır ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde çok yönlü faktörlerin olduğu da tartışılmazdır.

Üzüldüğüm taraf şudur ki Türkiye’de, onun başardığı bu ve benzeri çalışmalar ya oldukça gecikerek gerçekleştirilebilmiş ya da günümüze değin aynı ölçülerde hâlâ başarılamamıştır.

* * * 

Henüz Sovyetler Birliği'nin dağılmadığı günlerde; 1990 yılının son çeyreği ile 1991 yılının ilk çeyreği arasında Azerbaycan’da bulunduğum altı aya yakın süre zarfında gördüğüm şudur ki; Azerbaycanlı meslektaşlarımız da aynı şekilde, Türkiye’nin yakın ve uzak geçmişindeki musiki hayatı hakkında yeterli bilgilere sahip değillerdi. Basılı kaynakları da bizdekiler gibi oldukça az ve eskimiş bilgilerle doluydu. Dahası onların kaynaklarında da eksik, yanlış ve kulaktan dolma bilgilere rastlanabiliyordu.

Bu sonuçtan, her iki ülkenin kültür-sanat hayatı adına alınacak çok büyük dersler olduğunun altını çizmek gerekir.

Tabii, bu durumun çok taraflı sebepleri var. Belki de en önemli sebep, 1991 yılına kadar kapalı kapılar ardında yaşanan 70 yılı aşkın bir sürenin, bilgi akışı yapılamayan kayıp yıllar hanesinde kalmasıdır.

Azerbaycan’da okuduğum hemen her yazının ya da konuştuğum hemen herkesin derin bir saygı ve sevgi ile Üzeyir Bey’den “ölümsüz bir deha” olarak bahsetmesi de, benim en çok etkilendiğim hususlardan birisi olmuştur.

Bu sevgi ve saygı öyle zannediyorum ki tarihte çok az insana nasip olmuştur. Ben bunu, Azerbaycan kültür-sanat hayatında, çok kısa sürede başarılan büyük işlere ve halkın duygu ve düşünce dünyasına duyulan büyük muhabbete bağlıyorum öncelikle.

Bilimde ve sanatta ileriyi görebilmek ve toplumun sesi olabilmek, işin özünü oluşturuyor.

Şüphesiz ki, Ü. Hacıbeyli’nin çok yönlü kişiliğinin de bunda çok büyük etkisi var.

Halkınduygu ve düşünce dünyasını kavrayabilmek” sözünün, Üzeyir Hacıbeyli gibi deha bir kültür-sanat adamı için öyle sihirli bir söz olduğunu da düşünmüyorum.

O’nun için: “İçinde yaşadığı toplumun sesi oldu”, demek daha doğru bir yaklaşım olur bence. Bunu da, ilk musiki tahsili konusundaki sözleriyle de itiraf ediyor zaten:

Ben ilk musiki tahsilimi uşaklık zamanı Şuşa’da, en yakşı hanende ve sazendelerden aldım. O vakit ben “muğam” ve “tesnif” okuyordum. Sesim hanendelerin hoşuna giderdi. Onlar beni okutur ve öğretirlerdi...

Üzeyir Hacıbeyli’yi, içinde yaşadığı toplumun sesi olmak düşüncesi ile tanımlarken, esas vurgulamak istediğim konu, onun bestecilik yönü ile ilgili... Bu yönü hakkında da şunları söylüyor merhum Hacıbeyli:

Benim yaratıcılığımda Mirze Feteli’nin yazdığı eserlerin büyük tesiri olmuştur. Şuşa’da Haşim Bey Vezirov’un rehberliği ile o zamanki ileri gelenlerin bir yere toplanıp Ahundov’un “Vezir Han Serabı” komedisini sahneye koyduklarını iyi hatırlıyorum. Mirze Feteli’nin piyesi, kah mektep binasında, kah şehrin Ermeni tarafındaki “Han Demirov Kulubü” olarak adlandırılan binada sahnelenirdi. Mirze Feteli piyesleri bende ilk kez bir tiyatro eseri yazmak hevesi uyandırdı.

Üzeyir Bey’in bestelediği eserlere karşı duyulan sevgi ve saygı, şüphesiz halkın anlayabileceği bir dille meydana getirilmiş olmasına bağlıdır. Musiki inkılâbındaki geçiş dönemi için ortaya konan kültürel ve sanatsal politikaların temelini de öncelikle ve önemle bu düşünce oluşturuyor sanki. Zira Hacıbeyli’nin ifadesine göre; uluslararası olmanın yolu, milli karakterden mahrum olmayan ve herkesin anlayabileceği bir musiki meydana getirmekten geçiyor.

Besteleme dilinden söz ederken; Bakü’de, niçin ve kim tarafından götürüldüğümü hatırlayamadığım birkaç düğün ve toplantıda karşılaştığım bir manzarayı da yeri gelmişken anlatmak isterim.

Genellikle bu çeşit düğün ve halk toplantılarında adeta sıradan çalgıcılardan oluşan ve "klarinet", "garmon", "tar", "kamança" ve "nağara" gibi dört-beş çalgıdan meydana gelen halk çalgı orkestraları sahneye geliyor ve halkı eğlendiriyorlardı. Muhtemelen bugün de aynıdır. Bu toplantıların hemen hepsinde çalgıcılar ilk önce uzun sayılabilecek, çok hoş ve hoş olduğu kadar da insanda hamaset duyguları uyandıran enstrümantal bir ezgiyi ezbere ve büyük bir uyum içerisinde çalıyorlardı. Salonda bulunanlar da hep birlikte ayağa kalkarak ve sağ yumruklarını havaya kaldırarak, sessizlik içerisinde bu eseri dinliyorlardı. Adeta İstiklal Marşı dinler gibi, yerlerine çivilenmiş vaziyette... Bu enstrümantal eser, Üzeyir Hacıbeyli’nin Köroğlu operasının üvertürü’nden başka bir şey değildi.

İster istemez aklıma gelmiştir, bizim ülkemizde hangi bestekârımızın bir operasının ya da her hangi bir senfonik eserinin bir pasajı halk tarafından ezbere biliniyor veya amatör topluluklar tarafından ezbere çalınabiliyor?

Bu sonuç, halkın dili ile bestelemek prensibinin bir tezahürü, hatta ta kendisi değil midir?

Halkın dili ise, bir gelenek içinde asırlardır yaşatılan musiki dili, melodik zenginlik, biçimsel çeşitlilik, türel kimlik ve mutlak surette halk kültürü yaşantısında yer alan manevi unsurlardır.

Gerçekten de Hacıbeyli’nin eserlerinde hiciv ağırlıklı mitolojik ve tarihi konular yanında, dini, siyasi ve güncel konular, özellikle de aile konularına çokça rastlanılır. Halk mahnıları, halk raksları, muğam sanatı örnekleri ve türleri ile aşık musikisi örnekleri, eserlerini çokça süsler.

Gerek tercih ettiği edebi biçim ve temalar bakımından ve gerekse de halkın duygu dünyasını okşayan melodik, metro-ritmik ve müzikal biçim tercihleri bakımından ortaya konan besteleme dili, tamamen Üzeyir Hacıbeyli’nin kendi üslubunu yansıtır. Tekrar ifade  edelim ki, temel hedef; daima halkın anlayabileceği bir musiki dili ortaya koymaktır.

Bu bağlamda, opera sanatının kuruluşuna ve halkın çoksesliliğe giden yolda eğitilmesine dönük uygulamalarda, Hacıbeyli’nin ve onu takip eden bestekârların besteleme, orkestralama ve kurgulama biçimlerinin mutlak surette irdelenmesini öneririm genç meslektaşlarıma. Zira, muğam operaları dönemi, başlı başına irdelenmeye muhtaç bir konudur, bilhassa da Doğu halkları ve yakın İslam coğrafyası için.

Zira; destgâhlardan geniş ölçüde istifâde edilen; solo okumalarda muğamlardan, koro okumalarda tesniflerden yararlanılan; temel kurgulamalarda ise, şabeh adı verilen musikili dini merasim oyunlarına, ritüellere bağlı kalınan muğam operalarının; sadece Azerbaycan için değil, aynı zamanda bütün Doğu âleminin ilgisini çekecek yönleri vardır.

Yine, muğam operası ile iç içe geçen bir dönem için, musikili komediyalar/operetler de, Hacıbeyli’nin bestecilik anlayışı içinde ele alınması gereken konulardan biridir. Geleneksel musiki üslubundaki besteleri, özellikle âşık ve muğam sanatlarından yararlandığı  eserleri; onun sadece bestecilik tekniği yönünden değil, aynı zamanda Azerbaycan musiki hayatının önünü açmak ve dinleyicilerin zevk seviyesini geliştirmeye dönük örnekler olarak da değerlendirilmelidir. Zira bu eserler de, özünde, yüksek bir kültür düşüncesi barındırır.

Dahası; Üzeyir Hacıbeylı'nin irili ufaklı mahnıları, marşları, kentetleri, fantezileri, piyesleri, romansları/gazelleri de; onu halka ve halkın anlayacağı dile yakınlaştıran başlıca türler/eserler olarak zikredilebilir.  

Hacıbeyli'nin özgün arayış ve uygulamaları yanında, bestekârlık ufkunun genişliği ve halk dilinde musiki yaratmak ideali de, bu tabloda daha net açığa çıkar; ve geleneksel musikinin karakteristik dinamiklerinin mevcudiyeti burada daha net görülür. Bu yönü ile halkının sanatını iyi derecede tanıyan ve musiki folklorunun verilerinden de büyük ölçüde yararlanan bir sanat ve fikir adamı ile karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız.

Azerbaycanlı meslektaşlarımız gibi ifade etmek gerekirse Hacıbeyli’nin, folklorik verilerden en yoğun yararlandığı dönem “İnkılap öncesi” dönemdir. Bu dönem, adeta onun pişme dönemidir. “İnkılap Sonrası” olarak ayrılan hayatında ise, adını dünyaya duyurmayı ve kendi bestekârlık üslûbunu yaymayı başarmış bir bestekâr-pedagog, teşkilatçı bir lider ve siyâset adamı kimliği öne çıkar. Yani birinci dönemde kazandığı donanımlarını, ikinci dönemde çeşitli yönlerden daha verimli kullanmayı başarmış bir şahsiyet olarak görülür Hacıbeyli.

Bu bağlamda, ölümünden kısa bir süre önce yayımladığı Azerbaycan Halk Musikisinin Esasları, adlı kitabı da, bestekârlık anlayışının bir ürünüdür Üzeyir Hacıbeyli’nin. Zira bu kitabın yazılma önceliği de, Azerbaycan makam nazariyatını ortaya koymaktan çok, halkın anlayacağı dilde musiki bestelemenin kaidelerini ortaya koymak düşüncesine dayanır.

Ancak, gerçek olan bir şey vardır ki, böyle bir kitabı yazabilmek için Şark musikisi tarihinin nazarî kaynaklarının ve geleneksel musiki dinamiklerinin iyi analiz edilmesi gerekir. Üzeyir Bey’in bu konuda ortaya koyduğu perspektif ise son derece başarılıdır. Düşüncesinin özünde de Doğu ve Batı musiki geleneğinin gelişimi çizgisinde; Avrupa ve Rus bestecilik okulu sistemlerini bağdaştırmak düşüncesi yatar.

Nitekim Ü. Hacıbeyli; bu kitabının birinci kısmında tetrakordların birleşme usullerini ve Azerbaycan megam dizilerinin kurulma kaidelerini ortaya koymakla, aslında halk üslubunda musiki bestelemenin kaidelerini açıklar musikişinaslara. Bu iki temel düşüncenin meyvelerini ortaya koyan faktör ise, Hacıbeyli dünyasına göre geleneğin devamlılığı ve çağdaş eğitim normlarıdır. Zira, Azerbaycan’ı da içine alan Şark musikisinin nazari kaynaklarını bugünün anlayışına göre yorumlayarak elde edilebilecek sonuçlarla; yani Safiyuddin ya da Maragalı Abdülkadir’in, hatta Mir Möhsin Nevvab’ın muğam nazariyelerinden çıkartılabilecek sonuçlarla, Üzeyir Bey’in ortaya koyduğu besteleme sistemini ve tekniğini her yönüyle bağdaştırabilmek zordur. Yakın geçmişte, gerek Türkiye’de ve gerekse kimi doğu ülkelerinde geleneksel musikinin icra prensiplerinden Avrupa musikisi sistemi normlarına doğrudan veya kısmen bağlı bir musiki nazariyatı yaratma çabaları da bu çerçevede değerlendirilebilir.

***

Bugün yadıma, Türklük dünyasının tükenmez ziyası Üzeyir Hacıbeyli düştü.

 Üzeyir Hacıbeyli hakkında söylenecek çok söz var. Okuduklarım, bildiklerim, bilemediklerim, düşündüklerim ya da yanıldıklarım hep doğruya varmak için.

Ama, Üzeyir Bey’in hayatı hakkında yazılan ve/veya onun kaleminden çıkan ciltler dolusu satırlar, onun gerçek değerini ortaya koyan tanıklardır. Keşke o kitaplardan bazıları Türkiye Türkçesine de çevrilebilse ve onun tercihleri, yaşadığı dönemin ibretlik belgeleri olarak ülkemizin kör gözlü ziyalılarına tanıtılabilse.

Zira onun, ufku göz alabildiğine geniş olan düşünce dünyasından öğrenebileceklerimizin sınırı yok! Sanatın felsefesi ve siyaseti de bunun içinde...

Siyâset dedim de, Üzeyir Hacıbeyli’den söz eden basılı kaynakların en az değindikleri konunun, onun siyasi hayatı olduğunu biliyor musunuz? Ben şahsen fazla bir şey bilmiyorum.  

Ancak, eğer Üzeyir Hacıbeyli bugün hayatta olsaydı, siyasetin sanat üzerindeki etki ve gücünden ziyade, sanatın kendi siyaseti ile siyaset yapmanın kazançlarının neler olabileceğini sormak isterdim kendilerine. Alacağım cevabı da Türkiye’de, sanat üzerinden siyaset yapanlara ve kültür-sanat politikalarını ortaya koyamayan siyasilere ithaf etmek isterdim.  

Zira; Üzeyir Hacıbeyli dehasının, biraz da, sanatın siyasî yörüngesini iyi çizip, açmazları çözmede siyasetten yararlanmayı iyi bilen bir kişilikte saklı olduğu düşünmüşümdür hep. Aksi halde, birkaç ömre sığdırılabilecek bunca örnek ve emsalsiz işi 63 yıla sığdırabilen bir kültür-sanat adamının başarısını ölçecek gücün sırrını bulmak imkansız gelir bana.

* * *

Üzeyir Hacıbeyli'nin aziz hatırası önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor; bana çok şey öğreten Azerbaycanlı dostlarımı ve varlığını hatıralarımda yaşattığım ölümsüz âlim ve sanatkâr büyüklerimi hürmet, rahmet ve minnetle yâd ediyorum. 

[23 Mart 2018/Sarıyer].

_______________________________

Not. Üzeyir Hacıbeyli'nin geniş biyografisi ve hakkında yazılan bazı kaynakların referansları için bkz.: Süleyman Şenel, “Hacıbeyli, Üzeyir”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, C.  14, s.500-502.

 

 
İletişim E-Posta: - Telefon:
 
Yorumlar
*** Yorum Yaz
Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın.

Diğer Yazıları

Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Nida Tüfekçi: Türkülere kanat çırpan bir sırça yürek…
“Üzeyir Hacıbeyli“ yâdıma düştü bugün...
Atatürk'ün kendi sesinden bir türkü plağı var mıdır?..
Ali Osman Öztürk'ün Kaleminden “Türküyü Okumak“ ...
“Folklor Dersleri - Halil Bedi Yönetken“ Kitabının Yayınlanması Münasebetiyle…
Diğer Yazarlar

Münih LMU Müzikoloji Enstitüsü’nde "Gültekin Oransay" rafı...
Kitabu İlmi'l-Musiki Alâ Vechi’l-Hurûfât'ın müellifi kimdir? -16-
Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
Fazıl Say'ın Feyzi Erçin'e desteği…
Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Yazılarınızı bekliyoruz... Musiki Dergisi
Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Yeni YÖK’ün ve değerli başkanı Sn. Saraç’ın övgüye değer kararı: Müzik öğretmenliği açısından yapıcı bir değerlendirme…
Serhanende Nurettin Çelik ...
Meragi niçin 24 şube dedi? Hurufilikten etkilendi mi?..
Çevrimiçi Türk Halk Musikisi Videoları: "Konma Bülbül Konma Nergis Daline"
Günün Sözü
"80 yaşında teyzem unutulmuş, artık bilinmeyen çalgısını sandığından çıkarıyor ama ne çalgı çalıyor, ne de teyzem çalgıyı çalabiliyor. İşte çalgının unutulması böyle bir şey"
(Ayhan Sarı)
Yazarlar 
Röportajlar
Fırat Kutluk “Neden Müzik Dinleriz?“...
Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı?  Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun? Fırat Kutluk - ...
»
»
»
Tarihte Bugün
Arşiv Arama
Facebook
Anasayfa
Site Haritasi
Sitenize Ekleyin
RSS Kaynagi
Hakkimizda
Reklamlar
Künyemiz
Facebook
Twitter
Bize Ulaşın
Copyright ©2013 - Tüm haklari sakli tutulmaktadir.
Bu sitede yayinlanan tüm resim, materyal ve içerigin telif haklari tarafimizca sakli olup izinsiz alinip kullanilamaz.
0.33ms