TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, Memleketim FM ve TRT Türkü’de yayına girecek olan programımız “Eski Havalar” ile 07 Ocak 2015’ten itibaren her Perşembe akşamı saat 22.00’de sizlerle olacağız.
Hiç kuşku yok ki memleket insanının kendisini en içten, en yapmacıksız, en tabii şekilde “ifade ettiği” alan, türkülerdir…
Bu yüzden türküleri tanımak, dinlemek, sevmek, anlamaya çalışmak, o türküleri yakan insanlara gönülde geniş bir yer açmak demek…
Türkünün aslı, esası sözdür.
Türkü söyleyen insan, bir “söz” söylemek derdindedir…
Bu söz onun, halini, ahvalini, gönlünü, halet-i ruhiyesini temsil ve ifade eder…
Kuşkusuz türkünün olmazsa olmazı, “ezgi”sidir… Çünkü türküler, “ezgiyle söylenmiş söz”lerdir…
Söz ile ezginin “beraberliğinden”; sözün ezgiye “koşulmasından” doğar, türküler...
Bu yüzden, türküleri “zaman”da ve “an”da gerçekleşen bir yolculuk olarak algılamanın mümkün olduğunu düşünürüm, hep…
“Seyyah” olan sözdür; ezgi, sözün yoldaşı, refakatçisidir.
Hafızanın ve hatırlamanın; sözü belleğe “nakşetmenin” vasıtası, dayanağı ezgidir…
Hem hatırlamaya yardım eder, hem de hafızanın “soluklanması”na…
Sözün taşıdığı, belki de sakladığı, özenle gizlediği “mana”nın, mesajın ve hatta sırrın açığa çıkmasını sağlar… Derin sözlerin, derin ezgileri vardır…
Hani “mani” deyip geçiveririz ya… “Mani”, mananın “saklandığı”, kendini “sakındığı” yerdir… Manide saklı manayı anlamak için, anlamaya dair bir maninizin olmaması gerekir… O yalınlıktaki, o duruluktaki anlamı yakalayabilmek için, manaya yoğunlaşmanız; manaya odaklanmanız gerekir…
Türküler, bir “mana” deryasıdır; sakladığı inciler çok ve derindedir… “Bahri” olmak, “gavvas” olmak lazımdır… Bu yüzden türkülerin deryasına dalmak; o deryadan inciler çıkarmak; o incilerin kıymetini bilmek ve anlamak, elbette kolay değildir… Sonuçta o deryayı da, o derinliği de var edenlerin, sözün içine manayı gizleyen insanlarımız olduğu bir hakikattir…
Türkü, Anadolu insanının “kültürel” ve “toplumsal” belleğidir.
Ama bu bellek, sadece geçmişe ait; dünde kalmış; eskiyi yaşayan bir bellek değildir. Aksine, şimdiyle bağları çok güçlüdür bu belleğin… “Ne idim, ne oldum” farkındalığı vardır… Belki de bu yüzden, fırtınalı denizlerde sığınılacak sakin bir liman veya yolu şaşırdığınızda bakacağınız bir pusuladır, türküler… Türküleri sadece “geçmiş” zannetmek, çok dar bir ufku temsil eder…
Aslında dünü, bugüne, bugünü yarına bağlamanın yolu, yordamıdır türküler… Değişimdeki süreklilik ve süreklilikteki değişimdir... Hayata tutunmanın, hayata dört elle sarılmanın ifadesidir.
Türküleri anlamak, onları üreten insanları anlamak demektir.
O insanlar ki söze ve ezgiye “vurgun”; mana ve nağmeye “tutkun”lardır.
Kendilerini “en iyi” türkülerde anlatmış; “orada” ve “onlarla” var olmuşlardır…
Bu nedenle yaşadığımız toprakların insanlarını ve o insanların dünyalarını anlamak adına son derece güvenilir bir başlangıç noktasıdır, türküler...
Seven, inanan, ağlayan, gülen, soran, merak eden, gönlünü açan, kabullenen ve isyan eden insan orada, türkülerin içindedir; sözün ve ezginin arasına “sığınmış”; kendini oraya “saklamıştır”.
Türküleri anlamak ve türkülerden anlamak, elbette “kolay” değildir...
“Oradaki” insanı bulmak, keşfetmek, dikkatli, özenli, sabırlı, gayretli ve duyarlı bir çaba gerektirir. Sırf bu yüzden bile olsa, türküler üzerinde durmak ve düşünmek gerekir…
Türkülerin mana dünyasında saklanmış insanlar, “bugün”, “şimdi”, “şu an” da varlar; yaşıyorlar. Yine söylüyor, hep söylüyor, yana döne söylüyorlar; sözleri ve manaları tükenmiş değil…
Türküleri anlamadaki zorluk, onların manalarına asıl derinliği veren “zaman” boyutundan ileri geliyor…
Türküler, zamanla yarışan değil, zamanı “demleyen”; zamanda “demlenen” manalardır…
Yani türkülerin, zamana ihtiyaçları var… Mananın olgunlaşması, nağmenin yakıcılığı için, zamanda demlenmek lazım… Hafızadan hafızaya seyahat ve intikal lazım…
Oysa günümüz…
Günümüz her geçen an, türkülerin “sindirebileceği” bir “zaman” bırakmıyor; o zamanla savaşıyor adeta…
Peki bu ne demek? Ne anlama geliyor, bu zamansızlık…
Eğer türkü “hafıza” ise… ve bu hafızanın, mana ve değer üretimi için “demlenmeye” ihtiyacı varsa…
Bu, açıkça, bir meleke olarak “hafıza kaybı” anlamına geliyor, elbette…
Zamansızlık belleksizlik, bellekten yoksunluk demek oluyor... Türkü bilmemek, türkü öğrenmeye, söylemeye, mana üzerinde yoğunlaşmaya imkân kalmıyor demek…
Eğer türküler içine saklanmış insanlar ve onların mana dünyaları varsa… Bu zamansızlık girdabında, o insanların orada var olduklarını anlama imkânının ortadan kalktığı anlamına geliyor...
O insan, şimdiki gibi sonsuz bir “yetişmek”, “yakalamak”, “geç kalmamak” haliyle yaşamamış; böyle bir “mecburiyet”e maruz kalmamıştır. Türkülerin mana dünyasına kendisini saklayan; sırrını orada fısıldayan insan, zamanı soluklayan, hisseden, anda var olan insandır...
Zamanı demleyebilen o insan, (şimdiki) “zamanın ruhu” tarafından esir alınmamış insandır… O yüzden söyleyecek “sözü”, yakacak türküsü, ezgileyecek nağmesi vardır…
Türküler, “güzel insanlar”ın, geniş ve yüce “gönül”lerin nakışlarıdır. Toplumsal ve kültürel hafızaya vurgu yapmayı; memleketin güzelliklerine, değerlerine, zenginliklerine, mana deryasının derinliğine dikkat çekmeyi amaçlayan bu programda, ummaktayım ki “o güzel insanlar, o güzel atlara binip” gitmemiş olsunlar...
* * *
“Eski Havalar” her perşembe saat 22.00 de, TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu, Memleketim FM ve TRT Türkü’de...