Bugün - Saturday, April 20, 2024
Foto Galeri
Video Galeri
Firma Rehberi
Künye
Reklamlar
Üye İşlem
 Bize Ulasin
www.musikidergisi.com Logo
-
İstanbul 27°°C
Yazar Detayları

Veyis Yeğin

Veyis Yeğin - Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -2-

Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -2-
Yazı Tarihi: Sunday, December 4, 2022

İlk yazımızda meslek eğitimi ve çalgı yapımcılığının orta öğretindeki içler acısı durumunu görmeye çalışmıştık. Gerek birinci yazımızda gerekse yazı içinde refere ettiğimiz “Çalgı Yapım Bölümlerinin Orta Öğretimdeki Hali Pür Melâli” adlı yazımızdan da anlaşılacağı üzere bu alanda öyle büyük sorunlar var ki bu sorunların varlığı yanında eğitim planlarını irdelemek zaten akıl/mantık dışı bir yaklaşım olacaktır.  Orta öğretimdeki bu yapılanmaya eğitim demek, eğitimi çok ama çok hafife almaktır. Bu durum gerçekte ulusal kaynakların heba edilmesinden başka bir şey değildir. Asıl dram ise tertemiz merak ve heveslerle eğitim almak isteyen gençlerin buralarda yaşadığı büyük hüsrandır.

Gelelim Yüksek Öğretimdeki pür melâle; Üniversite noktasından bakıldığında, “yüksekokullar” genel biçimde birer meslek okulu sayılmaktadır. Yani yüksekokullarımız ve genel olarak tüm meslek yüksekokullarımızdan bilim üretmesinden ziyade meslek öğretmesi beklenir. Bildiğimiz kadarıyla tüm Dünya’da da genel bakış açısı aynı beklentiyi içermektedir. Ancak örgün eğitimin en üst ligi olan yüksekokulların üniversite çatısı altında kuruluyor olmalarından dolayı onların bilimsel çalışmalarda bulunmalarının önünde her hangi bir engel de bulunmaz. Tam tersine onların bilimsel çalışmalarda bulunmaları her daim teşvik edilir ve bu yolda bağlı oldukları üniversitelerin maddi olanaklarından diğer tüm fakülteler gibi yararlanırlar. Bizim Yüksekokul Müdürlerimiz ise genellikle bilimsel çalışma yapmanın yolunun kesinlikle Fakülte olmaktan geçtiğine inanmaktalar(!). Dolayısıyla Yüksekokullarının Fakülteye dönüştürülmesi için var güçleriyle mücadele etmekteler. Bilimsel çalışmadan anladığımız da ne yazık ki bu. Yani Müdür koltuğu yerine Dekan koltuğuna oturulursa Dekan koltuğunun o sihirli kanatları zât-ı muhteremi bir anda uçurarak bilimin o muhteşem dünyasına kendiliğinden sokacaktır. Diğer taraftan Üniversite Senatosunda Yüksekokul Müdürü yerine Dekan olarak takdim ve temsil edilmenin bilim dünyasına yine kendiliğinden getireceği sayısız doğal katkıyı da göz ardı etmemek gerekir(!). Öyle inanıyoruz ki bu büyük sorunu aşabilirsek bilim çalışması yapmamızın önünde hiçbir engel kalmayacak(!).

Çalgı Yapımcılığı meslek eğitimi bizde batıdaki gibi 3-5 yüz yıllık tarihçeye sahip değildir. 1940’lı yıllara kadar bu uğraş, genel olarak bir “boş zaman” uğraşıdır. Sanatın okul çatısı altına girmesi biraz da rastlantı sonucu olmuştur. 1942 Yılında Ankara da, o zamanlar sanayi mektepleri şeklinde anılan II. Erkek Sanat Enstitüsünde Çalgı Yapım Bölümü kurulmuştur. Bölümün ilk mezunlarından olan rahmetli Ali Gültek’in aktardığına göre Ankara Devlet Konservatuvarının almak istediği çalgıların maliyeti dönemin maliye bürokratlarını kara kara düşündürdüğü için, dönemin Cumhurbaşkanı’nın direktifleri ile bu bölüm kurulmuştur. Yani sanıldığı gibi ülkemizde ilk Çalgı Yapım Bölümünün kuruluşu bu alanı derleyip toparlamak, eğitimini geliştirmek, alanın bilim/sanat temellerini güçlendirmek gibi amaçlarla kurulmuş değildir. Bu bölümlerin kuruluş amacı ile “konservatuvarlardaki müzik eğitimleri için gereken alet edevatın/çalgıların üretilmesi” hedeflenmiştir.

Çalgı Yapım ve Onarım Bölümlerinin kuruluşu noktasındaki “kuruluş ereği” gerek 1940’larda gerekse günümüzdeki müzik ve ilgili devlet kurum idarecilerinin kafasında hemen hiç değişmemiş hep aynı kalmıştır. Yani müzik eğitim kurumlarındaki çalgı eğitimlerinin sorunsuz yürütülebilmesi için lutiye yetiştirmek. Üniversitelerimizin Konservatuvarlarında yer alan Çalgı Yapımı ve Onarımı Bölümlerinin kuruluş erek ve çalışma biçimlerine baktığımız zaman bu görüşümüzün doğruluğu net biçimde anlaşılır. Özellikle Batı Müziği Konservatuvarlarında bu erekler aynen söylediğimiz gibi ve resmi metinlerde zaten bu biçimde anlatılmaktadır. Bu nedenle bu kurumlardaki Çalgı Yapım Bölümleri, 5-6 yılda bir açılır ve 5-6 öğrenci alındıktan sonra tekrar öğrenci alımı 5-6 yıllığına dondurularak çalışırlar. Devamlı/kesintisiz biçimde öğrenci alan bölümler ise kuruluş ereklerine “çalgıların bilimsel ortamlarda yapılmasını sağlamak, geleneksel yapımcılığa bilimsel bakış açısı kazandırmak, çalgıların gelecek kuşaklara doğru ilkelerle aktarılmasını sağlamak gibi aşırı yoğun(!) bilimsel/ biçimsel soslar eklenmiştir. Bu birimler ve dâhil oldukları kurumlar, özellikle de Türkiye’nin en iyisinin kendileri olduğunu, en uzağa kendilerinin gidip en kısa zamanda da ancak kendilerinin dönebileceğini ispat etme gayretinden de hiç vazgeçmezler(!). Sanki kendilerini denetleyen değerlendiren bağımsız bir araştırma kurumu varmış/mışmış da mışmış gibi… Hele bir de o romantik idareci söylemleri vardır ki(!); “Ah bu ağaç kokuları, talaş kokuları var ya, bayılıyorum bu kokulara”, bambaşka bir gözle bakıyorum bu bölüme”. Sanki birileri sanatın bütün bilimselliğini bu talaşlarda kaybetmiş, biz de onları tam da buralardan bulup çıkartacak ve bilimin sihirli dünyasına buradan ulaşacağız. Zorunlu akademik kurul/iyilik-sağlık toplantılarında ise romantik idareci söylemlerinin üzerine yoğun bilimsel soslar, sanatın gomalak cilası gibi öyle bir sürülür ki iş, göz alıcı bir parlaklığa kavuşur, zirveye oturur. Dolayısıyla mecburiyetten katıldığınız bu yoğunlaştırılmış iyilik sağlık toplantılarında öylesi bir haleti ruhiye ile kuşanırsınız ki huşu içerisinde kendinizi en müthiş bilim/sanat adamı olarak hissetmemeniz zaten olanaksızdır.

Kendimizi de dâhil ederek söylüyoruz ki ülkemizde çalgı yapımcılığından bahsederken sanatın tarihçesinin bizde oldukça genç olduğuna sıkça vurgu yaparız. Söz konusu ettiğimiz tarihçedeki gençlik vurgusu, batıdaki 300 küsur yıllık serüvenle kıyaslandığında şüphesiz ki doğrudur. Ancak sanatın zaman zaman belirip flulaşan kısmını görmezden gelsek bile 80 yıllık bir öykü de kesinlikle yeterince uzun ve olgunlaşmış bir süreçtir. Çünkü bu zaman dilimi herhangi bir sanat ya da bilim dalının bütün temayül/eğilimleriyle, yazılı yazısız, görsel (bütün teamülü ile) sosyal, eğitsel, kültürel her yönüyle kurumsallaşması/olgunlaşması ve bilim/sanat alanında kök salması için yeterli olanakları sağlar.

Çalgı yapımcılığı sanat dalı her ne kadar üniversite çatısı altına girmişse de henüz geleneksel çalışma alışkanlıklarını aşıp, girişindeki tabelaya denk düşen misyonerlik/vizyonerlik rollerini oynadığını ileri sürmek aşırı hayalperestlikten başka bir şey değildir. Geleneksel çalışma biçimleri ve uygulamaları yürütülürken birçok zanaat ya da sanatsal incelikten/ustalıktan söz edebiliriz. Ancak söz konusu çalışmaları sırf üniversite kampüsünde yapılıyor diye bilimsel olarak nitelemek, bilimi hafife almaktır ki buna bir tür üniversiteli cehaleti diyebiliriz.

Şüphesiz ki her sanat/zanaat dalının bir doğuş/oluşum hikâyesi vardır. Bu sürece kısaca o sanat/zanaat dalının emekleme dönemi diyebiliriz. Hangi sanat dalını ele alırsak alalım, bu öykülerin temelini özellikle başlangıçta ihtiyaçlar ve inançlar oluşturur. Bu süreçler öyle bir noktaya/birikime ulaşır ki artık birey tek başına öncü rolünü oynamak şöyle dursun, bütün ömrü sadece mevcut birikimi öğrenmeye bile yetmeyebilir. Bu durumda söz konusu uğraş dalları da artık farklı bir mecraya taşınmış ve/veya taşınmalı demektir. Yani boş zaman uğraşları kendine has toplumsal birer iş bölümüne dönüşmüştür. Hangi alan/dal olursa olsun şayet üniversite çatısı altına girmişse bu defa da bu dalların bilimsel araştırma/geliştirme kavramlarından ayrı tutulması düşünülemez ki bu çatı altında var oluşuşunun biricik sebebi araştırma/geliştirmedir zaten. Çalgı Yapımcılığı bizde müstakil bir iş/uğraş dalı olarak 1940’lar da toplumsal bir iş bölümüne dönüşmüş. Yaklaşık aynı yıllarda örgün eğitim/öğretimine MEB çatısı altında başlanmıştır. Üniversite çatısı altında organize olmasının başlangıcını ise 1960’lara Ankara Devlet Konservatuvarına taşınmasına dayandırabiliriz. Ancak ne yazık ki bir uğraş alanının üniversite kampüsüne taşınmasıyla bilimsel araştırma/geliştirme misyonları ve bilim sistematiği içerisindeki yeri kendiliğinden oluşmuyor, kök salmıyor. Bunun en önemli nedeni yazımızda belirttiğimiz gibi kuruluşunda ki beklentinin/ereklerin bilim/sanat yapmak değil de bir takım tedariklerin karşılanabilmesi olmuştur.

Ülkemizde Çalgı Yapımcılığının kurumsallaşması konusunda öncü bayraktar/emektarlardan biri olarak şunu açık yüreklilikle söylemeliyim ki bu bölümleri kurarken, sanat dallarını oluştururken hep mevcut idarecileri/yöneticileri öncelikle ve ivedilikle amiyane tabirle kafalamak/tavlamak zorundaydık. Ne yazık ki bu idareciler arasında rektörlerimiz de var. Öncelikle de onların tavlanması gerekiyordu. Yine ne yazık ki ülkemizin âdeta kör kaderi ya da mahkûmiyetidir, özellikle kültür sanat alanında bir şeyler yapabilmenin yolu öncelikle devletin tepe noktalarının ikna edilmesinden geçmektedir. Ülkede bayraktar bilim sanat insanları değil, bürokratların kafalarındaki siyasi şablonlar takip edilmek zorunda, başka türlü bir şeyler yapmanızın olanağı yoktur. Kültür ve sanat hayatımızın kurumları hep bürokrasinin yoğun ve boğucu etkisi altındadır. Öyle sanıyoruz ki bu yapı bizim eğitim, kültür, sanat ve/veya toplumsal bilinç seviyemizin de genel bir seviye göstergesidir. Bu bölümleri kurabilmek veya her hangi bir ihtiyacı elde edebilmek için gazetede mecmuda orda/burada kısacası medyada hep görünür olmak zorundaydık. Yaptığımız iş doğal biçimde estetik/görsel bir şovu da içermektedir. Ancak bütün amaç bu olunca özellikle işin bilim kısmı gerçekte göstermelik bir hokkabazlığa dönüşmektedir. Bilimde hokkabazlık ise sahtekârlığın sempatik hale getirilmesinden başa bir şey değildir. Bu ve benzer davranışlar ise eğitimi skolastik bir mecraya sürüklemektedir. Bu noktadaki skolastik vurgusundan klasik felsefi anlamı değil usta/çırak münasebetleri anlaşılmalıdır. Elbette ki deneme/yanılma yoluyla elde edilmiş geleneksel bilgi birikimi önemlidir ancak eğitimin temellerini oluşturamaz/oluşturmamalıdır. Bu tarihsel birikim mutlaka bilimin eleştiri süzgecinden titizlikle geçirildikten sonra eğitimin içerisine sokulabilir.

Çalgı Yapım Bölümlerini kurarken ve eğitim planlarını oluşturulurken, önümüzde yararlanabileceğimiz, örnek alabileceğimiz zengin örnekler ne yazık ki yoktu. Benzer eğitim planlamalarından ve deneyimlerimizden yararlanarak ilk müfredatları oluşturduk. Uygulamalarımızdaki kıstaslarımız ise daima piyasa işçiliklerinin üzerinde/nitelikte ve kalitede işler yapmaya çalışarak eğitimlerimizi sürdürmek oldu. Tüm bu çalışma süreçlerini, hem kurum idarecilerine hem de piyasa ustalarına karşı, “Çalgı Yapım Bölümlerinin bir tür kendilerini kanıtlama süreçleri” olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Ancak bu Bölümlerin artık bir üst lige çıkma zamanları gelmiştir ki bunun yolları ve koşulları üniversite çatısı altında bulunmaktan dolayı doğal biçimde vardır. Ülkemizde 1940’lardan bu yana gerek Yapım Bölümlerinin yetiştirdiği gerekse usta/çırak ilişkileriyle yetişmiş çok sayıda ve çok değerli lutiye vardır. Hangi çalgıyı düşünürsek düşünelim her çalgının çok iyi ustaları piyasada çalışmalarını sürdürmekteler. Dünya ölçeğinde kıyaslandığımız zaman da Çalgı Yapım sanatımız genel olarak kendine özgü birikimi ve lutiyeleri ile devler liginde önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. Çalgı Yapım Bölümlerinin artık piyasa ile yarışma, çokça çalgı üretme komplekslerinden /sıyrılması/kurtarılması gerekir. Piyasada zaten binlerce, yüz binlerce her türden ve kaliteden çalgı üretilmektedir. Çalgı Yapım Bölümlerinin de elli/yüz çalgı ile bu konvoya katılmasının hiçbir önemi, anlamı ve gereği de yoktur. Ayrıca ülke genelinde varlığı veya yokluğu bile fark edilemeyecek bu çabanın kültür sanat külliyatımıza ne gibi bir zenginlik sağlayabilir ki(?).

O halde ne Yapmalı?

Çalgı Yapım Bölümleri Üniversite çatısı altında çalışmaya devam edecekse medyada görünür olmak gibi görsel şovculuktan kurtulup “Organoloji/Çalgı Bilimi” bölümlerine dönüşmelidir. Üstelik bunu yapabilmek için herhangi bir bürokratı da tavlamak gerekmez. Yukarıda belirttiğimiz üzere bölümlerimiz bulundukları kurumları itibarıyla bu değişimi rahatlıkla gerçekleştirebilirler. Böylece “keman yapmak için üniversitede bölüm açmaya gerek var mı”, “bu işler sanat mı zanaat mı” , “bu işlerin bilimi olur mu(?)” gibi sığ tartışmalar da son bulacaktır. Çalgılar konusu, müziğin bir alt birimi olmalarına rağmen, günümüzde artık bu birim içerisinde ele alınamayacak kadar çok farklı bir uzmanlık alanına evrilmiş/dönüşmüştür. Bu olgu ilk kez 1600’lerin ortalarında fark edilmiş ancak sanat dalı o yıllar içerisinde henüz kendini özgünleştirebilecek birikime sahip değildi. Orta çağı yıkan/dönüştüren sanat hareketlerine baktığımızda özellikle erken döneminde resim, heykel, mimari yanında müziği çok net biçimde göremeyiz. Ancak 15.yüzyıl sonlarından sonraki iki yüzyıl boyunca müzik, günümüz dâhil tarihi boyunca en önemli ve en büyük gelişmelerini kaydetmiştir. Müzik, Faruk Yener’in de belirttiği gibi belki de insanlık tarihinde bu dönemde sahip olduğu önem ve değere bir daha hiç ulaşamayacaktı. Müziğin altın çağları diyebileceğimiz bu devirlerde çalgı icralarında ve klasik akustik tüm çalgıların yapımlarında olağan üstü gelişmeler sağlanmıştır. Günümüzde kullanılan bütün belli başlı çalgılar bugün bilinen formlarına hep bu dönemlerde ulaşmışlardır. Çalgılar üzerinde kaydedilen bu büyük birikim 19.yüzyılın önde gelen müzikçi/fizikçi ve akustikçilerinin de net biçimde yazıp dile getirdiği gibi çalgılar artık müziğin dışında ele alınmalıydı. Çalgıların Bilimi Organolojidir, çalgıların bilimini yapmak istiyorsak, çalışma biriminin adını da çalışma alanlarını da doğru zeminde oluşturmak gerekir. Organolojinin ne olup olmadığı konularına ise burada tekrar girmek istemiyoruz. (Gebib. Organolojinin Sefaleti).

Bu bölümlerin mevcut eğitim planları, kuruluş ereklerinde her ne kadar yoğun bilimsel soslarla tarif edilse de temel olarak atölye uygulamalarına dayanmaktadır. Atölye dersleri 14-16 saatlere çıkarılmış ve giderek de seçmeli dersler yoluyla arttırılmaktadır. Oysa atölye uygulamaları Organoloji’nin yalnızca bir alanını/ “uygulama bilim ya da sanat dalını” oluşturur. Mevcut yapıların bilim dalı olmadığı kesin öyleyse sanat dalı mıdır? Sanat tarihine dikey olarak baktığımızda özellikle 18.yüzyıldan sonra hiçbir sanat akımının 40-50 yıllık periyotları aşmadığı görülür. Bu süreç içerisinde zamanımıza doğru geldiğimizde ise söz konusu dönemlerin ömürleri, neredeyse modadaki değişim rüzgârları gibi yıl/mevsim düzeyine indiği görülür. Bu noktada “geleneksel yapısından kopmadan bir sanat/zanaat dalına 50 yıldan fazla ömür biçmek neredeyse olanaksız görünmektedir. Problemin bulunduğu nokta doğal olarak sanat dalının ömründen ziyade mesleğin eğitimidir. Çalgı yapımcılığı Meslek eğitimi, kendi alanında ve piyasa koşullarında zaten yürümektedir. Ancak Üniversite çatısı altında yapılan bu eğitimin piyasa eğitiminden önemli farklarının bulunması gerekir. Her şeyden önce, bulunduğu konum itibarıyla piyasayla paralel giden veya onunla yarışan değil onun önünde giden, mesleğin yol açıcı/yol göstericisi olması gerekir.

Organoloji’nin tarih, sanat tarihi ve bu bilim dallarının birçok alanıyla sıkı bağları vardır ki bu ilişkiye bağdan çok zorunluluk/bağımlılık diyebiliriz ki olmazsa olmazıdır. Matematik/fizik özellikle ses fiziği/akustik ile yaşamsal bağları vardır. Odun Teknolojisi, Odun Anatomisi ve Dendroloji bilim dallarıyla yine yaşamsal bağları vardır, Müzik ve Müzikolojiye hiç değinmedik bile. O halde bir Lutiye’nin   bir müzik adamı gibi sahne performansı yapabilmesi, müziği eleştirebilmesi gerekir. İyi bir Lutiye’nin yukarıda saydığımız bilim dallarının uzmanı olması beklenemez ancak en azından yakınlıkduyarı/iyi bir takipçisi olması gerekir. Ne yazık ki bu meziyetler bireye gökten inmiyor. Piyasada çalışan iyi Lutiyelerin çok büyük bölümünün saydığımız bilim dallarının yakınlıkduyarı olmaları şöyle dursun bunların bazılarının varlığından bile haberleri bile yoktur. Piyasada ekonomik çalışma ve mücadele koşulları içerisinde sanatını icra eden ustalarımızın bu bilimlerle irtibatlı olması çok da önemli olmayabilir. Ancak işin bilimini yapıyorum diye bolca hava basan üniversiteli usta/hocalarımızın da bu bilim ya da sanat dalları ile bir ilişkilerinin olmaması nasıl açıklanabilir. Bu usta hocalarımız âdeta okyanusta suyu arayan balık gibiler ya da çantalarında/kafalarında ne varsa yalnız onları satıyorlar.


 

 
İletişim E-Posta: - Telefon:
 
Yorumlar
*** Yorum Yaz
Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın.

Diğer Yazıları

Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
En iyi çalgı/saz hangi ağaçtan yapılır...
Çalgılarda aile kavramı...
Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -2-
Meslek eğitimi ve çalgı yapım bölümlerinde öğretim planları -1-
Organoloji’nin Sefaleti
TULUM-II - (Derilerin Sepilenmesi/Tabaklaması)
Tulum (Gayda) ve sahip olduğu hazinenin farkında olmayan il...
Kendi geleneğini oluşturamadan müziğe yabancılaşan korolarımız…
Lutiyerlik & çalgı yapımcılığı geleneği ve mesleki örgütlenmenin önemi...
Çalgı Müzesi - Çalgılarımızın bir müzesi yok, ancak müzesinin enflasyonu çok!..
El sanatları neden değerlidir?..
Sedef ve sedefkârlık üzerine…
Diğer Yazarlar

Münih LMU Müzikoloji Enstitüsü’nde "Gültekin Oransay" rafı...
Kitabu İlmi'l-Musiki Alâ Vechi’l-Hurûfât'ın müellifi kimdir? -16-
Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
Fazıl Say'ın Feyzi Erçin'e desteği…
Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Yazılarınızı bekliyoruz... Musiki Dergisi
Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Yeni YÖK’ün ve değerli başkanı Sn. Saraç’ın övgüye değer kararı: Müzik öğretmenliği açısından yapıcı bir değerlendirme…
Serhanende Nurettin Çelik ...
Meragi niçin 24 şube dedi? Hurufilikten etkilendi mi?..
Çevrimiçi Türk Halk Musikisi Videoları: "Konma Bülbül Konma Nergis Daline"
Günün Sözü
Einstein: Sanatınızda en çok hayran olduğum nokta ne biliyor musunuz?.. Evrensel oluşu. Bir kelime bile söylemiyorsunuz ama tüm dünya ne demek istediğinizi anlıyor… Chaplin: Doğru. Ama sizin şöhretiniz daha muazzam. Çünkü kimse ne dediğinizi anlamıyor ama yine de tüm dünya sizi hayran...
(Albert Einstein ile Charlie Chaplin diyaloğu)
Yazarlar 
Röportajlar
Fırat Kutluk “Neden Müzik Dinleriz?“...
Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı?  Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun? Fırat Kutluk - ...
»
»
»
Tarihte Bugün
Arşiv Arama
Facebook
Anasayfa
Site Haritasi
Sitenize Ekleyin
RSS Kaynagi
Hakkimizda
Reklamlar
Künyemiz
Facebook
Twitter
Bize Ulaşın
Copyright ©2013 - Tüm haklari sakli tutulmaktadir.
Bu sitede yayinlanan tüm resim, materyal ve içerigin telif haklari tarafimizca sakli olup izinsiz alinip kullanilamaz.
0.36ms
cheap jordans|wholesale air max|wholesale jordans|wholesale jewelry|wholesale jerseys