Gerek amatör gerekse yetkin müzik insanlarının müzik/çalgı sohbetlerinde sıkça dile getirilir bu soru. İlk kez çocuk denecek yaşlarda rahmetli Ömer Gök’ün Kasımpaşa’daki küçük atölyesinde duymuş ve merakla dinlemiştim bu soru ve peşi sıra sürüp giden sohbeti. O çağlarda ilgimi çekiyordu bu soru ve düşündürdükleri. Şimdilerde ise bu soru ve üzerinde konuşmak zül geliyor. Karşılık parantez, şunu belirtmeliyim ki; bir toplumda yıllar yılı aynı konular tartışılıyor/tartıştırılıyor, çok önemliymiş gibi kuşaktan kuşağa da geçiyorsa o toplumun eğitim güç merkezlerinde çok önemli sorunlar var demektir. Hatta bir adım ileriye giderek, her şey gelişirken o toplumun yerinde saydığını, ciddi bir cahiliye sürecinde yaşadığını kesinlikle söyleyebiliriz. “Aptalca bir şeyi elli milyon kişi de söylese o şey hala aptalcadır” (Anatole France).
Konumuza dönecek olursak, “en iyi çalgı hangi ağaçtan olur” ya da “hangi çalgı hangi ağaçtan yapılmalıdır”? Çalgıların gelişim süreçlerine bakarsak; “hangi çalgılarda hangi ağaçların kullanıldığı” konusunun tamamen doğal çevresel nedenlere dayandığı, büyük ölçüde de yine doğal ve nesnel süreçler içerisinde biçimlendiği görülür. Uluslararası değişim ve ticaretin gelişmesi ile özellikle yaygın popüler çalgıların yapımında kullanılan belli başlı ağaçların da ortak beğeni ve talepler doğrultusunda yapılanıp yaygınlaştığını görüyoruz. Bu yayılım lutiyerlik sanatında bir takım geleneksel yapım biçimlerinin, kural ve üslupların oluşmasını da sağlamıştır ki işte bu kurallar içerisinde belli başlı ağaçların da olmazsa olmaz kurallar haline geldiğini görüyoruz.
Sorumuzu biraz da özelleştirelim, örneğin; Tokatlı bir zurna yapımcısına veya çalıcısına “en iyi zurna hangi ağaçtan olur”(?) diye sorsak, Tokatlı bize hiç düşünmeden “erik ağacı” der. Aynı soruyu bir Malatyalıya sorarsak, emin olun ki Malatyalı “kayısı ağacı” der. Gerçi kayısı (Prunus armenica) ve erik (Prunus domestica), farklı taksonlar olsalar da aynı aile ve cins içerisinde yer tutarlar (Rosaceae-Prunoideae). Zurna kültürü içerisinde Muğla ilimizin de önemli bir yeri vardır. Aynı sorumuzu Muğlalı bir zurna yapımcısı veya çalıcısına sorsak, Muğlalı yine düşünmeden “zeytin ağacı” der. Bu soruyu Cezayir’e götürürsek, Cezayirli “sunduq ağacı” (buxus/şimşir) der. Kafkas zurnaları ise genellikle şah ağacı adını verdikleri morus yani “dut ağacından” yapılır.
Şimdi bir sonuca varabilir miyiz? En iyi zurnalar, erik/kayısı mı, zeytin mi, şimşir mi yoksa dut ağacından mı yapılır? İstanbul/Tahtakale’de (1970’lerde) tek tük kalmış iyi ağaç torna ustaları da en iyi zurnaların abanoz veya pelesenk ağaçlarından yapıldığını iddia ediyorlardı. Orta Avrupa da yirminci yüzyıla kadar flüt ve benzeri üflemeli çalgıların özellikle pistaciavera yani bizdeki Antep fıstığı ağaçlarından yapıldığını görüyoruz. Örnekleri çoğaltabiliriz ancak bunu yaptıkça ünlü sorumuz iyice girift bir yapıya bürünerek daha da ünlenecektir. Yukarıda adı geçen erik, kayısı, dut ağaçları orta sertlikte ağaçlardır. Hava kurusu özgül ağırlık ortalamaları 0,60-0,70gr/cm3 arasındadır. Zeytin (olea) orta sert grubun sert sınır bölgesinde yer alır özgül ağırlığı 0,75-80 civarıdır. Metinde adı geçen diğer bütün ağaç türleri çok sert veya ağır tabir edebileceğimiz ağaçlardır ve hepsinin de özgül ağırlıkları 1gr/cm3’ün üzerindedir. Suya attığımızda batarlar.
Bu soru ya da sorunsala bir de maddelerin iletkenlik katsayıları perspektifinden bakalım. Demir esaslı hafif çeliğin ışıl iletkenliği yaklaşık 50k(W/m) dir. Bu değer çeşitli pirinç alaşımlarında 110-125W/m iken Alüminyumda 240k’ya yaklaşırken bakırda 400k’yı bulmaktadır. Bütün ağaç acununu göz önünde tutarsak (en yumuşaktan en sert ağaçların) ışıl iletkenliği 0,08-0,2W/m aralığında dolaştığı görülür. (Verilen sayısal değerler herhangi bir araştırmadan alınmamış, genel ve çok bilindik ortalama değerlerdir ve yalnızca son derece çarpıcı bazı farklara dikkat çekmek ve/veya düşündürebilmek için verilmiştir.) Söz konusu verilere dayanarak kaba bir bakış açısıyla baktığımızda metal spektrumundaki makas/farklar 8 kat artarken ağaç spektrumundaki fark sadece 3 kat kadardır. Üstelik en sert ve en yumuşak ağaçlar arasında anormal yoğunluk farkları vardır. Ağaç spektrumundaki ochrma (balsa), populus (kavak) vb. ağaçları konunun dışına alırsak yani genel olarak klasik akustik çalgıların yapıldığı orta sert ve en sert ağaçların tamamını konunun içerisinde tuttuğumuzda (0,08-0,2k) bu farkın da alabildiğine küçüldüğü görülecektir. Öyle ki metallerle kıyaslandığında ağaçlar, ışıl iletkenler değil de neredeyse yalıtkanlar şeklinde tarif bulurlar.
Konu iletkenlik olduğunda ağaçlar, üstün özelliklere sahip değillerdir. Enerji/ses iletkenliği olduğunda da benzer sonuçlar gözlemlenmektedir. Konuyu biraz daha somutlaştırmak adına efsane hocalarımızdan Adnan Berkel’in Ağaç Malzeme Teknolojisi adlı çalışmasında yer alan, Almanya merkezli bazı verilere kısaca bakalım. Örneğin; pine (çam), picea (ladin), abies (göknar), douglasie (duglas), larix (melez) gibi bazı gymnospermlerde (açık tohumlular, ekseri ses tahtalarının ağaçlarıdır, metindeki sıraya göre) sesin yayılma hızı 4760-4790-4890-4750-4830 m/s dir. Genellikle iğne yapraklılar şeklinde de adlandırılan bu ağaçların yoğunlukları hemen hemen aynıdır. Özgül ağırlıkları; 0,45-0,55 gr/cm3 civarındadır. Diğer taraftan bir de yoğunlukları daha yüksek bazı angiospermlere bakalım (kapalı tohumlular; ekserisi çalgıların gövdelerinde kullanılır); fagus (kayın), quercus (meşe), fraxinus (dişbudak), juglans (ceviz) gibi ağaçlarda sesin yayılma hızı (metindeki sıraya göre) 4638-4304-4400-4700m/s dir. Orta sertlikteki bu ağaçların da özgül ağırlıkları ortalama 0.65-0.78 gr/cm3 dür. Görüldüğü gibi birbirinden oldukça farklı olan bu iki grup ağaçların enerji/ses iletimi bakımından da üstün bir yetenekleri yoktur. Altını çizerek, daha doğru bir ifadeyle, söyleyelim ki “birbirlerine karşı bir üstünlükleri yoktur”. Odun anatomisi alanındaki gözlem ve deneyimlerimize dayanarak, bazı özel taksonları saymazsak, sayıları beş bini geçen açık ya da kapalı tohumlu bütün taksonlar için bu sonucu genelleyebiliriz.
En iyi çalgının, hangi ağaçtan yapılır olmasından ziyade hangi ellerde yapıldığı çok daha önemli bir konudur. Ana malzemesi ağaç olan hangi çalgıyı ele alırsak alalım, tarihi gelişim süreci içerisinde ağaç arayışları da mutlaka vardır. Örneğin keman; kemanın yapımında ceviz, kayın, söğüt, ahlat vb. bir çok farklı ağaç kullanılmış ancak akçaağaç kabul görmüştür. Keman ailesi için akçaağaç gelenekselleşerek olmazsa olmaz durumuna gelmiştir. Şimdi akçaağacı kısaca tanıyalım. Bilimsel adı “acer”, üst aile adı acerace, üst aile içerisinde Acer’den başka Çin’de endemik bir tür olan Dipteronia sinensis vardır. Bu tür hakkında ise en azından bizim bildiğimiz kadarıyla (ülkemizde) her hangi bir araştırma veya kaynak bulunmamaktadır. Acer/akçaağaç ailesi hakkında da ciddi bir bilgi kirliliği vardır ki birçok kaynakta aile içerisinde en az 200 kadar taksonun bulunduğu yazılmaktadır. Orman ve park ağaçlarının sistematiğini yazan rahmetli Hayrettin Kayacık, akçaağacın morfolojik olarak çok değişkenlik gösteren bir karaktere sahip olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan verilen pek çok türün ayırım noktaları ortaya konamamış olduğundan verilen sayıların da güvenilir olmadığını söyleyebiliriz. Kayacık Hoca, sistematik çalışmasında 14 türe (taksona) yer vermiştir. Bunlardan 10 kadar tür ülkemizde de bulunur. Tüm yazılı kaynaklarda akçaağacın kullanım alanları bölümüne müzik aletleri başlığı da hep eklenir ancak hangi türün çalgılarda kullanıldığı bilgisine hemen hiç birinde rastlamıyoruz. Değerli Hocam rahmetli Faik Yaltırık, akçaağaç türleri hakkında yaptığı bir çalışmasında (bu çalışma kitap olarak da yayımlanmıştır) bu türün “Acer Trauvetteri olduğunu belirlemiştir. Bu tür yaygın biçimde kayın gövdeli akçaağaç olarak da adlandırılır. Tohum keseciği kelebeğin kanadına benzediği için halk arasında kelebek ağacı olarak da adlandırılır. Peki; akçaağaç, ses iletimi ve yansıtmasında üstün özelliklere mi sahiptir(?). Ne yazık ki bu türden sorulara bilimsel verilere dayanarak net bir cevap vermek bu gün için olanaklı değildir. Bu alanlardaki çalışmalar yalnızca bizim ülkemizde değil tüm dünyada da yok denecek kadar azdır. Bu güne kadar, malzeme bilgisi, odun anatomisi ve teknolojisi alanlarındaki bilgi birikimlerimize dayanarak şunu da belirtmeden geçemeyeceğiz ki akçaağaç (acer trauvetteri) muadillerine göre ses iletimi ve yansıtması konusunda üstün özelliklere sahip bir ağaç olamayacağı gibi bu alandaki nitelikleri bakımından ciddi zaaflara da sahiptir. Çünkü acer trauvetteri ondüleli lif yapısına sahiptir (trauvetteri’yi yıllar önce değerli Hocam Burhan Aytuğ ile incelemiştik). Odun elemanları binlerce orman ağacındaki gibi düzgün gövdeli değil, sinüzoidal bir yapı kurar, buna lif ondülasyonu denir. Lif ondülasyonu, edafik veya iklimsel faktörlere bağlı olmayan, bazı ağaçlarda nadir ve lokal olarak bulunsa da trauvetteri de resesif/kalıtımsaldır ve bütün gövdede görülür. Bu yapı odun iç basıncı nedeniyle kambium dokusunun katlanması ile oluşur, morfolojik bir odun kusurudur. Kambium dokusu ağacın boyunca sinüs eğrileri şeklinde katlanır. Katlanan bu sinüs eğrileri kendi ekseninden ne kadar uzaklaşır/yakınlaşırsa kusur da o denli derinleşir. Yani eğrilerin lamda boyları/çapları ne kadar küçük ve sıksa ağacın değeri o oranda artar ve talep görür. Sık eğrili odunlar keman, büyük radyüs eğrili odunlar ise çello ve kontrbas yapımında tercih edilirler. Acer trauvetterideki bu kusur, kerestesi soyularak veya kesilerek işlendiğinde olağan üstü güzellikte strüktür/yüzey görüntüsü verir. Yüzeyler perdah edilip cilalandığında ise ortaya şaheser bir görüntü çıkar. İşte bu şaheser görüntüsü nedeniyle acer trauvetteri, belki de yutulan küçük miktarlardaki ses kayıpları görmezden gelinerek keman ailesinde tercih edilen ağaç haline gelmiştir.
Benzer öyküleri hemen her çalgı üzerinde görebiliriz. Yani Tokatlı erik ağacı ile Malatyalı kayısı ağacıyla, Muğlalı da zeytin ağacı ile haşir neşir olduğu için zurnalarını bu ağaçlardan yapmışlardır. Elbette ki bu yörelerde yalnızca bu ağaçlar yetişmez, başka ağaçlar da vardır. Neden bu ağaçların tercih edildiği konusu ise meselenin geleneksel araştırmacılığını oluşturur. Halk araştırmacılığı ise bilimsel temellerden çok genellikle değer yargılarına, kişisel beğenilere, inançlara dayanmaktadır. Bu birikimin içerisinde şüphesiz deneme/yanılma yoluyla elde edilmiş çok değerli bilgiler vardır ancak çokça doğru bilinip de bilimle çelişen bilgi de var. Halk müziği çevrelerinde en iyi sazın/bağlamanın dut ağacından yapılabileceği gibi yaygın bir kanı vardı. Bu öykünün de esasen bizim zurna öykülerinden farkı yoktur. Dut ağacı Anadolu coğrafyasında erik, kayısı ve zeytin ağaçlarından çok daha fazla yayılım gösterir, ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her yerinde görülür ve yetişir. Üstelik hızlı büyür, olgun odunlu geniş gövdeler kurabilen bir ağaçtır. Erik ve kayısı ağaçları 25-30 yıldan sonra ekonomik değerlerini yitirirler ve bu yaşlarından sonra kesilirler, kesilmeden önce de yanlarına yenileri çoktan dikilmiştir zaten. Dolayısı ile bu ağaçlar bağlama teknesi verecek kadar büyüyemezler. Diğer taraftan yoğunlukları duttan fazladır, işleme durumları zorluk oluşturmasa da kurutma süreçlerinde çok problem çıkartırlar. Dutun muadili geniş kuturlu, bağlama kutusu olabilecek ceviz, kestane vb. ağaçlar da ülkemizde yaygındır ve hepsinden de bağlama oyulmuştur zaten. Ancak dut ağacının akçaağaçtakine benzer ayrı bir tercih sebebi vardır. Dut ağacında muadillerinde olmayan, halk arasında damar tabir edilen çok özgün bir lif yapısı vardır. Özellikle ilkbahar ve yaz yıllık halkaları arasındaki renk farkı oyulduktan sonra harika bir yüzey görüntüsü verir. Ağaçlar acununda aynı güzellikte, belki de daha güzel görüntü verebilecek ağaçlar bulabilmek kesinlikle olanaklıdır. Ancak o ağaçlar bağlama oyucularının ulaşabilecekleri yerlerde yetişmiyor. Diğer taraftan özel bir araştırmaya dayanmasa da odun anatomisi ve teknolojisi konularındaki deneyimlerimize dayanarak duttan çok daha üstün, üstelik dutta olmayan homojen yapıya sahip kayın ya da ceviz ağaçlarından daha iyi ses alına bilineceğini yüksek sesle dillendirebiliriz. Çünkü dut ağacının tercih edilmesini sağlayan yıllık halkalar arasındaki farklar yalnızca renklerden oluşmuyor. Dut’un yıllık halkaları arasında çok ciddi yoğunluk farkları vardır kütlesel artımları da yine oldukça farklıdır. Özellikle ilkbahar halkalarının hücre çeperleri (yaz halkalarına oranla) oldukça ince ve hücre içi lümenleri/boşlukları ile hücreler arası lümenleri çok fazladır. Dolayısıyla her iki yaz halkası arasında adeta mantarımsı bir doku gibidir bahar halkası. (Bu noktada ortaokul bilgileri ışığında karşı bir parantez açalım.) Ses dalgalarının bir engele çarpması sonucunda çıktığı kaynağa geri dönmesine yansıma/yankı denir. Yansıma sert ve pürüzsüz ortamlarda daha şiddetli cereyan eder, dolayısıyla daha iyi hissedilir/algılanır. Bağlama teknesi teknik olarak ifade edilirse bir yansıtıcıdır. Yansıtıcı yüzey homojen ve pürüzsüz ise daha iyi bir performans vermesi beklenir. Oysa dut ağacının yıllık halkaları arasındaki aşırı fark ve gözenekli yüzeyi nedeniyle daha fazla miktarda ses dalgasını absorbe etmesi beklenebilir. Ancak bu ve benzeri savların/tezlerin yalnızca basit birer iddia olduğu gerçeğinin altını kalınca çizmek gerekir. Bu ve benzer tezlerin bilimsel temellere dayanması için mutlaka laboratuvar ortamlarında ispat edilmesi gerekir.
Ağaçlar iletkenlik ve yansıma konularında birbirlerine karşı bariz üstünlüklere sahip olmasalar da oldukça fazla ve çoğu zaman özel değişkenliklere sahiptir. Unutulmaması gerekir ki üzerinde durduğumuz malzeme bir zamanlar yaşayan, canlı bir organizma idi. Kaynağı canlı olan bir malzemenin de standardı olmaz/olamaz. Diğer yandan ağaçlar konusu organolojinin en önemli, en temel araştırma ve çalışma konularından birini oluşturur. Metal üflemelileri bir tarafta tutarsak klasik akustik çalgıların ana malzemesinin yüzde doksan dokuzunu ağaçlar oluşturur. Araştırma ve iş birliği alanları ise bellidir, başta Odun Teknolojisi anabilim dalı içerisinde belli başlı dallar ve Odun Anatomisidir. Ne yazık ki ülkemizdeki orman amenajmanı tamamen büyük para ve güç kaynaklarının gölgesinde kalmış bu alanın çalışanlarının ise çalgı yapımcılığından bihaber olduğu sır değildir. Orman Fakültelerinde lisansüstü kariyer yolları da yine hep para getirecek alanlara çıkmaktadır, odun anatomisi gibi bilim dalları ise idealist yapıya sahip çok az sayıdaki insan tarafından seçilmektedir. Bu az sayıdaki idealist insanın ise organoloji alanına yönelmesi ancak mucize gibi bir takım rastlantılara bağlı kalmaktadır. Kendi alanı yanında aynı zamanda iyi bir müzisyen ve sıkı bir çalgı yapım sanatı takipçisi olması gerekmektedir. Organoloji alanında lisan eğitimi almış insanların kedi alanına sahip çıkmasıyla arzu edilen araştırmaların yapılabileceği anlaşılmaktadır. Sonuç olarak, Çalgı Yapım Bölümlerinden mezun olanların kilometreyi tez elden doldurup kolay yoldan apolet almayı bırakıp odun bilimine yönelmeleri gerekmektedir.