Sözcük anlamı ile aile, “karı-koca ve çocukların oluşturduğu, toplumun en küçük birimidir”. Bu kavramı bir sistematiği/dizgesel bir bütünlüğü ifade etmek için kullanılıyorsak birbirini etkileyen, birbirine bağlı bütünsel bir düzen/düzenlemeden bahsediyoruz demektir. Örneğin; yaylı çalgılar ailesi dendiğinde, yay/ arşe ile çalınan bütün yaylı çalgılar değil de keman ailesi anlaşılmalıdır. Aile keman, viyola, çello ve ağ babası çift bas/kontrbas ile tamamlanır. Oysa Türk müziği çevrelerinde çoğu zaman yay ile çalınan çalgılar yerine de kullanılmaktadır ki bu doğru olmayan bir ifade şeklidir. Klarnet ailesi dendiğinde, çalgının 12 kadar çeşidi olmasına rağmen tümü değil de mi-bemol(küçük), si-bemol, la ve bas (büyük si-bemol) klarnetler anlaşılır. Yine de bunların tümü orta ölçekli bir orkestralarda genellikle birlikte kullanılmazlar. Tercih nedeni yalnızca ses genişliği olmayabiliyor. Orkestra dendiğinde doğal olarak ses genişliği çok önemlidir ancak ses skalası büyürken “tınının/tını birliğinin de korunması gerekir. Söz gelimi orta ölçekli orkestralarda iki si-bemol klarnet kullanılırken üçlü kuruluşlarda bunların yanına bir de basklarnete yer verilir.
Üflemeli çalgılar dendiğinde doğal olarak içine hava üflenerek çalınan bütün çalgılar anlaşılır. Ancak aynı anlatım biçimi üflemeli çalgılar ailesi şeklinde de ifade edilmektedir ki bu yanlış bir ifade biçimidir. Bu ifade biçimi yanlış da olsa gerek söyleyen/dinleyen ya da yazan/okuyan açısından bir sorun oluşturmamaktadır. Bunun nedeni ise dilimizde/müziğimizde henüz doğru düzgün bir terminolojinin oluşturulamamasıdır. Sonuçta söylem/kavram yanlış kullanılıyor olsa da galat-ı meşru haline gelerek kullanılmaya devam etmektedir. Şüphesiz aile sözcüğü anlam bakımından güçlü bir kavramdır ve geniş kullanım alanları bulmaktadır. Ancak bir sözcüğün hayatın birçok alanında kullanılıyor olması bir dil zenginliği değil, tam tersine dildeki kısırlığın bir ifadesidir. Yine de kullanmak zorunda kalıyorsak bir sistematiğin karşılığı olarak değil de sistematiğin içerisindeki en küçük birimler için kullanılmalıdır. Bizim müziğimizde/çalgılarımızda aile kavramı yerine dörtlü/dördül (quertet), üçlü/üçül (trio) sözcüklerle terminoloji oluşturmak daha yerinde bir yaklaşım olabilir. Çünkü müzikte aile kavramı şeklen ve görsel algıdan çok daha farklı anlamlar/özellikler taşımaktadır.
Tekrar keman ailesine dönersek ailedeki çalgılar birbirlerinin ses sınırlarına sınırlı ölçülerde girseler bile doğal tınlama aralıkları birbirlerinden net biçimde ayrılır. Bu noktada çalgıların frekans ve sınırlı frekans aralıklarına vurgu yapılmıştır. Birinin ses sahası bittiğinde diğerininki başlar, soprano-alto-tenor/bas ve çift bas olmak üzere hep birlikte büyük bir ses skalasını, (çok daha önemlisi) muazzam bir “tını birliğini” oluştururlar. Skaladaki “tını birliği/bütünlüğü” kavramının özellikle altı çizilmelidir. Çünkü bu çalgıların aileye dönüşmesini geliştikleri tarihi devirlerin müzik kültürü ve ihtiyaçları belirlemiştir. Gerek iri gövdeli, bağırsak telli, pes düzenlerde çalındıkları erken dönemlerinde gerekse çelik teller ile daha parlak tınılara kavuştukları dönemlerde söz konusu çalgıların gelişimi, müziğin dikey olarak geliştiği zamanlara rastlar. Kompozisyon ve orkestra müziğinin gelişim sürecinde doğal biçimde ses skalası geniş ve özgün tınılara ihtiyaç duyulmuştur. Koro müziğinin gelişimi esnasında nasıl ki insan sesleri belirli kümelere ayrılmış ise orkestra müziğinin gelişimi de çalgıları belirli kümelere tasnif etmiştir. Bu çalgı grup/küme ya da aileleri oluşturulurken temel ihtiyaçların yalnızca en geniş frekans aralıklarına ulaşmak olmadığı görülmelidir. Orkestraların niteliksel kalite ve büyüklüğünü belirleyen ana tema bünyesinde bulundurduğu çok sayıda çalgı değil çalgılarının tını bütünlüğüdür. Orkestralardaki mükemmel uyuma bu tını birliği ile ulaşılır. Yani müzik sanatının adeta dantel gibi işleyerek en üst seviyelere ulaştırdığı, en karmaşık kuralların hüküm sürdüğü kontrpuan sistemlerinin ihtiyaçları sonucunda gelişmiş/oluşmuştur çalgılardaki aile kavramı. Aile üyelerinde aranan temel özellik görsel form benzerliğinden çok birbirlerinden farklılıklarıdır. Aksi durumda çalgı çeşitliliği ne kadar zengin olursa olsun yatay müzik sınırları aşılamazdı. Kısaca dikey diye adlandırdığımız çok seslilikte üretimin motor gücünü yani sanatın matematiksel sonsuzluk korelasyonlarına elbette ki seslerin geniş ses sahaları ile gidilir. Bu yolculuk esnasında orkestranın yol disiplini eserin gideri/ritmi ile sağlanırken mükemmel uyuma çalgıların birbirleri ile olan organik bağları yani tını birliği ile ulaşılır. Bu noktada bağımlılıktan ya da bağımsızlıktan ne kadar uzaklaştığınızın fazla bir önemi yoktur. Çünkü bu yolculuk bizi yeni ufuklara veya bambaşka kuralların keşfine de götürebilir. Oysa yatay müzik içerisinde ne kadar özgür davranırsak davranalım, notların/notaların seçiminde ne kadar sıra dışı olursak olalım yine de belli bir kombine bağımlıyızdır. İşte bunun içindir ki mükemmel bir oya gibi işlense bile harika bir müzik cümlesine birileri çıkıp goygoy diyebiliyor. Toparlamak gerekirse amacımız; çok seslilik ya da tek seslilik müzik tartışması yapmak değildir. Bu açılıma çalgıların doğal/nesnel gelişim süreçlerini doğru biçimde kavrayabilmek için ihtiyaç duyduk. Yani durup dururken birileri çıkıp da “bu kemanın bir de ailesini oluşturalım, iyi/hoş görünür” diye bir icatta bulunmamıştır, söz konusu yapılanmalar tamamen ihtiyaçlardan doğmuştur.
Bizim çalgıların aileleri sayılırken referans noktalarımız/kıstaslarımız ne olursa olsun ortaya koyduğumuz yapılanmadaki kaotik durumlar bir türlü düzenlenememektedir. Söz gelimi bağlama ailesi dilimizde sıkça kullanılmaktadır. Bağlama ailesi kavramı neyi anlatır? Tel boyu 38-40cm’den başlayarak, neredeyse her yarım cm’de bir büyüyerek 112cm’ye kadar ulaşılan tel boyları ki bu da yaklaşık 120 adet/çeşit bağlama demektir. Genellikle çöğür, meydan, divan, bağlama, tanbura ve bunların curaları şeklinde özetlenmektedir bağlama ailesi. Geleneksel yapının biraz dışına çıkarsak, aileye (henüz tam olarak adı içerisine sığdırılabilmiş olmasa da) bir de bas bağlama eklenebilir. Semai kıraathanelerinin ve âşıklık geleneklerinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla Aile’nin meydan ve çöğür üyeleri de kullanımdan düşmüştür. Günümüzde çöğür olarak anılan çalgı ise gerçekte çöğürün bir oktav tizi yani curasıdır ki bunun da tam olarak hangi ölçülerde yapılacağı iyice belirsizleşmiştir. Kısa saplı bağlamalar da çöğür olarak anılmaktadır. Bağlama yüz yıllardır bir eşlik çalgısı olarak kullanıla gelmiştir. Ülkemizde oluşan muazzam âşıklık geleneği bağlamadan ayrı tutulamaz. Bağlamadaki virtüözlük mertebesi ise ancak 1960’lardan sonra görülür. Bağlamanın bir solist çalgı olarak algılanması da yine bu mertebe ile başladı diyebiliriz. Müzik kültürümüz içerisinde henüz orkestra yapılanmasından söz edemiyoruz. Dolayısıyla çokça çalgının aynı anda aynı ezgiyi çaldığı koral grupları orkestra olarak adlandırmak yerinde bir yaklaşım olmayacaktır. Bağlamadaki çeşitlilik bir aile ihtiyacından değil de çalanın/söyleyenin ses/hançere sınırlarına uygun düşecek biçimde yapılmasından kaynaklanmaktadır. Bunun içindir ki divan dendiğinde 45-46 cm’den, 50-55cm’ye kadar değişen ölçülerde divanlar görülmektedir. Günümüzde organoloji olanakları/deneyimleri göz önünde tutulduğunda ses/frekans aralıkları doğru biçimde belirlenerek, bilimsel bir projeyle standartları tam olarak saptanarak bağlama ailesi oluşturmak kesinlikle olanaklıdır. Ancak “bu çalgılar nerede ve nasıl biçimde kullanılacak” (?) derse sokaktaki adam. Bu son derece şık projenin ayakları ne kadar yere basabilir(?). Diğer taraftan bas sesler yalnızca büyük orkestraların bir ihtiyacı değildir. Ancak müzik kültürü üzerinde konuşurken, yazarken kuramını oluştururken kullandığımız dil hayati öneme sahiptir. “Türk Müziği Terminolojisi” başlığı altında ne yazık ki henüz bir külliyatımız yoktur. Müzik pratiğini/kavramlarını terimlere dönüştürürken özellikle müzik insanları ve çevreleri son derece titiz davranmalıdır. Çünkü alanın terminolojisini büyük ölçüde bu piyasa pratiği oluşturur. Aksi durumda galat-ı meşru sözcük dağarımız hacmen terminoloji külliyatımızı geçerek dilimizde ciddi bir kargaşa yaratacaktır.
Özellikle Ney, Mey, Kaval ve zurna gibi çalgılarımız üzerinde aile kavramı, doğal olarak oluşmuş/oturmuş ve işlevsel hale gelmiştir. Bu üflemeli çalgılarımızın oluşturdukları aileler ise ayak ya da makam dediğimiz tonaliteye göre biçimlenmiştir. Hangi makam çalınacaksa o makamın durakları, çıkıcı/inici noktaları, güçlüsü, yedeni, karar sesleri esas alınarak bu aralıklarda en iyi tınlayan aile üyeleri tercih edilmiştir. Aile üyelerinin adlandırılması da kullanıldığı aralıklara göre la-karar, mi-karar re-karar vb. biçimlerde yapılmıştır. Bir tek Ney ailesinde her üyenin özel bir adı vardır, aile Bol Ahenk’ten Nısfiyesine(curasına) 13 üyeden oluşur. Üflemeli çalgılarımızda doğru ve işlevsel aile oluşumları, tıpkı orkestra yapılanmalarında olduğu gibi sınırlı frekans aralıkları yani doğal tınlama sahaları temelinde biçimlenmiştir. Ancak orkestra yapılarındaki gibi amaç müzikal frekans aralığında mümkün olan en büyük ses genişliğine ulaşmak değil de en iyi tınlama yani sınırlı frekans aralıklarında kalabilmek olmuştur. Bir başka söylemle çok sesliliğe değil, çok renkliliğe ihtiyaç duyulmuştur.
Özellikle telli çalgılarımız içerisinde aile kavramı çözümü, kolay olmayan kaotik bir yapıyı barındırır. Söz gelimi kemençe (klasik kemençe). Bu çalgımız kendine özgü uzayan ses özelliği ile son derece özel gizemli bir tınıya sahiptir. Yaylı çalgılar meselesi, M. R. Gazimihal’in Curt Sachs’ı kaynak göstererek işaret ettiği gibi bir orta çağ meselesidir. Kemençenin izlerini orta çağın erken dönemlerinde görmek (günümüz belgeleriyle) olanaklı görünmemektedir. Ancak Orta çağın yerine oturduğu varsayılan 7. yüzyıldan itibaren çalgının izlerini sürmek olanaklıdır. Çalgının tarihi yazımızın konusu olmamakla birlikte çeşitli proto-tiplerinin kemana esin kaynağı oluşturması yönüyle önemlidir. Klasik kemençe bir tırnak yaylısıdır. Çalgının gizemli özel tınısı da bu icra tekniğiyle oluşur. Ancak çalgının icrası kucaktan kol üzerine geçmesiyle tınısının da değiştiği görülür. Kol üzerinde, sineye dayayarak ve nihayetinde omuz üzerinde çalınması tırnak tekniğinin tamamen terk edilerek, tellerinin üzerine basarak çalınmayı getirmiştir. Ortaçağ Avrupa’sındaki adıyla kit artık (küçük, minik) anlamına gelen vielle’ye dolayısıyla başka bir çalgıya dönüşmüştür. Bu değişim viyol ve ailesi, devamında ise viyolino/viyolin/keman ve ailesinin erken dönemlerinin tarihçesini oluşturur.
Kemençe ailesine dönecek olursak, bizim ülkemizden başka bir yerde bu çalgı ailesinin yapıldığına (en azından bizim bildiğimiz kadarıyla) rastlamıyoruz. Belki de yapıldı ancak başarılı olamadığı için günümüze ulaşmadı, bilemiyoruz. Keman’ın son şeklini aldıktan sonra özellikle 17.yüzyıldan itibaren hızla Dünya’nın her yerine yayıldığı görülür. Keman’ın bu hızlı yükselişi bütün yerel yaylı çalgıların gözden düşmesine dolayısıyla gerilemesine yol açmıştır. Kemençe de bu gerilemeden nasibini almıştır. Bu noktada sonuçları ve cevabı net biçimde gözlemlenebilen şu soruyu sorabiliriz. Vielle/Kemençe, Kerman’a gelinceye kadar birçok çalgının ortaya çıkmasına esin kaynağı oluşturmuşken, neden bu çalgılar yok olup zamanımıza ulaşamadığı halde kemençe halen varlığını sürdürmektedir? Bu sorunun doğu ve tek bir cevabı vardır, o da gizemli/mistik bir tınıya sahip olmasıdır ki bu da ancak tırnak tekniği ile çalındığında elde edilebilmektedir. Bu nedenledir ki H. S. Arel zamanında büyük bir heyecanla yapılan kemençe ailesi tutmayarak, görsel objeler olarak kalmıştır. Organoloji pratiği içerisindeki birçok çalışmamıza dayanarak şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki kemençe (tınısı bozulmadan) tel boyu en fazla 38cm’ye kadar uzatılabilir. Bu da en pes düzende çalınabilecek alto kemençeyi elde etmemizi sağlamaktadır. O halde kemençe ailesi dendiğinde uygulamadaki gerçeklik ya da işlevsellik bize; 3 Telli, 4 Telli ve alto kemençeyi işaret eder. Ancak orkestra uygulamalarında 3 telli ve 4 telli kemençeyi bir arada kullanmak bize artı bir değer kazandırmaz. Çünkü kemençe ailesinde ihtiyaç duyulan ses genişliği tiz tarafta değil pes taraftadır, 4 telli kemençedeki genişleme ise tiz bölgededir. Daha geniş bir kuruluş isteniyorsa 3 telli veya 4 telli kemençenin yanına bir de alto kemençe eklenebilir. Aile içerisinde pes sahada daha fazla ses genişliği istenirse ki tını birliğini bozmadan bu olanaklı değildir. Çünkü tel boyunu 38cm’nin üzerine çıkardığımızda kemençeyi tırnak tekniği ile çalma olanağı da ortadan kalkar. Dolayısıyla yapılan tenor ve bas kemençeler görsel bir şovdan öteye geçemez. Diğer taraftan yapılacak çalgıların işlevsel olabilmesi için çello ve kontrbas’a denk gelecek icra pozisyonları ve yay tekniklerine göre kurgulanacağından ve tellerinin üzerine basılarak çalınacağından tını bütünlüğü de feda edilmiş olacaktır. Bu yolla elde edilen çalgılar görsel olarak klasik kemençe olarak algılansa bile ses/tını bakımından gerçekte keman ailesinin kemençe formundaki üyeleridir.
İster Orkestra müziği isterse her hangi bir yerel müzik türünde ya da çok daha küçük kapalı insan kültürlerinde olsun her zaman bas seslere ihtiyaç duyulmuştur. Sonuç olarak kemençe ailesinde ille de bas seslere ulaşmak gibi bir derdimiz varsa bunu klasik akustik uygulamalarda değil daha teknolojik projelerde aramalıyız. Tel boyları ile frekansları arasındaki ters orantı binlerce yıl önce keşfedilmiştir ancak pes düzenlerde çalgı üretmenin tek yolu da bu değildir. Ayrıca alto tel boylarından daha uzun aralıklarda tırnak tekniği ile ses elde etmenin olanakları zaten yoktur. Oysa günümüz teknoloji olanakları çok daha küçük tel boylarından istediğimiz bas sesleri elde etmemize olanak sağlayabilir ki bu kesinlikle yapılabilir. Kemençe, kemane ve bağlama çalgılarımız üzerinde de doğal tınılar, tınlama aralıkları korunarak bas boyları yapılabilir aileleri oluşturulabilir, yeter ki doğru projeler kurgulanabilsin.