Müzik nesiller yoluyla aktarılan evrensel bir kavramdır ve insanlığın varoluşundan beri şahsi ya da içtimai anlatım aracı olmuştur. Dolayısıyla müzik yapmak insan özgürlüğünün temelidir.(Street,2012, syf. 10) Özgürlüğün temeli olan müziğin, bireylerin ve toplulukların kimlik yapılanmalarında da ciddi rolü vardır. Franca’ya göre (2009, syf. 55), kimliğe müziksel bir bakış açısıyla baktığımızda iki ayrı belirgin sınıfa bölünebilir. İlki kimlik içinde müzik, ikincisi ise müzikal kimliktir. İlki müziği bir araç ya da kaynak olarak kullanılması ile kimliğin yapılandırılmasıdır. İkincisi ise insanların kendilerine ilişkin temsilleri olan sosyal ve kültürel rolleriyle ilgilidir.Bu yorumlardan genel olarak müzikleri başkalaşınca değişebilen kültürlerde müzik, kimlikleri de dönüştürebilir anlamı çıkarılabilir. Martin Cloonan’ın (2011) da dediği gibi “insanlar müzik yapar, müzik de bizi insan yapar.”
Müziğin “insanla” dolayısıyla bireylerin meydana getirdiği “toplumla” etkileşimi doğal bir gerçektir. Toplumlarda; dil, din, ırk, örf ve adetler, kök’e bağlı gelenekler vb. gibi milli özellikler, o toplumun milli karakteristiğini çizer, müşterek kültürünü, yaşam biçimini oluşturur, böylece: Asırlar boyu biçimlenen milli kültür ve sanatlar o toplumun ve bireylerinin müşterek duygu, düşünce ve zevk anlayışları olarak oluşur, gelişir ve onlarla birlikte özdeşleşerek yaşar.
Müzik kendine özgü düşün yönü olan, insanları etkileyen evrensel bir sanat alanıdır ve sosyal yaşamdaki iletişim biçimlerinden olan belirleyici bir formdur. Georg Simmel’e göre müzik üzerine yapılan sosyolojik analizler, hem müzikal sanatın teknik yönlerini anlamayı hem de onu çevreleyen sosyal süreçlerin anlaşılmasını sağlamaktadır.
1930’lu yıllardan itibaren, radyoların yaygınlaşması, plak ve bant endüstrisinin gelişmesi sonucunda müzik evrensel bir olgu olarak ezgi, ritm, biçim ve tür özellikleriyle farklı kültürlerden oluşan toplumların beğenilerini etkilemiştir. Bununla birlikte, yaşayan bir kavram olarak piyasa şartlarından, mevcut sosyo-ekonomik durumlardan kendini soyutlayamamıştır.
Endüstrileşme toplumun demografik yapısında ve tüketim alışkanlıklarında derin değişimler meydana getirmiştir. Feodal toplumdan kapitalizme geçilmesiyle toplum yapılanmaları da şekil değiştirmiştir. Potter’a göre(2012),18. yüzyıla gelindiğinde insanlar bütün toprakları kontrol eden bir aristokrat tarafından yönetilen köylü olmak yerine, kitleler tedricen fabrikaları ve makineleri kontrol eden kapitalistler tarafından yönetilen işçilere dönüştürüldüler.[1] Ayrıca ülkeler arasındaki sınırların küreselleşmeyle beraber bulanıklaşması, toplumları oluşturan bireylerin tüketim alışkanlıklarını birörnekleştirmiştir. Kapitalizmin tetiklediği küreselleşme, bireylere kalabalık psikolojisini dayatır ve buna uyulmasını pazarlar.
İnsanın hızla değişip dönüşmesi, onun üretimi olan müziği de doğrudan etkilemiştir. Müzikal davranışlar toplumlar arasında evrenseldir fakat aynı zamanda kendi kültürel yorumlamaları, yapıları ve rolleri oldukça farklıdır. Müzik çözümlemeleri ve eleştirilerinden önce küreselleşmeyi iyi çözümlemek daha sonra Türkiye’de müziğin endüstrileşmesiyle eş zamanlı olarak demografik yapısının nasıl değiştiğini daha doğru teşhis etmek ve anlamak gerekir.
Müzik yapma ve algılama kapasitesi insan evriminde “doğal” değil, “kültür”e özgü bir süreç ve tercihtir. (Nettle, 2005: syf. 14) Dolayısıyla burada kültürü iyi tanımlamak gerekir. Kültürün en doğru tanımı; insanın bilinçli müdahalesiyle emek harcayarak ve amacına uygun araç kullanarak oluşturduğu, toplumsallaşma süreciyle nesilden nesile aktarılan, toplumda egemenlik ve mücadele ilişkilerini bünyesinde barındıran davranış kalıpları, kurumlar ve değer yargılarıdır. (Horkheimer, 2005, syf. 222) Nettle’a(2005) göre bilgi, inanç ve sanat, insanın dünyayı anlamasını ve yorum gücünü geliştirirken; ahlak, kanun ve gelenek onların belirli kurallar çerçevesinde bir arada yaşayabilmelerini sağlar. Kültür ise genetik olmayıp tamamen insanın toplumun bir üyesi olarak edindiği bilgileri içerir.
Çok hızlı bir şekilde gelişen teknoloji yerel hayatlarımızı küresel hayatlara çevirmiştir. Küreselleşme temelinde ekonomik bir olgu olsa da bütün dünyaya yayılan şeyler sadece ürünler değildir. Ticaretin esas unsurunu oluşturan mal ve hizmetler ile birlikte fikirler ve tarzlarla beraber kültürler de küreselleşmiştir. Küreselleşme kavramı içerisinde politik, kültürel, ekonomik ve toplumsal öğeler birleşmiştir. Tüketicilerin zevk ve tercihleri küresel bir standartta buluşmaktadır. Piyasa dengeleri, Adorno’ nun da çok sık vurguladığı önemli kavram olan “standartlaşma”yı da beraberinde getirmektedir. Piyasa dengelerinin yönlendirdiği insanlar, gitgide benzer bir hal almakta ve yaratıcılık, çok seslilik ve çok renklilik giderek azalmaktadır. Günümüzde artık ülkeler arası kültür sınırlarının bulanıklaşmaya başlamasıyla kültürel ortak paydalar giderek büyümektedir. Bu küresel kültür ya da Adorno’nun deyişiyle “Kültür Endüstrisi”, insanları(müşterilerini) kasten ve tepeden birleştirir. (2013, syf. 33) Gelinen bu aşamada artık kültürlenmenin, kültürleşmenin, kültürel hegemonyanın altında kalmanın nerden başladığını, hangi aşamalardan geçtiğini tespit etmek imkânsızdır.
Günümüz insanının estetik algısı, hızlı yaşam koşullarının değişkenleri doğrultusunda değişmiştir. Yaşama alanları “pratik” aletlerin himayesi altında geçen modern insan, duygusal seçimlerinde giderek daha çok teknikleşmektedir. Tabi bu koşulların oluşumunda neo-liberal düzende ekonomik olarak hayatta kalma mücadelesinin etkisini yadsımamak gerekir. Tam manasıyla “yaşam mücadelesi” diye nitelendirebileceğimiz bu ekonomik ortam insanların tercih hiyerarşisinde doğrudan etkilidir. Bu hiyerarşinin oluşumunda daha az vermekle en çok alım temelli faydacılık amaç edinilmiştir.
Faydacılık, estetik algıların temellerini bütünüyle kaydırmıştır. Bu algılar kültür ürünlerinde pazarlayan ile müşteri arasında çift yönlüdür. Tüketicinin faydacı zaafını kullanma eğilimli üretici-pazarlayıcı, seri-üretimin genetik yatkınlığı gereği ürünlerini giderek içerikleri zayıflatılmış biçimde piyasa sürmektedir. Müşteri-insan içine sürüklendiği yaşamın kendisine dayattığı estetik kıstaslarla üretilen bu ürünlere yönelir ve neredeyse “beğeni” tepkileri bile tek tipleşmiştir. İronik şekilde pazarlayıcıların savunmaları ise “toplum bunu istiyor” şeklindedir. Doğal olarak bu ticari çıkarların düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan arz-talep kısır döngüsü, yüksek kültür düzeyinin yaşam kanallarını tıkamaktadır. Müzik de belli ideolojilerle ve sistemlerle bağ halindedir. Çünkü bu sanat dalı düşünce ve harekete teşvik etme gücüyle sosyal düzende söz sahibidir. Dolayısıyla müzik politikaları, küresel süreçlerin ve çıkarların ürünü olmaktan kendini alıkoyamaz.
Müziğin artık anlık hisler anlatısı değil de bir süreç olduğu görüşü artık çağımızın yaygın görüşüdür. Ranciére’e göre sanat ile hayat arasında geçen bu süreç, her ikisi hakkında olan düşüncelerimizi derinden etkiler. Bu karşılıklı yapısal ilişkiyi “estetik rejim” olarak tanımlar. Bu estetik rejimi oluşturan kişinin haz politikalarının doğrudan endüstri tarafından güdümlendiği düşünüldüğünde, aslında modern estetik tanımı bireysellikten çıkıp daha çoklu etkenleri içeren bir anlam kazanmaktadır. Endüstrinin tek tipleştirmeyle tüketiciye yaptığı sanatsal algı müdahalesi, sanatlar arasındaki farkları da bulanıklaştırmış ve dönüştürmüştür. Artık sanat, manevi özelliklerinin yanı sıra ekonomik şartlara da cevap veren bir deneyim halini almıştır.
Beklentilerin esnek olmadığıbu piyasada yeniden üretilen müzik de ekonomi taraflıdır. Talebe göre üretilen müziğin kullanım süresi, muadil ürünün piyasaya sürülmesine kadardır.Çok sayıda sosyal parametrenin olduğu bir piyasada, ürünlerin içerik dengelerini kontrol etmek de mümkün değildir.Küreselleşme bu yönüyle ikilemdedir. Bir yandan dünyanın neresinde olursanız olun yaptığınız müziği dünyanın başka herhangi bir yerindeki insana ulaştırabilmeniz mümkündür fakat diğer yandan bu kolay üretim ve yayılım sonucu oluşan ürün yığınları sonucunda çağdaş sanat anlayışı giderek tıkanma ve tekrarlama dönemine girmiştir.
Kaynaklar
Adorno, T. W. (2013). Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi, çev: Gen, E. , Ülner, N. , Tüzel, M. : İstanbul: İletişim Yayınları
Cloonan, M. And S. Frith (2011). A Music Manifesto for Scotland, Edinburg: Royal Society of Edinburgh.
França, C; Moreira S.; Lana-Peixoto, M. & Moreira, M. (2009). Musica e Identidade: relatos de autobiografias musicais em paientes com esclerose multipla. Per Musi, UFGM, n. 20. pp. 54-63
Horkheimer, M. (2005).Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Nettle, B. (2005). The Study of Ethnomusicology: Thirty-one Issues and Concepts, The University of Illinois Press.
Potter, A. and Heath, J. (2012). İsyan Pazarlanıyor (The Rebel Sell), çev: Tamer Tosun, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Street, J. (2012) Music and Politics, Cambridge: Polity Press.
Fotoğraflar
sokak müzisyenleri: http://turkagram.com/bachtan-sokak-muzisyeni-cocuklara-muzik-her-yerde-from-bach-to-the/