Jordi Savall: Kayıp müzik avcısı… Zeliha Özdencanlı
30 yıldan fazla oluyor sanırım (ben de tarih oldum artık yahu), “Dünyanın Bütün Sabahları” filmini hipnotize olmuş gibi izlemiştim. Ortaçağ filmlerini pek sevmem, Gerard Depardieu’yu da… Neydi bu filmi benim için bu kadar büyülü kılan peki? Hiç tereddütsüz söyleyebilirim ki, müziğiydi… Filmde hayatları da anlatılan Marin Marais ve Sainte-Colombe’un bestelerini, Katalan müzisyen Jordi Savall seslendiriyordu. Artık unutulmuş bir enstrüman olan “Viola de gamba” çalarak…
Jordi Savall
Jordi Savall, erken çağlarda yapılan ve artık unutulmuş olan müziklerin ve enstümanların izini süren ve onlara yeniden can vererek günümüzde de yaşamalarını sağlayan bir müzik adamı… Bir kenara atılmış bir enstrüman olan “Viola de gamba”yı tekrar günışığına çıkararak, hem albümlerinde hem de konserlerinde çalmaya başlamış. Ben de o filmde hem Jordi Savall’ı, hem de viola de gambayı keşfettim. Jordi Savall’in dediği gibi “bas seslerde ihtiyar bir bilgenin, tiz seslerde masum bir çocuğun sesini taklit edebilen, hatta bir insanın çıkarabildiği bütün sesleri çıkarabilen bir alet viola de gamba”. Ancak bunu her müzisyen yapamıyor, Jordi Savall’in mahareti burada devreye giriyor işte. İnsana dair bütün sesleri ve duyguları, viola de gambasıyla size aktarabilen bir sihirbaz Savall.
O filmden yıllar sonra Josep bana bir albüm getirdi, “İstanbul”du adı. Osmanlı’nın en önemli ve değerli müzik adamlarından Dimitri Kantemir’in eserlerinden oluşuyordu ve tabii ki Jordi Savall’indi. Bayıldım. O zamana kadar sadece Fikret Karakaya’nın kurduğu Bezmârâ Grubu’nun çalışmalarını biliyordum.
Yitik zamanların peşinde koşan sevgili Stefanos Yerasimos, 90’larda yöneticisi olduğu Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün katkısıyla Osmanlı’nın kaybolan seslerini araştırma projesini başlatmış, araştırma görevini de Fikret Karakaya’ya vermişti. Bezmârâ grubu böyle ortaya çıkmıştı işte.
Bezmârâ’nın albümleri yayımlandığında, özellikle de Ali Ufki’nin eserlerini albüm haline getirdiklerinde, çok sevinmiştim (Uzun zamandır sesleri çıkmıyor maalesef, neden bilmiyorum). Bu müzisyenlerin varlığının kimse pek farkında değildi çünkü. Ne Dimitri Kantemir’in, ne de Ali Ufki’nin…
Muhtemelen Hristiyan kökenli oldukları için bir köşeye itildiler ya da Osmanlı karşıtlığını, geçmişimizin değerli miraslarını da yok saymaya kadar vardırdığımız için, onları da görmezden geldik. Oysa bu iki müzik adamı da, kendi zamanlarına kadar sadece sözel olan, onlar notalara dökmeseler çoktan unutup gideceğimiz Klasik Türk Müziği şarkılarının günümüze kalan gelmelerini sağladılar. Onlara çok şey borçluyuz.
İşte Jordi Savall de bu 2 müzik adamından biri olan Dimitri Kantemir’e yer vermişti İstanbul adlı albümünde… Sonra bir albüm daha çıkardı: La Sublime Porte (Bab-ı Ali)! Aslında eski çağlardaki müzikleri (Osmanlı dahil) ortaya çıkardığı 200’den fazla albümü var Savall’in ama İstanbul’a dair olanı 2 tane…
La Sublime Porte albümünde, Rum ve Ermeni ilahilerinden, Sefarad ve Müslüman şarkılarına kadar bütün seslere yer var. Ben 1.5 sene önce, Barselona’da, Balkan şarkılarının yer aldığı konserine gitmiştim. Bal ve Kan’dı adı (Honey and Blood). Şahane bir açık hava tiyatrosu olan Teatre Grec’deydi… Yine filmde olan şey oldu! Nasıl “Dünyanın Bütün Sabahları” filminde, o devirlere aitmişim gibi, oyuncuların duygularını kendi bedenimde ve ruhumda hissederek, ürpertiyle izledimse, Bal ve Kan konserinde de, Saraybosna’da öldürüldüm; kötülüğün bir erdem gibi sunulmasını izleyerek kahroldum; kimbilir kaç deliye aşık olup fırtınalı aşklar yaşadım; hiç tükenmeyen bir coşkuyla şarkı söyleyip dansettim; hayal kırıklıklarını, varlığı ve hiçliği tattım; nerden ve nasıl içime yerleştiğini farketmediğim yakıcı bir nefretle komşularımı öldürdüm; cenneti de cehennemi de gördüm ve sersemlemiş bir halde konserden çıktım.
Velhasıl, Jordi Savall böyle bir adam. Onu dinlediğinizde siz siz olmaktan çıkıyor, bir süreliğine ödünç bir kimlikle, kayıp zamanlarda, içinizden bir başka ruhu ve hiç bilmediğiniz duygularınızı çıkararak seyahat ediyorsunuz.(1)
Jordi Savall’ın bize anlatacakları var… Sertan Şentürk
… Grubun özellikle Sefarad müzikleri üzerine çalışmaları, müzikalitenin yanına ciddi bir tarihsel birikim ekliyor. Bununla birlikte Hespèrion XXI’nin doğrudan İstanbul’daki makam müziği üzerine de iki albümü var: La Sublime Porte - Voix d'Istanbul (Bâb-ı Âli – İstanbul’un Sesleri) ve İstanbul – Dimitrie Cantemir. Gruba, Kudsi Ergüner, Derya Türkan, Yurdal Tokcan, Haïg Sarikouyomdjian gibi usta sazendelerin eşlik ettiği albümler, 15. yy'dan 18. yy’a kadar uzun bir dönemin İstanbul’unu ve müziklerini sergilerken İstanbul’un Türk, Sefarad, Ermeni ve Osmanlı nağmelerinde saklanmış kültürel çeşitliliğini de hatırlatıyor.
Hespèrion XXI’nin Eylül’de çıkardığı Esprit D'Armenie (Ermeni Ruhu) da bu geleneğin devamı niteliğinde. Gruba, daha önce İstanbul temalı albümlerde de dinlediğimiz Georgi Minassyan, Haïg Sarikouyoumdjian ve Gaguik Mouradian’ın yanı sira Armen Badalyan eşlik ediyor. Albümdeki parçaların iki ana kaynağı müzikolog Nigoghos Tahmizian’ın “Ermeni Melodiler Sözlüğü” ve Komidas’ın derlemeleri. Sarikouyoumdjian ve Minassyan’ın dudukları Mouradian’ın kemençesi (Türkiye’deki karşılığı kabak kemane olan enstrüman) ve Savall’ın yaylıları arasında gezinen album, bizleri Ermeni melodilerinin dinginliğine davet ediyor. Albümün seslerin dışında kalan en çarpıcı özelliğiyse Jordi Savall’ın yazdığı önsöz. Jordi Savall albümün hikayesini, Montserrat Figueras’ın duduk ile kemençeye olan sevdası ile başlatıyor. Karısının anma törenlerine katılan Ermenistanlı müzisyenlerin nağmelerinin duygu yoğunluğu sonucunda bu albümü yapmaya karar veriyor. Albümün kayıtlarına 4 ay gibi kısa bir sürede gecesini gündüzüne katarak hazırlanan Jordi Savall albümü hem karısının, hem de 1915’in kurbanlarının hatıralarına adıyor. Esprit D'Armenie’de melodiler arasına saklanmış, kelimelere dökülmemiş hüzün, bize de halen kelimelere dökemediğimiz geçmişimizi sorgulamak için bir alan açıyor. “Çünkü duygular olmadan hafıza; hafıza olmadan adalet … ve gelecek olamaz.”
Jordi Savall’ın araştırmacılığı ve müzikal kültürlere karşı ciddiyeti onun müzikalitesinin en büyük kaynağı. Öte yandan onun arşivcilik anlayışı (bilinçsiz bile olsa) özünde ayrıştırması çok güç bir nokta barındırıyor: o da incelenen tüm repertuarlara sunuluş biçimleri sebebiyle, dolaylı bir biçimde “geçmiş, uzakta, öteki” sıfatlarının yüklemesi. Oysa ki, ne klasik Batı müziği ne de klasik makam müziği yok olmuş değil; halen canlı ve dinamik biçimde bir yaşamlarını sürdürüyor. Geçmiş ve şimdiki zamanı izole edemeyeceğimize göre, bir türün geçmişini ölü göremeyiz. Aksine bu geçmişler, bugünkü müziğin içinde yenilenen ve tekrar tekrar varolan parçalardır. Bu yenilenmenin en bariz örneklerinden biri ise doğrudan Jordi Savall’ın çalışmaları. Peki bu durum Jordi Savall’ın bize anlattıklarının önüne geçebilir mi? Bunu cevaplamadan önce, lütfen Jordi Savall’ın Montserrat Figueras’a adadığı aşağıdaki Dimitri Kantemiroğlu konserine kulak veriniz. Bırakın, kararınıza İberya’dan, Mağrip’ten, Balkanlar’dan, Poli’den ve Ararat’tan müzisyenler sizlere yardım etsin.(2)
__________________________________________
(1) Zeliha Özdencanlı "Kayıp müzik avcısı Jordi Savall" 13 Şubat 2017
(2) Sertan Şentürk "Jordi Savall’ın bize anlatacakları var" 01 Aralık 2012