Gönül sevdâ içre gamlı,
Nâzenince ve hicrânlı;
Perde perde, makam makam !
Aman Uşşak, Uşşak aman !
Tanbûr tanbûr, enîn enîn,
Sitemidir kemençenin
Sesi, İlâhî düzenin…
Zaman Uşşak, Uşşak zaman.
Göklere kollar açılır,
Kevser Şarabı içilir,
Tatlı canlardan geçilir,
Devran Uşşak, Uşşak devrân…
Fırat dinledi dinledi,
Gönlü inledi inledi…
Yandı, tüttü, serinledi…
Tamam Uşşak, Uşşak tamam !!
***
Boğaziçi Üniversitesi, yine bir gece tertiplemişti. Tanbûrî Necdet Yaşar ve Kemençevî İhsan Özgen, biri Tanbûrî Cemil beyin tanbûru, biri de kemençesi olacaklardı.
Tam altı ay Cemil Bey’i dinlemişlerdi. Onun en yakını, sanatına el verdiği talebesi Kadı Fuat Efendi ile gerçekleştirdikleri, Tanbûrî Büyük Osman Bey’in Uşşak peşrevini taş plâktan gün ışığına aktaracaklardı.
Bu hemen hemen imkânsız olayı, ikisi de gerçekleştirdiler. Biri Cemil Bey’in plâk doldurulurken o anda ruhuna doğan nağmeleri ezberledi. Biri de bağa mızrâbın teller üzerinde yarattığı titreşim özelliklerini, hâfızasına, sinir sisteminin en hassas noktalarına, sağ el ve sol el koordinasyonunu sağlayan duygu merkezlerine yerleştirdiler.
Hülâsa sahneye çıktıklarında biri Tanbûrî Cemil Bey; biri de kadı Fuat Efendi idi.
Uşşak şiirimiz böyle doğdu. Yukarıda bahsettiğim icrâ, 1984 Nisanında Türk Edebiyatı Vakfında ve 1985 te meşhur Konya konserlerimizde uygulanmıştı.
Edebiyat Vakfındaki Programda, ben de bu ikiliye viyolonselimle katılmıştım.
Programı bitirmiş, finalde âdet olduğu üzere, misafirlerimizi selâmlamak için ayağa kalkmıştık. Fakat dostlarımız alkışa ara vermiyorlardı. Bir eser daha istiyorlardı. Yerimize oturduk. Bakıştık. Prova yapmadan eser çalmama alışkanlığımız vardı. İhsan’la ben yaylarımızı hazırladık. Necdet Ağabey de mızrâbını hazırladı. Hiç konuşmadan Mesu’ut Cemil’in Nihavend Saz Semaîsini icrâ etmeğe başladık. Rahmetli Ayhan Songar, kayıt yapmış. Birer nüsha da bizlere verdi. Böyle bir mûsikî olayı içinde bulunmak, insan hayatında nadiren gerçekleşebilir. Aradan 33 sene geçtiği halde o günü hatırlayan ve bahse konu eden dostlarımız mevcuttur.
***
Necdet Yaşar’ın tanbûr sazında gösterdiği başarı, bir Tanbûrî neslinin yetişmesine sebep olmuştur. Günümüzde Cemil Bey An’anesini devam ettiren 4. Meşk nesli devreye girmiştir. Çok iyi tanbûr çalan kızlarımız bile vardır.
Çünkü Niyazi Sayın Cemil Bey’in sağ eli, Necdet Yaşar da sol eliydi. Niyazi Bey sayesinde bir Neyzen nesli de berhayattır. Aynı şekilde Erol Deran dostumuz da kaanun sazında bir neslin yetişmesine ve Cemil Bey an’anesinin genişlemesine sebebolmuştu.
***
İTALYA’da
Tam her hazırlık bitmiş, pasaportlar hazırlanmıştı ki, Kıbrıs Harekâtı başladı. Konservatuar İcrâ Heyeti sanatçıları, İstanbul Radyosu sanatçılarından derlenen gurup, konserler vermek üzer Tunus’a gidecekti.
Kıbrıs Harekâtı sebebiyle evlerimize çekildik. Fakat bir gece, emniyet uyarıları ile, Dışişleri Bakanlığı Tunus’a gönderilecek toplulığu acele havaalanına çağırdı. Uçağa bindik
Bakanlıktaki görevlilerin hatası sonucu, Roma Havalanıda 8 saat bekledik. Alitalia aktarmayı yapamıyordu. Tunus’un gönderdiği uçak da Roma Havaalanına iner inmez ârızalanmış, uçamaz hale gelmişti. Bizler bulabildiğimiz otellere, pansiyonlara dağıldık. Ertesi günü de “Ayşe Tatile Çıktı” Akdeniz Hava Sahası kapatıldı. Roma Büyükelçiliğimiz, yerimizi bildirmek üzere bizleri serbest bıraktı. Tur şirketleri ile anlaşarak İtalya’yı gezmeğe başladık.
İlk akşam, kötü bir otelde, 5-6 kişi ile beraber kaldık. Ertesi Sabah, Necdet Ağabey beni buldu. Benim fazla nazlı olduğumu bildiği için kendi otelinde odasındaki bir kişilik boş yere beni götürdü. Bu küçük Otel, tam THY nın üstüne tesadüf ediyordu ve Cumhuriyet Meydanına bakıyordu. Kaydımızı yapan otel müdürü: “Biz Türkleri çok severiz. Futbolcu Metin Oktay da bu otelde kalmıştı.” Hakikaten o otelde çok rahat ettik. İtalya seyahati boyunca Sorrento’da, Kapri’de hep Necdet Ağabey’le kalıyorduk.
***
Necdet Yaşar hakkında yazılan ve anlatılanlarda, özet olarak, tanbûr sazındaki başarısı, kuvvetli mızrap darbeleri sıralanır. Bu söylenen ve yazılanlar yanlış değil ama, eksik ve bir dehâyı ifade temekten uzak.
Bu satırların yazarı, bu büyük Artistik yönü ifade edilemeyen sanatkârı, çok yakın mesafeden, tam elli yıl izledi. Ev ve aile hayatını, iş hayatını, sanat hayatını her yönüyle inceleyerek, yorumlayarak, zaman zaman kendisine sorarak beynine kazımıştır. Hem de çok yakın mesafeden. Mûsikî mahfili buna şahittir.
Nesdet Yaşar bir dünya yorumcusu, sıradan dinleyicinin anlayamayacağı, mukayese edemiyeceği, idrak edemiyeceği bir sanatkârdı. Bunun en büyük sebebi, sınırsız sabrı, akıl almaz tevazuu, haytını ve hissiyâtını, mızabıyla cevaplandıran şahsiyeti idi. Gençliğinde ve talebeliğinde, o zamanın İstanbul kültür muhitlerinde son derece ilim-irfan erbâbı ile beraber, adeta kariyerini yükseltmişti. Son dönemde lütfedilen, profesörlük ve devlet sanatçılığı titrini, hiçbir zaman kullanmadı. Sadece İstanbul Radyosunda yapılan cenaze töreninde, Devlet Sanatçılığına atfen, Mübârek bayrağımız tabutuna sarıldı. Yandaş basın ve boyalı basın, gayri millî beyazcam, kısa sahnelerle haberlerde ilgilendi.
***
İcrâ Heyeti konserlerinden birinde, “Bu gün bir sürprizim var. Beni yakından dinle” diye tenbih etti. Birinci bölüm bitti. Ara verildi. “Ağabey soloda ne çalacaksın?” diye sordum. “Sana sürpriz dedim ya!” diye kısaca cevap verdi. Sahneye çıktı, ben perdelerin arasında yer ararken Udî Yorgo Bacanos, yaklaştı. “Gel beraber Necdet’i dinleyelim” dedi. Ben aşırı bir heyecana kapıldım. Sahnede bir dünya yorumcusu vardı. Yanımda da bir ud vitüözü.
Necdet Ağabey, hiç taksim yapmadan Mâhûr Makamında bir peşrev çaldı. Eseri o güne kadar hiç dinlememiştim tanımadığım bir peşrevdi. Programını bitirince sordum: “Ağabey bu kimin bestesi?” “Beğendin mi? Diye sorduktan sonra Gaazi Giray Hanın Mâhûr Peşrevi.”
Eve gider gitmez, beni hanım heyecanla karşıladı. “-Bu gün doktoruma gittim. İkinci çocuğumuz yoldaymış “Ben hiç düşünmede: “-Tamam adı da hazır. Çağrı Giray.” “-Canım erkek olacağını nereden biliyorsun?” “-Sen meraklanma. Bizim aile yapımız böyledir. Birinci ikinci çocuklar erkek doğar.” “Peki çift isim niçin?” “Çağrı Alparslanın babası, Giray da Kırım Hânı, Bugün Necdet Ağabey peşrevini çaldı”…
Hemen dârülelhan Külliyâtına bektım. Rauf Yektâ Bey, Mâhûr Peşrevinin çevrim notasını yayınlamış. İkinci oğlumun ikinci ismi, Necdet Ağabeyin hâtırasıdır.
***
Necdet Yaşar sevdâlılarından biri bir kaset vermişti. Bu kaset kaydını Ağabey şöyle anlattı.;
“İzmir Radyosuna uğramıştım. ‘bir kayıt yapalım’ diye ısrar ettiler. Tanbûrum SARI KIZ yanımda değildi. Eşiği zayıf ve telleri ince bir tanbûr getirdiler. İstanbul’dan Üniversite Korosundan arkadaşım Kaanûni Mehmet Kutlugün’le beraber, Cemil Bey’in Ferahfeza Peşrevini, arada müşterek taksim yaparak; Şerif Muhittin Targan’ın Ferahfeza Saz Semaîsi’ne bağladık. Sendeki kayıt odur.”
Necdet Ağabey’in anlatımı bu kadardı. Fakat biz, yıllarca bu kaydı dinleyip tahlil ettik.Necdet Yaşar bu kayıtta, hayatında icrâ ettiği birkaç çok üstün icrâyı gerçekleştirmiştir. Ne Mes’ut Cemil’de ve ne de karizmatik karakteri halâ çözülemeyen Ercümend Batanay’da görülmeyen hızda sol el hareketleri ve mızrap sür’ati ortaya koymuştur. Bu peşrev, müşterek taksim ve Saz semaîsi icrâsı, bir tez konusudur. Tanbûr tekniği açısından, bu sazda neler yapılabileceğinin ifadesi bakımından Müstesnâdır. Yayınlanan CD. lerinin birinde yalnız saz semaîsi vardır. Peşrev icrâsını çok az kişi bilmektedir. Onlar da Mûsikî Sanatı’nın dışındaki heveskârlardır. Bu kaydın Akademik Ortamda şerhedilesi gerektir.
Necdet Yaşar’la bu kayıtta beraber olan Mehmet Kutlugün de olağanüstü bir icrâ ile kayda dahil olmuştur. İzmir’e çekilip, Mûsikîye Küsen Mehmet Kutlugün, unutulmaması gereken bir virtüözdür. Bu sanatkârımızı da araştırıyorum. Bir yazı ile yâdedeceğim.
***
Bir dost evindeki tanbûru kurcalarken yaptığı Kürdilihicazkâr taksim de Olağanüstü bir icrâ örneğidir. Bu taksimde ve yukarıda bahsettiğim müşterek taksimde, Türk Mûsikîsinde kimsenin yapmadığı daha doğrusu yapamadığı bir yenilik, kendine has tavır ve anlayış sergilemiştir. Tanbûrun heyet-i umûmîyesinden çıkan titreşimler, (ENÎNLER) Sadettiin Arel’in bahse konu ettiği tabiî âhenkler, (yani armonikler) i kullanarak bir manada çok sesli icrâ nümûnesi ortaya koymuştur. Üst üste icrâ ettiği âhenkler (AKORLAR), bir çok allâmenin, kem-küm ettiği çok sesli Türk Mûsikîsi örnekleridir.
Bu yönüyle, Necdet Yaşar’ı İspanyol Virtüöz Andre Segovia, İngiliz Virtüöz John Williams, Viyolonsel’in ilâhı Pablo Casals ile mukayese edebiliriz. Bu dünya virtüözleri içinde, 105 santimlik sapıyla Necdet Yaşar’ın tanbûru; Mezâmirhan Davut’un efsanesiyle yarışacak Güçtedir. Önümüzdeki yüzyılladra Necdet Yaşar daha iyi anlaşılacaktır. Ona atfettiğim bir Tuyuğ ile bitiriyorum:
TEL-BEN
-Nedcdet Yaşar’a-
Tanbûrun göğsünde gergin telleriz,
Aşkı, mızrâp sohbetinden dinleriz.
Tanrı’nın lüfûyla inler gönlümüz;
Düm tekâ düm, düm tekâ düm düm deriz.
24 Ocak 1987
Kubbealtı Vakfının düzenlediği, 75.yaş günüm ve 50 sanat günümün kutlamasında konuşmacılar Profesör Necdet Yaşar ile Profesör Doktor Hüsrev Hatemi ile beraber..F.K.