Türküler ve şarkılar değer verilmesi gereken bir kültür ürünü müdür, yoksa şöhrete götüren birer araç mı?.. Necdet Kurt
Çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz şarkı veya türküleri zaman zaman yeni nesil sanatçıların değiştirerek okuduğunu görünce, bazen beğendiğimiz icralar çıksa da; genellikle aklımızdaki kalıpların dışına çıktığından dolayı pek de olumlu bakmayız doğrusu.
Bunun birkaç nedeni vardır. Ya eserin ezgi akışı ya da metronomu değiştirilmiş veya alışılmış sazların dışındaki sazlarla icra edilmiştir, ya da benzer sebeplerden dolayı eserin kulağımıza hoş gelmediğini hissederiz.
Bunun yanında zaman zaman herkes tarafından sevilen ve yıllarca girdiği yeni kalıpta kabullenen eserlerde vardır. Örneğin merhum Barış Manço’nun halk müziği ve sanat müziği eserlerinden seçip kendine has yorumu ve orkestra tavrı ile okuduğu eserler gibi. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Yine bilindik birçok Anadolu türküsü hem halk müziğinde hem de sanat müziğinde icra edilmekte her iki icra da ayrı güzellikle kabul görmektedir.
Buraya kadar her şey güzel.
Ancak bazı eserlerin, kendi mecrasında ve üzerinde herhangi bir değişiklik olmadan icra ediliyor olmasına rağmen birçok icracı tarafından, eserin yaratım ortamından bihaber şekilde icra edildiği görülmektedir. Bu durum birçok eserin geçen zaman içerisinde kaynak öyküsünden ayrılıp yorum dezenformasyonları sonucu özünden uzaklaşıp farklı algılanmasına sebebiyet veriyor.
Örneğin; “Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece” adlı eseri TV ekranlarında okuyan bayan solist, bir elinde mikrofon tutuyor olmasına rağmen izleyicilere tempo tutturmak için alkış yapmaya çalışıyor, aynı zamanda da vücut dili ile de sanki oyun havasıymış gibi bir sağa bir sola hareket ediyor. Eserin sonlarına doğru da adeta bir orkestra şefi gibi sazlara dönerek metronomunu daha da hızlandırıyor ve coşkulu bir final yapıyor. İzleyicilerden bir alkış tufanı ki, sormayın gitsin. Ve solistimiz öyle mutlu, öyle mutlu ki, seyirciye reverans yaparken saçlarının uçları neredeyse yere değecek. Yaklaşık 15-20 saniye alkış ve reverans birbirini tetikleyerek devam ediyor. Zaten programın son eseri olduğu için sazlarla birlikte izleyicileri selamlayıp sahneden ayrılıyorlar. Solistimiz son eserle sahnede adeta devleştiğini hissediyor ve eseri öyle bir icra ediyor ki; neredeyse tüm bedeni ve benliği ile bütünleşiyor. Eser onu sahnede, o an itibarı ile zirveye taşıyor.
* * *
Doğal olarak insan “e bunda ne var ki” demekten kendini alamıyor.
Oysa bu eser bir Na’at-ı Nebi, bir Bektaşi nefesi...
Kişi eserin kaynağından bihaber olabilir. Böyle bir eserin hangi ortamda ve nasıl bir eda ile icra edileceğini bilmiyebilir. Öğretilmemiştir.
Araştırma, sorgulama alışkanlığı, eğitim, öğrenme biçimi olmayınca…
Bilgi olmayınca, esere her türlü tahribatı yapma hakkını kendinde görüyor, nasılsa bilmiyor.
Üzerinde tepinerek okuduğu türkünün veya şarkının içeriği umurunda da değil.
Daha da vahim olanı, sahnedeki solistin hepimiz olması.
Kaçımız bu tarz bir hassasiyet taşıyor?
Kaç dinleyici bu duruma tepki verebilir?
Bu sadece bir örnek. Gerek türkü, gerek şarkı olsun o kadar çok örneği var ki. Konuya ilgi duyan birkaç kişi dışında konu gündeme getirilmiyor.
Çıkan sesler de duyulmuyor.
Edebi, ezgisel ve anlam bakımından derinliği olan birçok eser, iş bilmez icracılar elinde heder olup gidiyor.
Emekli Koro Şefi Halil Atılgan “Türkülerin İsyanı” adlı kitabında bu konuyu türküler bağlamında ele almış ve birçok türkü üzerinden örnekler vermiştir. Ancak ne yazık ki bir çiçekle yaz gelmiyor. Bu konuya daha çok dikkat çekilmesi gerekmektedir.
Akademik düzeyde sanat eğitimi veren kurumlarda bahsettiğimiz konularla ilgili dersler bulunuyor da, faydası mı olmuyor?
Müzik eğitimi sadece nota solfej veya çalgı/şan eğitimi gibi algılanıyor.
Verdiğimiz örnek eser 1895-1961 yılları arasında yaşamış bestekarımız Sadettin Kaynak’a ait. Gördüğü bir rüya üzerine Hz. Muhammet’e (Na’at-ı Nebi) sevgisini dile getiren bir eser olarak bestelediği kayıtlarda geçer.
Ancak elimizdeki diğer bir kaynağa dikkat çekmek istiyor ve de görüyoruz ki bu eser aynı zamanda söz ve müziği Yesari Asım Arsoy’ a ait bir Bektaşi nefesi…
Evet yanlış okumadınız. Yesari Asım Arsoy’ a ait bir Bektaşi nefesi…
Konumuz eser sahipliği olmadığından işin o yönü üzerinde durmuyoru, sadece belirtmekle yetiniyoruz.
Ancak biri Na’at -ı Nebi, diğeri Bektaşi nefesi olan eserin içeriğine uygun bir icra düzeyi beklentisinde olmak en doğal hakkımız değil midir?..