Eğitimi ve meslek yaşamı olarak Geleneksel Türk müziği tarihimizin en faal bestecilerinden İsmail Hakkı Bey İstanbul Balat'taki Molla Aşkî mahallesinde doğmuştu. 13 yaşlarında saraya alındı. Burada Muzıka-i Humâyûn'da Suyolcu Latif Ağa'dan Türk mûsikisi nazariyatı ve usul, Zâti Bey (Arca) ve Guatelli Paşa'dan Batı müziği dersleri aldı. Kolağası rütbesiyle sermüezzinliğe tayin edildi. Muzıka-i Humâyûn'un fasl-ı cedîd ve fasl-ı atîk heyetlerinde de görev alan İsmail Hakkı Bey serhânende sıfatıyla fasl-ı cedîdin başına getirildi ve buradan kaymakamlığa kadar yükseldi. I. Meşrutiyefin ilânından sonra Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Kıraathanesi'nin üst katında İzzettin Hümâyî (Elçioğlu) İle birlikte Mûsiki-i Osmânî Cemiyeti Mektebi adıyla bir öğretim kurumu açtı. Dârü-l Elhân Şark Mûsikisi Bölümü'nde gerek ilk kuruluşunda (1917) gerekse 1923 yılında yeniden açılışındaki öğretim kadrosunda nazariyat, solfej ve fasl-ı umûmî dersleri okuttu. Bölümün müdürlüğü yanında icra heyeti yöneticiliğinde bulundu. Tâlim ve Terbiye Dairesi Sanâyî-i Nefise Encümeni'nin 9 Aralık 1926 tarihli kararıyla Dârülelhan Şark Mûsikisi Bölümü'nün lağvedilmesi üzerine kurulan Tarihî Türk Mûsikisi Eserlerini Tasnif ve Tesbit Heyeti üyeliğine tayin edildi. "Muallim" lakabıyla tanınan İsmail Hakkı Bey kurduğu Mûsiki-i Osmânî Cemiyeti (Mektebi) ile dönemin mûsiki eğitim ve öğretim çalışmalarını önemli ölçüde desteklemiş, önceleri birkaç kişiden ibaret olan incesaz takımlarındaki geleneksel yapının dışına çıkarak şimdinin devlet korolarının öncüsü olan otuz kırk kişilik orkestra ile halka açık icraların ilk örneklerini vermiş, Şehzadebaşı'ndakî Yeni Ferah Tiyatrosu"nda kurduğu İstanbul Opereti'nin orkestrasını bizzat yönetmiştir.
Mehmed Akif Ersoy'un sonradan İstiklâl Marşı olacak dizelerini rast makamında besteleyen (1922) İsmail Hakkı Bey'in aynı makamdaki " Ordu Marşı - Ordumuz etti yemin" ve "Ey şanlı ordu ey şanlı asker" mısraıyla başlayan Tekbir ve Cenk Marşı ile mahur makamındaki, "Gafil ne bilir neşve-i pür-şevk-i vegâyı" mısraıyla başlayan Mehterhâne-i Hâkânî Marşı da günümüze çok az eserle intikal etmiş mehter repertuarının sevilen örnekleri arasındadır.
İsmail Hakkı Bey Saz semaisi, peşrev, longa, oyun havası, zeybek, kâr, kâr-ı nâtik. beste, semai, şarkı, köçekçe, marş, tevşîh, durak, ilâhi, şuğul, nefes gibi geleneksel Türk müziğinin hemen her formda 2000 civarında eser vermiş nâdir bestekarlarındandır.
Çok kolay beste yaptığı, ders verirken bir taraftan da eser bestelediği söylenir.
Mûsikî-i Osmânî Mektebi adına yapmış olduğu fasıl defteri ve yaprak biçimindeki nota yayınları devrin mûsiki repertuarı için önemli bir katkıdır. İsmail Hakkı Bey'in yetiştirdiği talebeler arasında Âmâ Nâzım, Yaşar Okur, Hayri Yenigün. Fahri Kopuz, Nuri Halil Poyraz, Faize Ergin, İzzettin Hümâyî Elçioğlu, Ali Rıza Şengel, Zeki Arif Ataergin, Mustafa Sunar ve Ali Rıza Sağman sayılabilir.
İsmail Hakkı Bey'in el yazısı ile derlediği, defterlerden oluşan nota koleksiyonu ölümünden sonra Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu tarafından satın alınmış olup günümüz Türk mûsikisi repertuarının önemli kaynaklan arasında yer almaktadır. Yayınlamaya başladığı eserlerinden ise ancak dört fasikül çıkarabilmiştir. “Mâhurhan” adlı bir makam oluşturmasının yanı sıra kitapları da bulunmaktadır.
Yayınlanan eserleri şunlardır; Mahzen-i Esrâr-ı Mûsiki yahut Teganniyât-ı Osmânî (İstanbul 1313); Solfej Nota Dersleri, Usûlât, Solfej, Makamât ve İlâveli Nota Dersleri (İstanbul 1335, 1341); Mûsiki Tekâmül Dersleri (İstanbul 1926); Zeybek Oyun Havaları.
Müziğimizin 20. yy başının bu denli renkli, faal ve de çalışkan, çağının insanı 30 Aralık 1927'de Karaköy'de tramvayda kalp sektesi sonucu vefat etmiştir.
Günümüze gelebilen 940 eserin yarısından fazlası şarkı formundadır.
Geleneksel müziğimizin gerek dönem, gerekse müzikal kişiliği olarak en faal ve en dikkat çeken isimlerinden olan İsmail Hakkı Bey na’aşının Chopin Cenaze marşı eşliğinde mezarına dek götürülmesi örneği Türkiye’nin bugünlerde hala tartışılan değişiminin bir habercisi olarak bize önemli geldi.
Bir asır öncesinde yaşanmış sözkonusu anekdotu günümüz cenaze marşı yaşanımları eleştirilerine GTSM geçmişinden ender, bilinmeyen bir örnek olarak aktarmak, bir ayrıntıyı dile getirmek istedik…
___________________________
(*) Ayhan Sarı
(**) Chopin Cenaze marşı hakkında:
Frederick.F.Chopin “Sonat No:2 Op.35 ‘Cenaze Marşı – Funeral March’ Chopin’in ünlü cenaze marşı op.35 Sonat’ın üçüncü bölümüdür. Ünlü besteci akla gelenin aksine, bunu kendi ölümü için yazmış değildir. Aksine bu sonat onun en parlak günlerinin eserlerinden biridir. Gerçekten de 1830-35 arası Chopin’in en yüksek sanat değeri taşıyan bestelerini yazdığı dönemdir.Op.35 Sonat ilk çalındığı günden beri büyük ilgi, hatta şaşkınlık yaratmıştır. Chopin, bu eseriyle aşılamaz sayılan Beethoven’vari sonat tarzını geride bırakmış, çok daha ilerilere geçmiştir. Müzik eleştirmenleri arasında farklı tepkilere yol açan bu eser için Schumann da “Buna sonat diyebilmek için insanın hayale kapılması gerekir. Yalnız, en çılgınca dört eserini bir araya toplayabilmesi besteci için övünülecek bir şey” yorumunu yapar. Schumann bu “çılgınca” sözcüğünü özellikle eserin son iki parçası olan Marche Funebre ve Finale için kullanıyordu. Cenaze Marşı’nda gözü açık görülen bir rüya, bilinçli bir sayıklama sezilebilir; romantik bir ruhun ölüme karşı alaylı bir meydan okuyuşudur bu bölüm. Yalnız bütün bu alaya karşın, gene de bir korku vardır. Ünlü Fransız yazarlarından Ernest Legouve, “Chopin’den ne zaman istesek Marche Funebre’i bize çalardı. Ancak, parçasını bitirir bitirmez şapkasını alır giderdi” der. Bu bir korkunun dışa vurumu muydu, yoksa parçanın üzerinde konuşulmasından mı hoşlanmıyordu bilinmez.
(***) Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın sözkonusu cenaze marşının nerede icra edilip/edilmemesi hakkındaki görüşleri şöyledir:
"Protokol ağırlıklı törenlerde, kentlerde askeri bandonun Cenaze Marşı çalması doğal olabilir. Ancak burası küçük bir köy ve insanlar acılarını yaşamak, evlatlarını tekbirler, dualarla son yolculuğuna uğurlamak istiyor. Buna saygı göstermek gerekiyor. Ben de insanların bu beklentisine cevap vererek gereğini yaptım ve bandonun marş çalmamasını istedim… Chopin’in (35 opus no’lu 2. Piyano Sonatı Cenaze Marşı çalınıyor. Bu, bir batı enstrümanı dinlememiş bir köy yerinde bir şaşkınlık, garipseme yaratıyor. Sanki törenden koparılma, dışlanma duygusu havası oluşuyor. Ben bunu yıllar önce doğduğum kentte gözlemiştim. Perşembe ilçesinde bir köyde, belediye bandosu başını gözünü yararak Chopin çalmaya kalkmıştı…” (1)
___________________________________
(1) Bu yazı 07 Aralık 2012 tarihli Musiki Dergisi'nde yayınlanmıştır.
Bkz: http://www.musikidergisi.net/?p=2351