Türkiye’de telif bilincinin yerleşmesi konusunda önemli adımlar atan MESAM’ın 30 yılında ve MESAM öncesindeki telif sorunlarını Ocak 2018 sonunda MESAM başkanlığından istifa etmiş olan Orhan Gencebay anlatıyor…
MESAM kurulmadan önce Türkiye’deki müzik sektörü nasıldı ve sanatçılar haklarını ne ölçüde alıyordu?
MESAM kurulmadan önce firmalar eserlerimizi kullanmak için ya münhasıran kaydıyla alıyor ya da kullanım ücreti ödüyorlardı. Münhasıran, her şeyin gaspı anlamına geliyordu. Yanlış bir şeydi ama kimsenin telif hakları konusunda bir fikri yoktu o zamanlar.
Telif hakları konusundaki gelişim nasıl oldu?
Türkiye’deki müzik sektörü uzun yıllar İngilizlerin elindeydi. Özellikle Osmanlı döneminde Türk fonogramları onların kurduğu şirketler tarafından yönetiliyordu. Colombia ve Odeon gibi firmalar
dı bunlar. Aralarında hiç Türk firması yoktu ve 1960 yılına kadar da olmayacaktı. İlk Türk firması Şençalar Plakçılık altmışlı yıllarda kuruldu. Bu dönem öncesi telif hakkının ne olduğu bilenmediği gibi konusu dahi edilmiyordu.
Taş plakların üzerine bakarsanız sadece yorumcunun ve eserin adı vardır. Bestecinin ve söz yazarının adı yoktur. O dönemde bunu neden böyle yapıyorlardı bilmiyorum. Her halde telif ödememek için diye düşünüyorum.
1960’lardan itibaren Türk firmaları faaliyete başladı. Doğubank İş Hanı’nın altında neredeyse her oda bir firma haline geldi. Müzisyenler olarak oraya “mezarlık” adını takmıştık. O yıllarda çok fazla plak yapılıyordu. 45’lik dönemi başlamıştı. Bu dönem aynı zamanda korsanın da başladığı dönem oldu. 1970’lerde kaset dönemine geçilince korsan büyük bir hızla yükseldi. Çünkü kayıt yapmak plaklara nazaran daha da kolaylaşmıştı. Bu da müzik sektörüne büyük bir zarar verdi, çünkü haklar gasp ediliyordu.
O dönem korsanla nasıl mücadele ettiniz?
Aslına bakarsanız o dönem korsanla nasıl mücadele edileceğini yeterince bilmiyorduk. Daha sonra gelişmiş ülkelerin attıkları adımları, yaptıkları uygulamaları incelemeye başladık. O dönem ülkede anormal bir korsan vardı. Fiziki korsan bire sekiz, bire dokuz seviyesindeydi. Yıllarca böyle ilerledi. Durumu devlet kademesine gereği gibi ulaştıramadık. Bu yüzden devlet de bize yardım edemedi.
Konuyu 1986 yılında Turgut Özal’a naklettiğimizde durumla yakından ilgilendi… Turgut Özal ilk olarak müzik sektörünün Ticaret Odası’nda hangi iş kolunun altında göründüğünü sordu bize. O dönem müzik sektörü “Elektrikli Ev Araç ve Gereçleri” kategorisinde görünüyordu. Matrak bir şey değil mi?
Fonogram yapılan sektörün problemi büyük ölçüde buydu. Kayıtlar kasete yapıldığı ve müzik kasetçalardan dinlendiği için bizi de bu kategorinin altında koymuşlardı. Halbuki, o bir taşıyıcı; bizim derdimiz onun içindeki müzikle. Elle tutulamayan gözle görülemeyen sanatı biz üretiyoruz. Bunu anlatmakta zorluk çektik.
Turgut Özal’ın emri ile meslek birlikleri kuruldu ve bandrol sistemi geldi. Biz o dönem bandrol sisteminin sorunu çözeceğini, korsanı bitireceğini sanıyorduk. Ama öyle olmadı.
MESAM’ın ilk yıllarında neler yapıldı, nasıl bir yol izlediniz?
1987 yılında MESAM kuruldu. Kurulum sürecinde müzisyenin haklarının neler olduğunu Batı’dan öğrenmeye çalıştık. CISAC’ın çatısına dahil olduk. Birçok atılım ve çalışma yaptık fakat hala eksiğiz. Resmi makamlara derdimizi tam olarak anlatamadığımız için hakların korunması tam olarak gerçekleşmedi. Üzerine gitsek de bilgiler ve çabalar yeterli değildi. Bu yüzden de belimizi tam olarak doğrultamadık.
Bugün MESAM’ın başındasınız, sizin MESAM’a katılımızınız nasıl oldu?
Camianın neler yaşadığını ve sorunlarını en iyi bilen kişilerden biriyim. Sektörün üç köşesi vardır: Eser Sahipleri, Yorumcu ve Yapımcı. Bu üç köşede de çalıştım. Bunun yanında sektörün sorunlarını halletmeye çalışanlardan biriyim. Bunlarla uğraştık ama gereği gibi sorunları çözemedik. 1987’ye kadar hiçbir yardım görmeyen bir sektördü müzik şimdi birçok alanda müzisyenlerin haklarını savunabiliyoruz…
Peki, müzik sektörünün şimdiki durumu nedir?
Şu anda müzik tarihimizin en kötü zamanındayız. Bunu tecrübe ile söylüyorum. Verilere baktığımızda rakamlar çok şeyi anlatıyor. Gelişmiş bir ülke ile Türkiye’yi kıyasladığımızda fark çok büyük. Ülkemizin geçen yıl brüt olarak aldığı telif hakkı 25 Milyon Euro civarıdır. Bunu 100 Milyon TL olarak hesaplayabiliriz. Geçen yıl sadece Almanya’da GEMA’nın aldığı dijital hak ise 1 Milyar 300 Milyon Euro. Aradaki fark bu kadar büyük… Aldığımız bu parayla on binlerce sanatçı yaşayacak ve müzikalite yükselecek! Bu imkân dahilinde bile değil.
2016 yılında Türkiye’de 743 tane albüm yapılmış, bunun önemli bir miktarı ise single. Fransa’da ise 50 bin tane albüm yapılmış. Tüm dünya müziğini üretim yaparak korur. Biz bu şartlar altında müziğimizi koruyamayız ve bir nesil sonra asimilasyona uğrarız. Varlığımızı ve değerlerimizi korumak için üretmemiz lazım. Şu anda 10 binlerce sanatçı tabiri caizse aç kalmış durumda. Bu sanatçıların ne emeklilik hakları ne de sağlık güvencesi var. Bu şartlar altında mü - ziğin devam etmesini sağlayamayız. Geldiğimiz noktada sektör çökmektedir.
Öncelikli olarak neler yapılmalı?
Öncelikle yasalarımızın gelişmiş ülkelerin sevi - yesine çıkması gerekiyor. Bu konuyu MESAM olarak defalarca tartıştık, çalıştaylar yaptık ve teklifimizi Kültür Bakanı’mıza sunduk. Onlar da kendi çalışmalarını yaptı. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan konunun hızlı bir şekilde çözülmesi yönünde girişimlerde bulundu. Beklediğimiz yasa henüz çıkmadı, ama yakın zamanda sorunlarımızı çözecek bir yasaya sahip olacağımızı umuyoruz. Yasanın yanı sıra alamadığımız bazı yasal haklarımız için de adımların atılmasını bekliyoruz. Örneğin “Copyright Levy” diye adlandırılan bir hak var. Bütün dünyada sanatçılara ödenen bu hak maalesef bize verilmemekte… Taşıyıcı üreten bir firma, bu taşıyıcı kaset de olabilir, CD de olabilir, MP3 çalar da olabilir, ürününü satarken normal fiyatının yanına ek bir bedel koyar. Bu ek fiyat, özel kopyalama içindir. Bu bedelin devlet tarafından ilgili meslek birliklerini verilmesi gerekir. Bu hak tamimiyle sanat alanının, özellikle müzisyenin hakkıdır. Devletin bu hakkı alıp bize vermesi gerekirken nedense biz bu hakka kavuşamadık. Bu biriken paranın ne kadar olduğunu bilmiyoruz, ama bize ait olan bu hakkı alamıyoruz. Bu özel kopyalama ürünleri müzik taşıdığı için bu hakların sahibine ulaşması gerekir. Bunu devletten hala alamadık ve bunun üzerinde çalışıyoruz.
Bunun yanında telif ödemeleriyle alakalı sorunlar hala yaşanıyor değil mi?
Telif ödemek istemeyen kurumlar var. Geçen yıl 20 şehirden ve STK’lardan Kültür Bakanlığı’na mektuplar yollanmış. Bu mektupların hepsi “bizi bu telif zulmünden kurtarın” diyormuş. Telifi zulüm olarak görenler var bu ülkede. Halbuki telif bir insan hakkıdır ve en öncelikli haklardan biridir. İnsan üç yönü ile üretir; aklıyla, duygusuyla, bedeniyle… Biz aklımız ve duygularımız ile üretiyoruz. Sanatın yaşaması için sanatçının da yaşaması lazım.
Yasa yolumuzu açacak gibi görünüyor ama bilinmesi gereken de çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Bir ticarethane ticari bir unsur olarak müzik kullanıyorsa o telif hakkı- dır. Yani bizim hakkımızdır. Biz bunu almak istiyoruz.
Müzik sanatını icra eden de insandır ve aklı ve bilgisi ile bu sanatı üretmektedir. Müziği ticari bir unsur olarak kullanan herkes bunun karşılığını vermek zorundadırlar.
Telif konusunda Türkiye hala gereken bilinç seviyesine ulaşmadı değil mi? Telif hakkını herkese en iyi şekilde anlatmak zorundayız. Bu özel hukuk alanının konusu. Kısacası sorunlarımızı genel hukuk kuralları içinde halledemiyoruz. Hukukçularımız da konuya tam olarak hâkim değil. Hukukçuları- mıza telif haklarını anlatmak için bir sempozyum yaptık ve daha birçok şey yapacağız.
Sadece hukukçularımız değil sanatçıları- mızın büyük çoğunluğu da telif konusunda bilinçsiz. Bütün sanatçı arkadaşlarımız bu konuyla ilgilenmeli. Kurumlar genel kurul yaparken gerçek hak sahiplerinin kurulda olması gerekir. Ben tüm hak sahiplerini genel kurula davet ediyorum. Çünkü şu anda öyle bir yere geldik ki telif hakları alınmazsa müzik kaybolacaktır. Bunu hayal bile etmemeliyiz. (1)
_________________________
(1) MESAM Vizyon Dergisi, Aralık 2017, Sy.20