Dostluğumuz orada başladı gelişerek devam etti. Ankara’ya gittiğinde, kısıtlı olanaklarına karşın, beni, Yukarı Ayrancı’da eşi ve çocuklarıyla birlikte kaldığı dairede konuk ediyordu. Ankara’da İlhan Baran, Cengiz Tanç ve Muammer, İstanbul’da Cenan Akın, Kemal Sünder, Ali Doğan Sinangil ile ben aynı kuşaktan birbirleriyle çok iyi anlaşan bir genç besteciler grubu oluşturuyorduk. Ortak amacımız çağdaş çoksesli Türk Müziğine yapıtlarımızla katkıda bulunmak, onu geliştirmek ve geniş topluluklara ulaştırmaktı. Ankara’daki dostlar hem kendilerini geliştiriyor, hem de öğrenci yetiştirmeye çalışıyorlardı. Kemal dışında biz İstanbulluların müzik yazmak dışında belli bir işi de yoktu. Muammer’in en büyük tutkusu, yurdun her köşesinde çoksesli korolar kurdurup geniş kitlelere iyi müziği ulaştırmaktı.
Cem İpekçi TRT’ye Genel Müdür olunca Muammer Sun’a TRT Müzik Dairesi Başkanlığını teklif etti. Muammer kabul etti. İlk olarak TRT Çoksesli Korosu’nu kurdurdu. Başına ünlü koro şefi Walther Strauss’u getirtti. Sınavla alınan genç sanatçıların yetişmesi için çok çalıştı. Dana sonra, müzikbilimi edebiyat ve çoksesli müzik alanında, değişik dallarda yapıtlar oluşması için yarışmalar açılmasını sağladı. Tanınmış bestecilere yapıtlar ısmarladı. Her dalda ilginç ve değerli yapıtlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Müzik alanında yapılan çalışmalar dinletilerde halka sunuluyordu, ayrıca bir de şenlik yapılması tasarlanıyordu ki…
Memduh Tağmaç, Muhsin Batur ve Faruk Gürler’in öncülüğünde bir darbe. Bütün bu güzel ve yararlı işlerin askıya alınmasına neden oldu. TRT’nin başına getirilen Musa Öğün, ısmarlanan ve ödül kazanan bütün yapıtları, tür farkı ayırt etmeden, ‘Bunlar komünistlerin işi’ diyerek çuvallara doldurtarak yok etti. Muammer Sun tutuklandı.
Uzun süre de kendisinden haber alınamadı. Nerede, hangi cezaevinde, ne gibi koşullarda tutulduğunu bilinmiyordu. O dönemde pek çok kişinin başına geldiği gibi yok edilmiş miydi?"
“Uzun bir süre sonra salıverildi. Ondan sonra da ömür boyu çekmek zorunda kaldığı böbrek yetmezliği, göz bozukluğu, sigara alışkanlığı gibi sıkıntıların yanı sıra, işsizlikle de boğuşmak zorunda kaldı. Bütün bu olayları, ayrıntılarıyla değerli eşi Sinemis Sun’un yazdığı 'Karnında Güneş Taşıyan Adam' başlıklı yaşam öyküsünden okuyabiliyoruz.
Direndi, yılmadı bin bir güçlükle boğuşarak çalıştı. Birbirinden güzel, unutulmaz, çok değerli yapıtlar ortaya koydu. Binlerce öğrenci yetiştirdi. Örnek bir sanat ve düşünce adamı olarak yurdumuzun insanlarına iyiyi, doğruyu, güzeli tanıtmaya gayret etti.
Yarım yüzyılı aşan bir dostluk, kardeşlik, arkadaşlık, ülküdaşlık bugün sona mı eriyor? Hayır. 60’lı, 70’li yıllarda ortak bir amacımız vardı; Yurdumuz insanına başta çağdaş, çoksesli müzik olmak üzere, her şeyin en iyisini, en doğrusunu, en güzelini vermekti ülkümüz.
Başardık mı? Belki biraz. Ama yeterli mi? Hayır. Boğuştuğumuz kötülükler, aşmaya çalıştığımız engeller olmasaydı belki daha iyisini yapabilirdik. Yine de Muammer Sun kardeşimin bıraktıkları onu yitirmekten duyduğumuz büyük acıyı biraz olsun unutmamızı sağlıyor. Onun bize armağan ettiği eserler sonsuza değin içimizi aydınlatmayı sürdürecek. Onu unutmayacağım. Ama ona o acıları çektirerek, bizleri mutlu edecek daha pek çok güzelliği yaratmasına engel olanları da unutmayacağız. Metin Erksan’ın söylediğini yineliyorum, ‘Unutmak ihanettir.’
Yıllarca önce bir gün, sık sık yaptığımız gibi, Göztepe’deki evimde buluşup uzun uzun konuşmuş daha sonra da evin kapısının önünde resim çektirmiştik. Göztepe’de dört dost besteciyi bir arada gösteren bu resimde, ön sıralarda görülenlerin üçü birer birer gittiler. En arkada ben kaldım. Bakalım… Ben de sıramı savdığımda arkamızda soluk bir resimde dört gölge kalacak.