Müzisyenlik mesleği genellikle temsil yönüyle bilinir, sahne ve sunumun göz dolduruculuğu ile zihinlere kazınır. Ancak, bu meslek dalının bazı diğer iş kollarında olduğu gibi zorlayıcı, sancılı ve hatta meslek yaşamının sonlanmasına sebep olabilecek bazı riskler taşıdığı az bilinir veya sıklıkla söz konusu edilmez. Bunun en önemli sebebi; meslek hastalıklarından bahis açıldığında genellikle bedensel açıdan zorlayıcı, çevresel koşulları ağır ve kazalara müsait, kimyasalların tehdit edici olduğu vb. iş dallarının öncelikle hatırlanmasıdır. Müzisyenlik mesleğinin; maden, inşaat, metal, kimya vb. pek çok sektördeki iş kollarına kıyasla, korunmuş ortamlarda gerçekleştiği şüphesizdir. Bununla birlikte, bu meslek grubunun da korkulu rüyası olan çeşitli rahatsızlık ve hastalıklar bulunmaktadır. Bu hastalıklar ile birlikte mesleği sürdürmeye engel olabilecek diğer rahatsızlıklar; Avustralyalı piyanist David Helfgott, Kanadalı piyanist Glenn Gould vb. örneklerinde olduğu gibi, başarılı bir kariyerin ortasında mesleğini bırakma veya ara verme ile bile sonuçlanabilmektedir.
Ses ve çalgı dallarındaki müzisyenlerin yaşadığı rahatsızlık veya hastalıklar fizyolojik, psikolojik veya sosyal düzlemlerde kendisini gösterebilir. Bunların sebepleri ise çeşitlidir. Farklı ülkelerde yapılan araştırma sonuçlarına dayanarak, müzisyen sağlığını olumsuz yönde etkileyen faktörler aşağıdaki gibi özetlenebilir:
- Günlük müziksel egzersiz ve eser çalışma saatlerinin çok uzun ve yoğun olması,
- Aynı pozisyonda çok uzun süre kalınması,
- Çalgılara özgü yapısal özellikler ve zorluklar; bazı çalgıların doğal vücut duruşunu zorlayıcı tutuş ve konumlanma gerektirmesi,
- Büyük orkestra içinde çalan veya elektronik çalgıların kullanıldığı türlerde çalışan müzisyenlerin uzun süre yüksek ses şiddetine maruz kalması,
- Erken çocukluktan itibaren ebeveynlerin müziğe dair yüksek beklenti ve talepleri,
- Profesyonel müzisyenlerin çoğunluğunun çalgıya çocukluk dönemlerinde başlaması ve çocukluk çağından itibaren çok uzun süreli çalışma saatleri geçirmeleri,
- Uzun egzersiz saatlerinin neden olduğu sosyal izolasyon,
- Eserlerde mükemmellik beklentisinin oluşturduğu psişik baskı,
- Bazı müzisyenlerin konser ortamlarında yaşadığı yüksek sahne kaygısı,
- Meslek alanında rekabetin büyük olması,
- Muhtemel bir başarısızlığa yönelik yaşanan yüksek kaygı,
- Kariyer imkanlarındaki belirsizlikler… vd.
Böylesine etkenlerden dolayı, müzisyenler de sporcular gibi mesleğe özgü hastalık ve sakatlıklar geçirebilecek meslek gruplarındandır. Müzisyenlerin yaşadığı hastalıklar tek tip olmayıp; müzisyenin vokal veya çalgısal dalda oluşu, çalgının türü, aynı çalgıyı çalan kişilerin sahip olduğu farklı beden ve karakter yapıları, müzik yapılan ortam, müzisyenlerden çevresel beklentiler vb. gibi çok çeşitli unsurlar tarafından belirlenmektedir. Yaşanan rahatsızlıklar; kas-iskelet sisteminde meydana gelen eklem, kas-tendon ve periferik sinirleri etkileyen hastalıklar, ses hastalıkları, bel, boyun tutulmaları ve fıtıkları, sinir sistemi rahatsızlıkları, işitme duyusunun zarar görmesi sonucu oluşan hastalıklar, cilde temas eden çalgılarda cilt soyulma ve yaralanmaları, üfleme çalgısı çalanlarda ağız ve çene deformasyonları, kaygı kaynaklı rahatsızlıklar vb. sayısız şekilde kendisini göstermektedir. Yüksek ses şiddetinin sebep olduğu rahatsızlıklar, müzisyenlerle de sınırlı olmayıp stüdyo, prova salonu, konser ortamı vb. mekanlarda çalışan diğer teknik ve yardımcı elemanları da içine alabilmektedir. Sık rastlanan rahatsızlıklar ise; lateral epikondilit, karpal tünel sendromu, periferik nöropati, tetik parmak, Overuse sendromu, kübital tünel sendromu, tendinopatiler, fokal-motor distoni, deQuervain sendromu, temporomandibular sıkışma, olacranon sıkışma vb. olarak sıralanabilir. “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü”nün yayımladığı Meslek Hastalıkları ve İşle İlgili Hastalıklar Tanı Rehberi içerisinde de, kas-iskelet sistemi ile ilgili hastalıklar bölümünde birikimli travma hastalıklarının iş ilişkileri tablosunda; karpal tünel sendromu, epikondilit, tenisçi dirseği, Ulnar sinir basısı ve Guyontuneli sendromu hastalıklarının sebepleri altında çalgı çalma da gösterilmiştir.
Dünyada “müzisyen sağlığı” ile uğraşının bilinen tarihi 15. yüzyıla kadar geri gitmektedir. Padova’da Savonarola’nın 1486 yılında trompet ve flüt çalanlardaki performansı olumsuz etkileyen tıbbi sebepleri açıkladığı çalışması bu alanda bilinen ilk kaynaklardan birisidir. 1700 yılında Ramazzini tarafından yayınlanan çalışmada da vokal ve çalgısal müzisyenlerin hastalıklarına bir bölüm ayrılmıştır. 1831 yılında Berlin’de K. Sundelin tarafından yayımlanan müzisyenlere yönelik doktor tavsiyeleri içeren çalışma ise, müzisyen tıbbının bilimsel bir disiplin olarak gelişiminde önemli bir adım olarak kabul edilir. 1923 yılında nörolog ve müzikolog K. Singer’in “Berlin Devlet Müzik Akademisi”nde müzisyen tıbbına yönelik kürsüyü açması ile de, bu branş yükseköğretim kurumlarına giriş bulmuştur. 1940’lı yıllarda ise, yine Berlin’de müzisyen hastalıklarına yönelik olarak bir poliklinik açılmıştır. Almanya bu konudaki girişimlerini genişleterek; 1959 yılında Dresden Müzik Yüksekokulunda ses sağlığı ile ilgili araştırmalar/çalışmalar başlatılmış; 1974 yılında Hannover Müzik ve Tiyatro Yüksekokulu’nda “Müzik Fizyolojisi” kürsüsü kurulmuş; 1994 yılında ise “Alman Müzik Fizyolojisi ve Müzisyen Tıbbı Birliği” yaşama geçirilmiştir.
“Müzisyen Sağlığı” alanı, müzik terapisi[ii] ile aynı içeriğe sahip olmayıp; müzisyen hastalıklarının veya müzisyenlik mesleğine etkisi olabilecek diğer hastalıkların önlenmesi, teşhis edilmesi ve tedavisini kapsamına alır. Yetişen müzisyenlerin eğitim sürecinde bu hususta bilinç edinmeleri önemsendiğinden; bugün pek çok ülkenin üniversitelerinde müzisyen sağlığına yönelik bölümler/programlar/üniteler bulunmaktadır. Bu programlar genellikle akademik müzik birimleri çatısı altında açılıp, tıp fakülteleri veya hastaneler ile işbirliği içinde yürütülmektedir. Bunların bir kısmı lisans düzeyinde yan dal eğitimi-öğretimi odaklı, bir kısmı da araştırma odaklıdır. Bazı müzik fakülte ve bölümlerinde ise, eğitim yanında bu alanda uzmanlaşan kişilerce sağlık hizmeti de sunulmaktadır. Çeşitli ülkelerde, “Müzisyen Sağlığı” bölümlerinin veya programlarının sayısı gittikçe artmaktadır. Örneğin; Amerika kıtasında ABD’de çeşitli üniversite, konservatuvar vb. çatısı altında 40 civarında, Kanada’da ise 4 birim bulunmaktadır. Avrupa kıtasında; Almanya’da 12, Birleşik Krallık’da 10, Fransa’da 6, İspanya’da 4, İsviçre’de 5 vd. birim mevcuttur. Yükseköğretim müzik kurumlarında tıp ve müzisyenlik mesleği ilişkisini içeren program sayısı Avustralya’da ise 3’tür. ISME’nin de bu konuya odaklanmış olan bir çalışma grubu bulunmaktadır.
Dünyadaki eğilimler bu yönde iken; Türkiye üniversitelerinde, bu alanda bir bölüm veya program henüz bulunmamaktadır. Müzisyenlerin karşılaştıkları rahatsızlık ve hastalıklara yönelik çeşitli araştırmalar yayımlanmış olsa da, “Müzisyen Sağlığı” veya “Müzisyen Tıbbı” bilimsel bir disiplin olarak üniversitelerimizde henüz yer bulabilmiş değildir. Ülkemizde bu yönde atılmış somut bir adım, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi ile özel bir fizyo-terapi merkezi arasında yapılan işbirliği sonucunda, bu merkezde 2016 yılında “Müzisyen Sağlığı” ünitesinin kurulmuş olmasıdır. Türkiye’de müzisyen hastalıklarının düzenli olarak envanterlenmemesi; ilgili rahatsızlık ve hastalıklardan etkilenenlerin gerçek sayısı hakkında bilgi edinmemizi zorlaştırsa da, ülkemizde de pek çok müzisyenin mesleki kökenli sağlık sorunları yaşadığı bilinmektedir. Bu bağlamda, müzisyen sağlığı hususunun yakın gelecekte akademik müzik kurumlarımızın ilgi alanına daha derinlikli olarak girebilmesini umut etmekteyiz.
Herkese iyi bir bayram dilerim.
[i] Nesrin Kalyoncu; Prof. Dr., Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, kly00nega@gmail.com
[ii] Ülkemiz müzik alan yazınında müzikle tedavi için eskiden “Müziko-Terapi” kullanılırken, günümüzde “Müzik Terapi” nitelemesi öne çıkmaktadır. “Müzik Terapi” hakkında dil bilimcilerden görüş alınmış, bu adlandırmadaki isim tamlaması sorunsalından dolayı, “Müzik Terapisi” adlandırmasının daha uygun olduğu belirtildiğinden, bu isme karar verilmiştir. “Müzik Terapisi”, Türklerin tarihinde önemli yeri olan bir uygulamadır ve bu alanda ileri kurumsallaşma örneklerini yaşama geçirmişlerdir. Türk toplumunda müzikle tedavi uygulayan hastanelerin yaşam bulduğu dönemde, Avrupa’da ruh ve akıl hastalarının toplumdan tecrit edildiği göz önüne alındığında; bu kurumsallaşma çabalarının dönemlerine göre oldukça hümanist, yenilikçi ve ilerici olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, Türk toplumu müzik terapisi alanındaki geleneğini ve birikimlerini kurumsal çatı altında devam ettirmede ve eğitim sistemine entegre etmede dikkate değer bir şekilde zayıf kalmıştır.