Dün akşam televizyonda ulusal haber kanallarına bakındıktan sonra, kanallar arasında amaçsızca gezinti yapmaya başladım. Yurttan ve dünyadan yayın yapan çeşitli kanallarda; eğlence programları ve furyalaşan diziler dışında gündemdeki gelişmeleri tartışan ve gittikçe aynı yüzleri vitrin yapan açık oturumlar, çocukluğumdan beri her haber programında hakkında mutlaka bir şeyler duymak zorunda olduğum, çözüm konusunda artık umutsuzluk taşıdığım ve bizi de yakından ilgilendiren Ortadoğu meseleleri, çeşitli ülkelerin Türkiye’ye karşı takındıkları çifte strateji içeren tutum ve yaklaşımları, birkaç gündür hepimizi sarsan toplu aile intiharları, çevre kirliliği yüzünden Doğu Denizi’nde zarar gören balıkçılık, Alaska’da tehlikeli yengeç avcılığı vb. ile ilgili programlar vardı. Hepsi çok önemli ve üzerinde derince düşünülmesi gereken konulardı şüphesiz! Ama, gün boyunca fakültede aşırı yorulan zihnim, şu an için bu programların hiç birisine demir atmamam gerektiğini fısıldadı ve adeta kendimi dinlendirecek bir liman ararken, Portekiz televizyonunda karar kıldım: Çünkü burada Fado üzerine bir program vardı ve bu beni Fado’yu kendine has koşullarında deneyimlediğim çok özel zamanlara geri götürdü. Programın son 20 dakikasını izleyebilmiş olsam da, Fado şarkıları günün yorgunluğundan arınmamı sağladı sanki! Ben de bu sayede, ülkemizde gittikçe tanınan Fado müziğine dair deneyimlerimi anımsayarak, birkaç satır karalamak istedim.
Fado’yu dünyaya tanıtan Amália Rodrigues (esasen Amália da Piedade Rebordão Rodrigues; 1920 Lizbon-1999 Lizbon) ve kayıtları, benim de bu müziği tanıdığım ilk kaynaklardı. Ama Fado’yu esas tanımam, 1999 ve 2000 yıllarında Portekiz’e yaptığım uzun seyahatler aracılığı ile oldu. Gerçi seyahatlerimin amacı ne derleme yapmak ne de bir araştırma projesi yürütmekti, Fado uzmanı filan olmak hiç değildi. Amacım sadece beni davet eden sınıf arkadaşımı ve ailesini ziyaret etmek ve ardından Atlas Okyanusu kenarında biraz dinlenmekti; ama merakım beni Lizbon’un dar arka sokaklarına, kale dibinde kendimi neredeyse kaybettiğim Alfama’ya, ülkenin ta içlerine, ardından da -tarihi ve ünlü Joanina Kütüphanesi’ni de görmeme vesile olacak şekilde- Coimbra’ya kadar götürdü. Bu sayede, bu müziğin doğduğu yerleri görme, Fado’yu yerinde duyup-dinleyip bireysel deneyim kazanma, türleri ve icracıları hakkında halktan havadan kapma da olsa bilgiler edinme fırsatı buldum.
Fado sözcüğü, “Kader” anlamını taşıyan Latince fatum kelimesine dayanır. Ülkemizdeki bazı kaynaklarda Portekiz Halk Müziği olarak da geçen Fado, aslında tam olarak rustik halk müziği değildir. Portekiz’in köylerinden derlenmiş ezgilerle karşılaştırıldığında, fark kendisini gösterecektir. Sözlü gelenek bağlamında şekillenen Fado halk müziğinden de izler taşımakta ise de, esasen kentli bir eklektik türdür. Tıpkı Portekiz Manuelin (Manuelinik) mimari stili gibi; içerisinde, deniz aşırı taşınanlar da dahil olmak üzere farklı ögeleri eritmiştir (Portekiz halk müziği, Arap müziği, Brezilya kökenli Lundum ve Modinha vb.).
Fado’nun kendi içinde alt türleri olduğunu ilk kez Tejo Nehri kıyısındaki Santarém kentinde misafirleri olduğum Laura de Silva’dan duydum. Bana, Fado de Lisboa ve Fado de Coimbra (Canção de Coimbra olarak da geçmekteymiş) şeklinde iki tür olduğunu; Lizbon Fadosu’nun lirik, Coimbra Fadosu’nun ise sosyal temaları öne çıkardığını ilk o anlattı. Biz Laura teyze ile Fado dinlerken, özellikle de eski fadistalar olan João Ferreira-Rosa, Fernando da Silva Maurício, Manuel de Almeida’ya kulak verirken; João ve ufaklık Bruno modası geçmiş şeyler dinlediğimizi düşünerek bize kıs kıs gülmekte, minik Bruno beni her gördüğü yerde fadistaların haykırış taklidini yapıp hemen kaçmaktaydı…
Bugünlerde müzik raflarında Fado albümlerinin sayıları gittikçe artmakta. Her şeyde olduğu gibi Fado da sosyal bağlamı, sergileme pratikleri, repertuvarı, yorumcuları vb. ile birlikte değişiyor. Fado ülkemizde Mariza’nın konserleriyle popüler oldu, belki daha çok tanındı. Mariza, Mísia, Carminho, Camané vd. genç kuşak fadistaların ve Fado’yu kendi stilleriyle karmalayarak kullanan Madredeus gibi grupların tarz olarak eski kuşaktan farklılıkları var.
Akademik çevrelerin Fado’ya ilgisinin yüksek olduğunu söylemek zor. Avrupa’da neredeyse 20. yüzyılın sonlarına kadar tarafsız bir incelemenin konusu olamadı Fado. Daha önceleri yazılanlar; toplumsal dışlanmışlık, Lizbon’un eski semtlerindeki bohem yaşam, yoksulluk vb. klişeler çerçevesinde ele alınmış ve Fado politik-ideolojik tartışmaların malzemesi olmaktan da kurtulamamış... En son yapılan ve Fado’ya yeniden dönüşü ele alan çalışmalardan birisi Eduardo Roque dos Reis Falcão’nun 2017 yılında bitirdiği tezi. Ülkemizde ise, “Portekiz halk müziği” deyip geçmek şimdilik yetiyor gibi… Ancak güzel gelişmeler de var. Bu yıl Ege Üniversitesi’nde Gizem Doğan tarafından bu konuda bir yüksek lisans tezi yazıldı ve yanılmıyorsam bu konuda ülkemizde yapılan ilk tez. Bu oldukça sevindirici! Aynı zamanda; ülkemizde, diğer müzik kültürlerini kapsama açısından görece kısır kalmış ve uzunca süre Batı Müziği-Türk Müziği kavgasının cenderesine sıkışmış olan müzik literatürüne böylesine eserler kazandırılması, gençlerin artık bu ikilemin parçası olmaktan ziyade yeni kapılar aralamak istemesinin de bir göstergesi kanımca. Bu ikilemin zaten hiç birimize katkısı yok; çünkü müziği olgusal olarak kavrayan bir zihin için böylesine bir ayrım söz konusu değildir ve her müzik kültürünün fenomenolojik olarak kendine has doğası içerisinde çözümlenmesi ve betimlenmesi esastır. İnsanlığın ürettiği her müziğin varlıksal bir bağlamı var! Bu düşüncelerle, ülkemizde farklı müzik tür ve stillerine özgü çalışmaların artması ve ötekileştirici söylemlerin-eylemlerin son bulması umuduyla; “Darısı Latin Amerika, Okyanusya, Afrika müzik kültürlerinin başına!” diyelim.