Kişisel yaşantıların paylaşılması okuyucular açısından her zaman ilginç olmayabilir. Ancak yaşanılanın uzantıları ve sonuçları toplumsal ise, başka insanlarla paylaşılması anlam kazanabilir. Artık “temmuz”, pek çoğumuz gibi benim için de anımsamak istemediğim kötü hatıraların ayı oldu. Bugün artık duygusallaşmadan üzerinde konuşabildiğim yani yüzleşebildiğim bu hatıralar, öyle kötü yaşantılardan arta kaldı ki!..
Yaşananlar içinde hatırladığım en önemli olumlu duygu, Milli Mücadele ruhumuzun taptaze muhafaza edildiğiydi. Kötü tecrübelerim beni yaşamdan, müzikten, bilimden kısaca hemen her şeyden alıkoydu! Neredeyse iki yıl sürecek şekilde travmatize olmama, bilimsel çalışmalarımdan uzaklaşmama, her ne kadar enstrümantalist olmasam da -işimiz gereği çalgıyla işlevsel bir bağımız vardır- elime çalgımı dahi alamamama neden oldu. Suskunlaştım…
14 Temmuz 2016 günü Fransa’da idim. Belki hatırlayacaksınız; o gün, yani Fransızların ulusal bayramı olan Bastille Günü’nde Nice’de terör saldırısı yaşanmış ve 86 kişi yaşamını yitirmişti. Bu olaydan habersiz, otele gitmeye çalışırken Paris metrosunun kapatılarak neden metrodan çıkarıldığımızı anlayamamıştım. Ta ki otele geldiğimde resepsiyondaki kızın ağlayarak olayları anlatmasına kadar… Bunun ardından otel odasından başka bir patlama duymuş, bunun Eyfel Kulesi’nin altında infilak eden havai fişek kamyonu olduğunu anlayınca bir nebze rahat nefes almıştım. Terör olayları üzerine Paris’te olağanüstü durum ilan edilince, 15 Temmuz 2016 akşamı bir an önce ülkeme/evime kavuşma telaşıyla uçağa geçtim. Günlüğümde uçuş kartım hala durur: AF 1390-0057AF-225869… Hafif travmatize olmuş ve güven duygusu sarsılmış bir halde; beni bekleyenlerden bihaber olarak, güvenli bir biçimde evime varmak tek isteğimdi.“Güvenlik” anahtar kelimeydi; çünkü terör saldırılarının uluslararası çapta zirve yaptığı 2016 yılında, 28 Haziran 2016 günü, yani 17 gün önce de İstanbul Atatürk Havalimanı’nda intihar saldırısı olmuş, masum 45 kişi yaşamını kaybetmişti.
Gece 23.50 civarında İstanbul Atatürk Havalimanı’na tankların içine indiğimizde, korkuyla ilk düşündüğüm şey, savaş çıkmış olmasıydı. Aklıma hemen o yıl Türkiye’ye Suriye’den tesadüfen (!) düşen roketler geldi; taciz ediliyorduk, insanlarımız ölüyordu... Bir haftadır ülkede değildim, bu süreçte bu kadar uç şeyler olmuş olabilir mi diye düşünmekte ve anlamaya çalışmakta iken, açtığımız telefonlar sayesinde bir darbe girişimi olduğunu hızla öğrenmiş olduk. Sevimsiz kelime “darbe”, ülkemizi, insanlarımızı, ruhlarımızı kısaca yaşamlarımızı darp etti. Tam anlamıyla gerçekleşmemesi sebebiyle genellikle “darbe girişimi” veya “kalkışma” denildi. Hepsi sevimsiz kelimeler! O korkunç gecede, hayatımın en korkunç gecesinde, cesur direnişçi insanlardan başka sevimli hiçbir kare yok.
Havalimanının içinde, daha ne olduğunu kavrayamadan devasa bir kalabalığın ortasında buldum kendimi. Tüm uçaklar boşaltılmış, giden hatlar yolcuları da geri çevrilerek aynı yere alınmıştı ve biz binlerce insan iç içe ne olacağını beklemeye başladık. Havalimanından çıkış yoktu, giriş de yoktu. Taksi yoktu, beni almaya gelen şoförümüz ise o zamanlar adı Boğaziçi bugün 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olan, tanklarla kapatılan ilk köprüde kalabalığın arasında sıkışıp kalmıştı. İçeride bekletilen kalabalık gittikçe huzursuzlaşmakta, biraz sonra daha beter şeylerin olacağını kimse tahmin etmemekte, hatta farklı görüşteki insanlar birbiriyle kavga etmekteydi. Bense artık hareket etmiyor, sıkışıp kaldığım kalabalığın devinimine kendimi bırakmış olarak hafif sürükleniyordum. Sırtımdan ameliyat dikişlerim bir hafta önce alınmış olduğundan, sırt çantamla kendime küçük de olsa alan açmaya çalışıyordum. Arbede içinde pasaport noktasına doğru sürüklenmekte iken, ara ara önümdeki kadının sırtındaki katlanmış pusetin darbelerine maruz kalıyordum ve bu darbelerin sebep olduğu morarmaları ertesi gün görebilecektim. O huzursuz kalabalık ve laf dalaşmaları arasında gittikçe kendimi kötü hissetmeye başlayınca ve askerler de silahlarını doğrultmuş bir biçimde hava alanının içine girip önümüzde bir sıra halinde dizilince, artık güven duygumun tamamen yittiğini hatırlıyorum. Kalabalıkta ezilebileceğimi veya daha da kötü şeylerin olabileceğini sezmeye başladığımda yaptığım ilk şey,eğer bana birşey olursa yakınlarımı çabuk bulabilsinler diye, kollarıma telefon numaraları yazmak oldu. Bugün bunu, o gece yaptığım tek akıllıca şeyolarak görüyorum! Devasa kalabalık içinde geçen zaman sonsuz gibiydi ve uç noktalarda gerilim yaşadığımı hatırlıyorum. Uzun zaman bekledikten sonra pasaport kontrolündeki işlemim bitince;yaptığım şey, bir köşeye büzüşüp bastırdığım iç tepilerime yol vermek oldu.
Eşyalarımızı bulup dışarıya çıkacağımız anda üzerimize ateş edilmesi işin en korkunç kısmıydı. Böyle şeylerLatin Amerika ülkelerindeki darbelerde olur sanırdım… O andan sonra yaptıklarımın hiç birisinde bilinçli bir edim yok!Elimdeki eşyaları fırlatıp ben de herkes gibi koşmaya başladım, çünkü sivil insanlara acımasızca kurşun sıkılması, bizi ne yaptığını bilmeden “hayatta kalma güdüsüyle” davranmaya sevk etmişti. Uçakta yanımda oturan kadının çocuğunu bırakarak kaçtığını gördüğümde, yaşanan şokun büyüklüğünü kavradım. Bilinç yoktu! Ben de başımı tutarak, herkes gibi bir köşe bulmaya gayret edip, bir merdiven altına saklanarak canımı kurtarmaya çalıştım. Korku, kaygı ve belirsizliğin “en fenasının” ne demek olduğunu orada deneyimliyordum. Merdiven altında saklanırken bir kolu tuttum, yüzünü hiç görmedim, sadece mavi gömlekli bir kol hatırımda kalan... Yine o merdiven altında başını tutarak saklanan ve şok geçiren yabancı bir turist kadının yüzünü de hiç unutmadım... Daha sonra izinsizce daldığım, arkamdan başkalarının da geldiği bir görevli odasına girer girmez yere yığıldığımı da… Oradaki gençlerin bana uzattığı suyu da… Olayları TV’den izlemekten çok farklı, son derece travmatize edici ve bilincimin katmanlarına yerleşmiş bu anları yaşamım boyunca belleğimden silmeme imkan yok!
Bir saat geçtikten sonra askerlerin başka bölgeye gitmesi üzerine bir sükûnet oldu ve yerlerimizden yavaşça çıkmaya başladık. Çok dikkatle ve korunarak yürüdüğümü hatırlıyorum. Eşyalarım biraz ötede yerlerde duruyordu. Etraf fırlatılmış valiz doluydu. Havalimanındaki tüm mağazalardaki görevliler de sığınaklara gitmişti, mağazalar açıktı. Ancak hiç bir yağma/çalma olayı görmedim. Vandallık yoktu! Bunu o uğursuz gecenin iyi karesi olarak anıların arasına sıkıştırıyorum artık. Beni aile dostumuz çok yakın bir arkadaşım izdihamın arasına girmeyi göze alarak o korkunç olayların içinden kurtardı. Eve gidene kadar da yollarda sayısız olay yaşadık. Sıra halinde dizilmiş, devlet görevlisi olduğunu söyleyen üniformasız adamların insanları sözlerle dövüp, laf dinlemediğimizde neler olacağını havaya kaldırdıkları kalaşnikoflarla ima ettikleri anlar da unutulmazlar arasında… O kişilerin devlet görevlisi olduğuna hiçbir zaman inanmadım, gerçek bir devlet adamı veya memuru vatandaşına silah doğrultmaz! Halkın kendi malı olan gereçlerle onları öldürmeye teşebbüs etmez. Elinde askeri imkanlar olmayan silahsız sivillere ateş edilmesi, tanklarla insanların, araçların ezilmesi, kurumların bombalanması vb dehşet verici olaylar; darbe girişimcilerinin bu topraklardan uzak bağlarını en iyi şekilde deşifre etmiştir.
15 Temmuz’a dair daha pek çok detay var unutamadığım... O gece yaşadıklarımın nelere mal olduğunu; uykusuz ve kabus dolu geçen aylarımı, yemeden içmeden kesildiğimi yakın çevrem iyi bilir. Bizim yaşadıklarımız ülkenin yaşadıklarının yanında çok küçük elbet! Bunları yaşamamıza, ülkenin istikrarının bozulmasına sebep olan tüm satılmış akılları ve ruhları lanetliyor ve affetmiyor, hayatını kaybedenlere rahmet diliyor, bu tür olayları tekrar yaşamamak için çocuklarımızı bilimin yolundan ayrılmadan akıl, ahlak ve vicdanla yetiştirmeye davet ediyorum.