Müziksel psikolojinin rolü nedir? Müzik sadece sadece canlıların mı psikolojilerine etki ediyor, cansız varlıklar üzerinde bir etkisi var mı? Orada da işin içine müziğin ses parametresi dolayısıyla fiziksel yapısı giriyor ve olay daha bir fiziksel bir hal alıyor.
Benim bahsedeceğim husus çağdaş klasik batı müziğiyle uğraşan Avrupalı ve Amerikalı bestecilerin bu duruma nasıl baktığı, neler yaptıkları?..
Mikrotonal müzik batıda hiçbir zaman diğer çağdaş müzik akımlarında olabildiği gibi entelektüel bir boyuta ulaşamadı. Şahsen, sebebinin bu türün kendisi olduğuna inanmıyorum. Tabir caizse batının bu işi eline yüzüne gözüne bulaştırması olduğunu bile söylemek mümkün. Hatta biraz iddialı olacak belki ama şöyle söyleyeyim; beceremediler!..
Çok uzatmayacağım, batı, kuramsal anlamda bunu sistematik, algoritmik bir hale getiremedi. Çünkü bunun için biraz matematikten anlamak gerekiyordu. Yani spektralcilerin yaptığı gibi analiz yoluyla kotarılabilecek bir şey değildi bu.
Mikrotonal müzikte çoğunlukla tam düzenlenmiş 24 çeyrek ses kullanılır. Bundan mütevellit kuramcı, müzikolog ya da besteciler eğer dikkatle inceleyecek olurlarsa bu sesleri armonik yapıda pek de kullanamadıklarını hemen fark edeceklerdir.
İşte kabaca ‘sadece analiz etmek yetmez’ diyerek böyle bir şeyi kastediyorum. Görülen hemen bütün çağdaş bestecilerin yatay anlamda kullanmaya çalıştıklarıdır. İşte efendim obua ve canlı elektronikler(live electronics) için müzik; klarnet, flüt ve bilmem ne için müzik, falan gibi kompozisyonlara rastlıyoruz. Yatay anlamda derken, sistematik; mesela J. S. Bach’ın füglerindeki gibi bir sistematik örgüye falan rastlayamıyoruz(Bach elbette başka bir dönemin bestecisi ama çalışmalarının ‘sistematikliğe’ güzel bir örnek olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu kavramla ne demek istediğimi anlatmak için onu örnek göstermek istedim). Bir renk unsuru oluştursun diye kullanırlar genelde. Yani başka bir ifadeyle; olaya tınısal açıdan yaklaşmaktan öteye geçemiyor bu besteciler ve kompozisyonları.
Mikrotonal müziğin armonik yapıda kullanımı belki de en belirgin olarak gözler önüne seren Amerikalı besteci Charles Ives’tı. 1920’lerin hemen başında piyano için yaptığı, Three Quarter-Tone Pieces adlı çalışması örnek gösterilebilir.
Günümüzde ise Friedrich Haas, Brian Ferneyhough sayılabilir… Ferneyhough’un Cassandra’s Dream Song adlı solo flüt yapıtı... Daha da kişisel olacak belki ama Ferneyhough’a şunu söylemek isterdim: ‘’Keşke duyulan müzik de notasyonunuz kadar kompleks olsa!’’ Yani müzikle notasyon arasında bu derece bir orantısızlık…
Şuna dikkat çekmek isterim; mikrotonalite kullanımının orkestral kompozisyonlarda kullanılmadığı ya da kullanılamadığı da görülüyor. Bunda hem bahsettiğim armoni probleminin hem de performans(yani çalacak müzisyen bulma) probleminin etkisi var desek herhalde yanlış olmaz.
Biraz daha gerilerden örnekler verecek olursak; Stockhausen ve Ligeti’yi örnek gösterebiliriz. Ligeti’nin viyola sonatı bu konudaki belki de en bilinen eseri ama diğer eserlerinde pek rastlayamıyoruz… Keman konçertosunda veya yaylı dörtlülerinde göremiyoruz mesela… Yani o da kıyısından köşesinden bulaşmış bir besteci mikrotonaliteye.
Velhasıl kelam; nitelikli eserler yok değil, var. Ama mikrotonalite batıda hiçbir zaman(özellikle akademik çevrelerde) entelektüel boyuta ulaşamadı.
"Beklentin var mı" derseniz:
Batılı genç bestecilerin de mikrotonalite kavramını ve onun ses dünyasının boyutlarını, sınırlarını yeterince kavrayabildiklerini düşünmüyorum açıkçası…
Sabutay Uğur