Yükseköğretimde farklı tipte müzik bölümleri (müzik öğretmenliği, müzik, müzikoloji, Türk müziği vb) olmakla beraber bunların öğrenci kitleleri arasında nitelik bakımından çok az farklılık var. Ayrıca bu bölümler arasındaki çizgiler de oldukça bulanık. Bunu akademisyen kadrosunun çeşitliliğinde görmek de mümkün. Müzik eğitimi kökenli akademisyenler neredeyse her bölümün içinde var. Diğerleri de sıklıkla kendi alanları dışındaki bölümlerin kadrolarında görülüyor. Öyle ki müfredatı YÖK tarafından belirlenen müzik öğretmenliği dışındaki bölümlerin ders programlarına bakıldığında planlamanın alanın gerekliliklerinden çok var olan akademisyenlerin becerileri çerçevesinde yapıldığı izlenimi doğuyor. “Müzik” adı altındaki inanılmaz genişlikte bir şemsiye ile bölüm kurmanın doğal sonuçlarından birisi bu. Bir diğer sonuç da bu bölümlerin hedeflerinin muğlaklığı. Öte yandan tüm bu farklı bölümlerin öğrencilerinin kendi hedefleri konusunda çok daha az muğlaklık var. Zaten tam da bu yüzden bölümlerin akademik hedeflerindeki belirsizlik kimseyi rahatsız etmiyor. Öğrenci açısından temel kaygı özellikle devlet garantili olmak üzere işe girebilmek. Başka bir deyişle alandaki bu tanıma uyan neredeyse tek meslek olan müzik öğretmenliğine ulaşabilmek. Bunun için ise iki yöntem var; müzik öğretmenliği bölümlerinden mezun olmak ya da formasyon alarak “alternatif” yolu izlemek. İkinci yol, “atanamayan öğretmen” mevzusu yüzünden formasyon eğitiminin kaldırılmış olması ile ortadan kalksa da formasyonun “bir gece ansızın gelebileceği” de herkesin malumu. ÖSYM’nin geçmiş yıllardaki verilerine bakıldığında eğitim fakültesi mezunu olup atama bekleyen kişi sayısı 450,000 formasyon eğitimi alıp atama bekleyen kişi sayısı ise 550,000’lere ulaşmış ve toplamda sayı milyonu bulmuştu. Bunlara henüz mezun olmayanlar dâhil değil. Hal böyle olunca Milli Eğitimdeki topu topu 100,000 kadar kadro için bunun on katı kadar bekleyen olması “atanamayan öğretmen” sorunun çözümü açısından fazla umut vermiyor. Fakat öğrencilerin çok azı bu durumun bilincinde. Bu yüzden müzik tercih eden öğrencilerin önceliği daha garantili olduğunu düşündükleri öğretmenlik bölümleri oluyor. Elbette erken yaşlarda öğrenci alan konservatuarların durumunun biraz farklı. Buradaki öğrenciler genellikle Lisans eğitimine yine konservatuarda devam ediyor. Ancak bunların birçoğunun hedefi de en olası iş kaynağı olan öğretmenlik. Kısaca müzik okuyan neredeyse herkesin müzik öğretmeni olmak istediği bir tablo söz konusu. Hatta halk oyunları gibi bölümlerin mezunları bile bu kuyrukta. Bu isteği en net bir biçimde öğretmenlik olmayan müzik bölümlerinin sınavlarına başvurmaya gelen öğrenci ve velilerin “buradan mezun olunca öğretmen olunabiliyor mu?” sorularının sıklığında görüyoruz. Olumsuz yanıt alanların bir kısmı “o halde bu kurumun anlamı ne?” sorusunu ima eden şaşkın ifadelerle ayrılıyor.
Öğretmenlik alanındaki yığılma rahatsız edici hale gelince bir takım çareler düşünülmeye başlandı. Formasyonun kaldırılmasına yönelik eylemler de bu çerçevedeydi. (Eğitim fakültelerinin varlık sebebini anlamsız hale getiren formasyon eğitiminin zaten neden konulduğu ve bu kadar yıldır sürdürüldüğü başka bir tartışma konusu). Bir diğer düşünce de eğitim fakültelerine YKS’de sıralama barajı getirmekti. Elbette bu düşüncenin çıkış noktasında yalnızca öğretmen adayı sayısını azaltmak yok. Nitelikle ilgili belli bir çıtayı tutturma beklentisi söz konusu ki bu beklenti de esasen tıp, hukuk ve mühendislik gibi “öncelikli” alanlardaki öğrencilerin akademik yetersizlikleri konusundaki yoğun tartışmalarla ilgili. Aslında bu durum nerdeyse tüm alanlar için geçerli ama bazı mesleklerdeki nitelik beklentisi daha yüksek. Sonuçta kimse “okulu zar zor bitiren” bir doktora muayene olmak istemiyor olmalı! Böylece mesleğin “hayatilik seviyesi” barajın seviyesini de belirlemiş görülüyor. Şu anki duruma göre Tıp için ilk 50,000’e girmek gerek. Diş hekimliği için baraj 80,000, hukuk için 125,000 mimarlık için 250,000 mühendislik için 300,000 (2020 YKS kılavuzu: s.51). Diğer bölümler için ise sıralama barajı yok (Örneğin birkaç matematik neti ile girilebilen matematik bölümleri var yani bu bölümün mezunlarının niteliği çok da sorun edilmemiş gibi). Atanamayan öğretmen “sorununa” ilaveten, ilk ve orta öğretimin niteliği toplumun gündemden düşmeyen tartışma konularından birisi olunca öğretmenlik bölümleri için de baraj konulması gündeme geldi. Fakat ortada başka bir sorun vardı; “özel yetenek sınavı ile öğrenci alan programlar.”
Öğretmenlik programlarına sıralama barajı geleceği ortaya çıkınca müzik ve resim gibi özel yetenekle sınavıyla öğrenci alan programların akıbeti merak konusu oldu. Başlangıçta tüm öğretmenlik programları için 240,000 olarak düşünülen sıralama bu alanlar için uygulanabilir gibi görülmüyordu. Çünkü bu alanlara başvuran öğrenciler genelde belirtilen sıralamanın çok altındaydı. Bunun anlamı, söz konusu programların öğrenci sayısında ciddi bir azalma ve özellikle taşra üniversitelerinde tamamen kapanma tehlikesine girmeleriydi (öğrencisiz kalacak olan bölümlerdeki akademisyenlerin iş kaygısını da unutmamak gerekiyor). Dolayısıyla (herhalde yoğun itirazlar sonucunda?) barajın ertesi yıldan itibaren (2019) uygulanacağı duyuruldu. Ertesi yıl ise barajın 300,000’e çekileceği ancak yine sonraki yıldan itibaren (2020) uygulanacağı anlaşıldı (belirsizlik sürüyor). Bir yıllık bekleyişin ardından nihayet bu yıl özel yetenek sınavı ile öğrenci alan programlara baraj geldi: “Adayların, 2020-YKS’de özel yetenek sınavıyla öğrenci alan öğretmenlik programlarına başvuru yapabilmeleri için TYT'de en düşük 800.000 inci başarı sırasına sahip olmaları gerekmektedir” (2020 YKS kılavuzu: s.33).
800.000. sıranın başarı olarak nitelendirilmesi trajikomik gibi görünüyor olabilir. Ancak alana başvuran öğrencilerin puanlarına bakıldığında belirtilen sıranın gerçekten de bir başarı olduğu anlaşılıyor! (sınava 2,4 milyon aday girdiğini de unutmamak gerek). Yaklaşık olarak 220-230 TYT (temel yeterlilik testi) ham puanına karşılık gelen bu sıralama için Türkçe testinde 40 sorudan 20 net, sosyal bilimler testinde 20 sorudan 10 net, matematik testinde ise 40 sorudan 8 net yapmak yeterli oluyor (sayılar yaklaşık değerleri gösteriyor, çeşitli değişkenler olduğundan küçük farklılıklar olabilir). Elbette bu testteki (TYT) soruların çoğunun okuduğunu anlama ve temel mantık ekseninde gidip geldiğini ve kısmen de basit hesaplardan oluştuğunu belirtmek gerekir. Bu noktada alandaki akademisyenler için bir ikilem görüyoruz; kendi bölümlerinin diğer öğretmenliklerden ayrı tutulmasına (diğer öğretmenlik bölümleri için baraj 300,000) ve yeterliliğin aşağı çekilmesine itiraz ederek bölümün öğrencisiz kalmasını göze mi almalılar yoksa çalışmalarını 800,000’e giren öğrencilerle sürdürmeye razı mı olmalılar. Büyük çoğunluk için soruya verilecek cevap belli ve bu cevap herkesi mutlu ediyor; müzik zaten bir “özel yetenek” alanı, “herkesin yeteneği farklı” ve elbette “herkesin matematik bilmesi gerekmiyor”.
Burada akla gelen bazı sorular şunlar:
1- müzik eğitimi yalnızca müzik icrasına yönelik becerinin geliştirilmesinden mi ibarettir?
2- Eğitim sürecinde ve hatta salt icra becerisinin gereklilikleri içinde sorgulama, analitik düşünme ve dahası okuduğunu anlama gibi niteliklere duyulan ihtiyaç düşük müdür?
3 - Bu öğrenciler YKS’den daha zor bir KPSS sınavında ne yapacaktır?
4 – Bu öğrencilerin lisansüstü çalışmaları ve akademik kariyerleri nasıl gelişecektir?
Soruları çoğaltmak mümkün. Hatta konuyu ilginç yerlere çekmek de mümkün. Örneğin akademik konulardaki “görüşleri” üzerine makaleler yapılan müzik eğitimi öğrencilerinin genel kültür ve okuduğunu anlama becerilerinin bu çalışmaların niteliği üzerindeki etkisi gibi. Ya da müziğin analitik zekâyı ve matematik becerisini geliştirdiğine ilişkin öne sürülen popüler mitlerin durumu gibi.
Aslında bu sorun yeni sayılmaz. Geçmişten beri özel yetenek alanları “başka bölümü kazanamayanların” tercihiymiş gibi görülür. Bu önyargı gerçek durumu tam olarak yansıtmasa da tamamen haksız olduğunu söylemek de güçtür. Zaman zaman hukuk, mühendislik gibi bölümlerden ayrılıp (ya da mezun olup) özellikle müzik istediği için gelen öğrenciler görülür (ki genelde başarılı öğrenciler olurlar). Fakat bunlar istisnadır. Genel olarak YKS’de belirgin bir başarısı olmayan öğrencilerin çoğunlukta olduğu açıktır. Diğer müzik bölümlerine ve özellikle de taşradaki üniversitelere bakacak olursak daha da karamsar bir tablo ile karşılaşırız. Geçtiğimiz yıl kontenjanını dolduramayan müzik bölümlerinin kendilerinin belirlediği başvuru şartlarında 150 TYT puanının üstüne çıkılmaması istenmişti. Aslında büyük şehirlerdeki bazı üniversiteler dışında 200 puanın üzeri baraj belirleyen bölüm nadirdi. Yani öğrenci profili kendiliğinden bir seviye belirlemişti ve bu 150’den çok da yüksek değildi. Durumu somutlaştırmak gerekirse 150 puan almak için kabaca Türkçe testinde 40 sorudan 10 net, sosyal bilimler testinde 20 sorudan 5 net, matematik testinde ise 40 sorudan 1 net yapmak yeterlidir diyebiliriz. Azımsanamayacak sayıdaki güzel sanatlar lisesi mezununun bu puanı da alamadığını söylemek de üzücü ama gerçek bir durum (güzel sanatlar lisesini ayrı bir başlıkta tartışmak gerekir. Müzik bölümlerinin öğrenci adayları içinde önemli bir orana sahipler). Genel olarak müzik bölümlerini tercih eden öğrencilerin (sınava başvuru hakkı olanların) TYT puanlarının ağırlıkla 150-220 puan arasında olduğunu söyleyebiliriz. Görece küçük bir gurup 220-260 puan arasındadır. Daha küçük bir gurup biraz daha yukarıdadır. 300’lü puanları görenler ise yok denecek kadar azdır (Yani 800,000 barajı bile öğretmenliklere başvuran sayısını azaltacak gibi görünüyor).
Müzik öğretmenleri genellikle öğrencilerinin müzik derslerini diğer dersler kadar önemsemediğinden ve müzik dersinin vakit kaybı olarak görülmesinden yakınır. Tersine bir mantık yürütürsek müzik öğretmenlerinin ne kadarı “diğer” dersleri önemsemiştir diye de sorabiliriz. Aslında sistem, tıpkı diğer alanlardaki öğrencilerden müziğe özel bir ilgi göstermelerini beklemediği gibi müzik öğrencilerinden de önemli bir YKS başarısı beklemiyor. Benzer şekilde müzik akademisyenlerinden de genellikle müzik (icra) dışına çıkmalarını fazla beklemiyor. Elbette alanı ne olursa olsun öğretmenliğin ve özellikle akademisyenliğin belirli gereklilikleri olduğu açıktır. Fakat bu gereklilikler tanımlayana göre değişiyorsa bir kriter olmaktan çıkar.
Müzik alanındaki akademik çalışmalar konserleri de kapsayacak şekilde genişlemiştir. Hatta bunlara “akademik konser” etiketleri de konulmuştur. Doğası gereği daha çok icra ve yorumlama üzerine odaklanan konservatuarlar bir yana bırakılırsa (ki bu onları da teorik çerçeveden muaf yapmaz) böyle bir akademik etkinlik anlayışının yükselme puanları dışında akademiye ne tür bir katkı sunduğu tartışılması gereken bir konu (genelde konserlerin kayıtları bile yoktur). Eğitim Fakültesi kökenli akademik çalışmalarda salt icra becerisine yönelik çalışmaların yeri ve konservatuar dışındaki lisansüstü öğrenci kabul sınavlarında çalgı ve solfej sınavları ile öğrenci seçmenin lisansüstü çalışmalara katkısının ne olduğu da ilgili diğer konular. Müzisyeni tanımlayan şeyin icra becerisi olduğu düşünülebilir. Oysaki öğretmen ya da akademisyeni tanımlayan şey bundan çok daha fazlası.
Genel olarak baktığımızda lisans sınavındaki 800,000 sorunsalının üst katmanlarda da önemli etkileri olduğunu görürüz. Temelde müziği yalnızca kendisinden oluşan bir habitat içinde görmekten doğan bir tutum var. Bu, öğrenci seçerken “özel yeteneği”, akademisyen seçerken ise “akademik konseri” yeterli gören bir anlayışı doğuruyor. İhtiyaçların farklı olduğunu ise ülkemizdeki temel müzik eğitimine ya da Türkçe akademik kaynaklara baktığımızda görüyoruz. Akademisyenin, öğretmenin ve öğrencinin niteliği birbirine karşılıklı olarak bağlı. Öğrenci için 800,000’e girmek başarı ise öğretmen ve akademisyen için de var olan durum başarıdır. Bundan fazlasını bekliyorsak bir öğrenci, öğretmen ya da akademisyen olarak sorgulamaya kendimizden başlamalıyız. Tıpkı bir yapıyı bütünsel olarak görmek için dışına çıkmamız gerektiği gibi müziği anlamak ve sorgulamak için de müziğin içinde olandan daha fazla şeye ihtiyacımız var.