Çoğu zaman geleneksel Türk musikimizin ücretsiz olarak sergilendiği dikkatinizden kaçmamıştır. Amaç bellidir; musikimizi daha fazla dinleyici ile buluşturmak, yaymak, genç nesli bu güzelliklerle tanıştırmak. Ne kadar da temiz kalpli ve artniyetsiz bir yaklaşım değil mi? Piyasa azınlık müzisyenlerin kazanç alanıydı. Para onlara verilirdi. Çalmak da onlara mahsus görülürdü. Bu tür işleri azınlıklar üstlenmişlerdi.
Mevlevîhâneler de musikinin gerçek mekânları olarak asla bir maddi menfaat gayesi taşımazdı. Bugün bize intikal eden her ne kadar devasa eser varsa, neredeyse tümünde bu mekânın müntesiplerinin imzasının olduğu herkesce malumdur. Uzun soluklu eserler bu mahfillerde yeşermiştir.
Halkın kolayca anlayabileceği, zahmetsiz, tüketime hizmet edecek derecede özensiz ve alkol mezelerinin arkadaşı sayılabilecek çok sayıda küçük soluklu eserin gayesini anlamak için çok zeki olmaya gerek yok.
Gerçekten de uzun soluklu ve sanatlı eserlerin tüketimi konusunda ciddi bir birikimin gerekliliği kaçınılmaz. Bu meziyet herkesin kolayca ulaşabileceği bir menzil değil. Bu yolda kolaya teslim olarak, sanat icra ettiğini ifade edip, çoğunluğa şarkı söylemeyi başarı addetmek insafsızca olsa da, hedefine ulaşması bakımında başarılıdır elbette.
Gerçekten sanat icra ettikleri halde, az sayıda dinleyiciyle karşılaşan icracıların yakınmaları ve hayal kırıklıkları neticesi “maalesef” demeleri ne yaman çelişki değil mi? Sevinmeleri gerekmez mi? Çoğunluk “popüler” (fr. populaire: Halk, halka ait) olanı sever. Sanatın üst katmanlarında çoğunluğun sığacağı kadar boş alan yoktur. O halde, sanat mahfilleri çok koltuklu olamaz. Koltuk sayısının artması popülerleşmesi demek olacağı için, sanat kendini tekrar daha az koltuklu salonlara almanın planlarını yapacaktır. Bu ezelden beri böyledir ve böyle olmaya da devam edecektir.
Bugün ülkemizde faaliyet gösteren pekçok amatör koronun şefinden, her konser sonrası şu sözleri ya da aynı mana ihtiva eden benzerlerini duyarsınız: “Salonda oturacak yer yoktu, uzun uzun alkışlandık, nefis bir konser oldu”. Doğrudur. Koronuz elli kişiden oluşuyorsa, koristlerin onar tane yakını konsere iştirak etse –ki bazen daha fazlası gelir- elbette yer kalmaz. Hatra binaen çoğunluk oluşuverir. Tabii ki, 500 kişi de 1000 el eder. Alkıştan salon yıkılır elbette.
Tıpkı, şimdi “popüler” olan ve 5000 kişilik anfi veya kapalı spor salonlarında icra edilen Mevlevî âyînlerinin, halkın büyük bir yüzdesinin, sadece, semâzenlerin bu kadar süre dönüp düşmemelerini şaşkınlıkla anlatmalarından başka tesir bırakmaması gibi...
Sanat, “çoğullukla” ters istikamette yol alır, tekildir. Sanat icracıları az sayıda dinleyiciden yakınıyorsa; yaptığı icradan endişe duymalı, hedeflerini ve yerini tekrar gözden geçirmelidir.
Sözlerimiz, halkın sanattan anlamadığı sonucunu çıkarmasın; pek çok sanatçı o halkın tam kalbinden doğmuştur, kitleleri arkasında bırakarak. Herkesin sanatla uğraşmak mecburiyeti olmadığını, her küçük soluklu eserin sanatsız veya uzun soluklu eserin sanatlı olamayacağını da buna eklemek gerekir elbette.