Öğrencilik yıllarımda, cumartesi günleri İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın müdavimiydim. Cuma akşamı daha pahalı olduğundan cumartesi günlerini tercih ederdim. Uvertürü ve solo sanatçıyı, ardından senfoniyi izledikten sonra, Atatürk Kültür Merkezi’nden çıkıp, otobüs ile evime geri dönerken, hayalimde, içeriği geleneksel Türk müziği olan, geleneksel çalgılarımızdan oluşturulmuş, üçerli beşerli gruplar kurar, görevlerini belirler, ezgilerini paylaştırır, kendimce besteler yapmaya gayret ederdim. Hatta “ud, tırnak kemençe ve ney için” gibi başlıklar bile atar, çalgıların tümüne özel pasajlar yazardım.
Ertesi gün, konservatuvarın yolunu tutarken, Güzelbahçe’den ulaşımım 45 dakikayı bulduğu için, yolda sürekli kuram okur, Türk müziğinin temellerini kavramaya çalışırdım. Bu arada uluslararası sanat müziği temellerini de öğrenmek adına piyano öğrenmem gerektiği bilinciyle, büyük bir istekle piyano çalışmak isterdim.
Okulumuzun bir piyanosu vardı, o da araç bakım atölyesinden bozma amfide bulunurdu. Sabah erkenden okulda bulunduğumdan, amfiye girer çalışırdım.
Fakat bir gün amfide çalışmamın yasak olduğunu, bu nedenle, amfinin kilitlendiğini öğrenince, doğal olarak nedenini merak etmiş, sebebini öğrenince gerçekten büyük bir şok yaşamıştım. Eğer piyano çalışırsam, kulağımın bozulacağı ve Türk müziğini kavramakta güçlük çekeceğimi söyleyen, -Allah rahmet eylesin- kıymetli hocalarımın bu davranışına hiç anlam verememiştim. “Bir bildikleri var” deyip, saygı duymam gerektiği düşüncesi ile kendimi telkin ederken, bir yandan da bu durumu, bir türlü mantığıma anlatamıyordum.
Geleneksel Türk müziğine âşıktım adeta. Çocuk sayılacak yaşlarda bir ud sahibi olmak için, her ay başında maaşını alır almaz babamın başının etini nasıl yediğimi, mandolinimin perdelerini söküp, perde yerlerini macunla doldurup, ud gibi çaldığımı, nihayet babamın maaşının neredeyse dörtte üçü tutarında bir ud alabildiğim zaman, babama nasıl sarıldığımı dün gibi hatırlıyorum. Her nerede bir nota görsem, hemen çalmaya çalıştığımı, ta o zamanlardan müzikle ilgili her bulduğum gazete yazısını bir solukta okuyup, ne kadar özenle sakladığımı, hele konservatuvarı kazandığımı öğrenince, nasıl da çocuk gibi gözyaşı döktüğümü hatırlayınca, duyduğum heyecanın, böyle yasaklarla engellenebileceğini nereden bilebilirdim ki!
O günden sonra, müzikte bağnazlığın -her konuda olduğu gibi- ne kadar yersiz ve çağdışı olduğunu düşünüp, her müzik türüne, çalgılarına, ses sistemlerine saygı duymak sözü verdim kendime. Her çalgının, her türün kendine has güzelliğinin paylaşılması gerektiğini, her türün birbirine katkısı olabileceğini, bunun müziği meslek olarak seçmiş her bireyin ihtiyacı olduğunu düstur edinmeye başladım.
Yıllar geçti, şimdi o kurumun bölüm başkanı olmak onuru verildi bana. Şimdi okulumuzda, piyano dersleri var, öğrencilerim benim çektiğim ıstırabı çekmiyorlar. Piyano öğrenmeleri, geleneksel Türk müziğimizi anlamalarına engel olmadığı gibi, kıymetini anlamalarına katkısı da oluyor. Müziğimizi çok iyi icra eden pek çok öğrencimiz var.
Çünkü artık onlar;
“Elmanın tadını unuturuz endişesi ile armut yemekten korkmuyorlar”.
M. Hakan Cevher