Babanızın çok iyi bir udî olduğunu biliyoruz ve en iyi çırağı da sizmişsiniz. Sizin ud ile temasınız nasıl ve ne zaman başladı?
Ben 13 yaşımdan beri ud ile iştigal ediyorum. Ud merakım babam Hâdi Efendi’den (Hadi Eroğluer) kalmadır. Babam birçok ud yapımcısı yetiştirmiştir; fakat en iyi talebesi olarak âcizane beni seçmiştir.
Babam 1910’da İstanbul’da doğmuş ve küçük yaşta Hamza ustanın yanında çırak olarak girmiş ve lutiyeliği (müzik alet yapımcılığı) iyi şekilde öğrenmiştir. Başta ud olmak üzere, tambur, kanun, kemençe birçok enstrümanı iyi yapar. 1990’da Hakk’ın rahmetine kavuştu. Babam Hâdi Efendi için şunu söyleyebilirim; bütün sazları itina ile yapardı, bilhassa udu çok iyi yapardı. Ben de baba mesleğini hakkıyla sürdürmeye çalışıyorum.
Sizin yetiştirdiğiniz bir talebeniz var mı?
Benim talebem yok. Hiç yetiştirmedim. Yaradılış icabı mıdır bilemem, ama ben insan çalıştıramıyorum, rahat edemiyorum birisi bakarken bana. Sanatımı yalnız başıma icra etmek daha çok huzur veriyor bana. Tek yapmaya alışmışım, tek devam ediyorum.
Türkiye’de udîliğin babalarından Manol ve talebesi Hamza ustalardan bahsedebilir misiniz?
Udu çok iyi yapardı Manol usta, ağacın eğilme tehlikesine karşı, teknenin sırtını ince dilimlerle örer ve udu iyi işlerdi. Udun göğsünde ladin, köknar ya da erik kullanırdı. Onun udları daha zarif ve yumuşak olurdu. Onun yaptığı udlar da yüksek meblağlarla satılmıştır. Rum asıllı bir enstrüman yapımcısıdır Manol usta. 1838’de Ege’deki Kiklat Adaları’ndan Foleandros’ta doğdu. Asıl ismi Emmanuel Venios’dur. İlk zamanlar mobilyacılarda cilacılık yapmış ve ardından enstrüman yapımına başlamış ve mesleğini bu yönde kullanmaya başlamıştır. Genç yaşlarında memleketin en iyi lutiyelerinden oldu. 1845’de doğmuş ve 1914’de vefat etmiştir. En değerli kalfası da Hamza ustadır. Manol ustanın saraya yaptığı birçok udları vardır. Çoğunu da turistler satın alıp götürmüştür ülkelerine. Esasında burada kalması gerekiyordu udların; ama bizde kıymetli şeylere değer verilmiyor. Bugün de bunu görüyoruz. Bizde sanatın ve sanatkârın kıymeti bilinmiyor. Sadece maddî bir getirisi olup olmamasına bakılıyor. Udîliğin ve lutiyeliğin bugün içinde bulunduğu durum da bunu gösteriyor.
Hamza usta da 1884’de Kütahya Tavşanlı’da doğmuş ve bağlama ustası olan babası Ali Usta’dan bağlama tipi çalgıları yapmayı öğrenmiştir. Babamın da ustasıdır ayrıca. İstanbul’a gelip Manol ile tanışıyor ve ondan da ud yapımını öğreniyor. 1915’de İstanbul’da vefat ediyor.
Sıralamada şöyle sayabilirim: Manol Usta, Mustafa Usta, Hamza Usta, Galip Usta, Arşak Efendi, Kirkor Kâhya, Vasil usta, Astik Usta, Mıgırdıç Usta, İliya ve Leon Usta…
Ud yapımcılığı sanatına bir estetik mücadelesi diyebilir miyiz?
Evet, estetik mücadelesi diyebiliriz. Ruh güzelliğidir ud. Ruha bir intizam katar. Zaten insan sesine en yakın olan çalgı aleti olması da bunun bir göstergesi. Udun davudî bir sesi var. Sabaha kadar dinlerim udu ve bıkmam, insan kendinden geçiyor dinlerken. Ruha yumuşaklık verir. Estetik bakımdan gelişmemiz ve daha ileriye gitmemiz için bu kıymetlerin farkına varmamız şart. Bu aletler bir kapı. Müzisyenler de genelde ince ruhludur, incelik katıyor insana… Elbette sanattan ve müzisyenden bahsederken bugünkü popüler mânâdaki teknolojik müzikten bahsetmiyorum. Bugün müzik, insan ruhunu okşamaktan çok daraltan bir noktaya kıvrıldı. Bir sektör hâlini aldı ve tek kaygısı maddî çıkar.
İyi bir ud nasıldır, nasıl anlaşılır bir udun kaliteli olduğu?
Udun iyi olması için bir kere çok kaliteli ağaçlardan yapılması gerekiyor. Ve ağaç kuru olması gerekiyor. Her ağaçtan ud olur; ama bazı denenmiş ağaçlar vardır, ceviz, maun, erik ağacı, kelebek ağacı, gül ağacı, abanoz ağacı ve pelesenk ağaçları… Fakat sese o güzelliği katan, o ihtişamı tesir ettiren tekne değil de daha çok göğüstür. Yüzde yetmiş beş sesi veren göğüstür. Mesele o göğsü yapmaktır.
Günümüzde doğru bir tavırla ud çalabilen kim var?
Günümüzde çok kişi var; fakat aynı zamanda ehliyetsiz kimseler de çok. Eline sazı alan hocayım sanıyor kendini. Hâlbuki ben ud yapmaya başladıktan 25 sene sonra usta hissetmeye başladım kendimi. Bu işin ehilleri bu sefer unutuluyor geri plana atılıyor. Cahil cesareti denilen şey bu olsa gerek, ehliyetsiz kişi mızrabın vuruyor tellerine keyfince…
Bu işin iyileri de var; konservatuar mezunu gençler var, güzel ud çalıyorlar.
Tanbur da yapıyordunuz siz. Tanburla ud arasındaki fark nedir?
Tanburu eskiden yapıyordum bıraktım, ağırlığımı uda verdim. Tanbur perdelidir ama ud perdesiz. Türkler yoğun olarak çalar. Osmanlı’da çok çalınmıştır. 18 yy’da yüzlerce tanburînin İstanbul’da olduğu söylenir. Onun da sesi hoş ve estetiktir. Ud sesine benzerliği çok vardır. Ud biraz daha tok ve diridir.
Ud ne kadar sürede öğrenilir. Bu işe başlayanlara öncelik olarak neyi tavsiye edersiniz?
Bu işe istidadı olan için üç ay. Üç ayda püf noktayı yakalar. Aşk varsa yapar. Aşk olmadan meşk olmadığı gibi o işe dört elle sarılmalı. Bu sanatta öğrenilecek şey bir ömür bitmez. Hep çaba ve gayret ister. Başlayanlar için şunu diyeyim; bir işi yapacaksan o işle ilgilen, o işe her yönüyle kendini ver. Bu yolda en önemli şey ise devamlılıktır. Bir gün alıp beş gün kenarda yatıyorsa o ud, biraz zor öğrenirsin.
Teşekkür ederiz üstadım
Ben teşekkür ederim. (1)
______________________________________________
(1) http://www.aylikdergisi.com/haber-3822-ud_ustasi_engin_erogluer_ile_soylesi....