Bugün - Friday, November 22, 2024
Foto Galeri
Video Galeri
Firma Rehberi
Künye
Reklamlar
Üye İşlem
 Bize Ulasin
www.musikidergisi.com Logo
-
İstanbul 27°°C
Yazar Detayları

Bülent Aksoy

Bülent Aksoy - Muammer Ketencoğlu'dan  Rumeli Türkülerine Yeni Bir Bakış…

Muammer Ketencoğlu'dan Rumeli Türkülerine Yeni Bir Bakış…
Yazı Tarihi: Friday, March 24, 2017

Muammer Ketencoğlu yıllardır bize musıki zevki veriyor; dünyanın bu bölgesinin, doğu Akdeniz havzasının ezgilerini değerli icracılardan kurulu topluluğunun yorumlarıyla tanıtıyor. Şimdiye kadarki  çalışmaları daha çok Balkan şehir musıkisi, rebetika şarkıları, zeybekler  eksenindeydi. Bu dağarın büyük bir bölümü Osmanlı coğrafyası içinde yer alan şehirlerin, kasabaların ezgilerinden meydana geldiği için, bunlar arasında Türkçe güfteli olmayan ezgiler de kayıtsız kalamayacağımız parçalardı; sonuçta bunlar da Rumeli'nin sesiydi. Fakat Ketencoğlu son albümü olan  "Sandığımdan Rumeli Türküleri" ile sanat hayatında yepyeni bir sayfa açıyor; doğrudan doğruya "Rumeli türküleri" diye adlandırdığımız dağara el atıyor.

Değerini bilmemiz gereken bir albüm bu (Kalan, Ocak 2017).  İlkin, hiç duymadığımız  türküler var bu kayıtlarda.  Biz yıllardır Rumeli türküsü olarak "Alişimin kaşları kaare", "Bilal oğlan", "Vardar ovası" gibi türkülerin dışına çıkamayan bir dağarı dinliyorduk. Bu yeni türkülerle kulaklarımızın pası silindi; bu, bir. İkincisi,  türkülerin seslendirilişi da alışılmış, kalıplaşmış anlayışın dışında.

Bu albümün neden değerli olduğunu açıklamadan önce,  hem Rumeli türküleri denen ezgiler dağarının kendisi, hem de  bu ezgilerin şimdiye kadarki icra biçimi üzerinde durmak zorundayım.  Çünkü bu konuda sıkıntılı bir hal var. 

Bir defa, dağarda bilinen Rumeli türkülerinin sayısı Anadolu türkülerininkiyle kıyaslanamayacak kadar  azdır. Bilinenlerin de pek azı okunur. Oysa Osmanlı bir Rumeli devleti olarak kurulmuş,  Anadolu'nun birçok şehrinden önce Rumeli şehirlerini ele geçirmiş, Balkan savaşına kadar da orada kalmıştı. Bu bakımdan, her şeyden önce  türkü sayısı yadırgatıcıdır.    

İkincisi, okuna çalına herkese ezberletilen Rumeli türküleri bu dağarın en süzme örnekleridir. Çoğu makam musıkisini iyi bilen sanatkârların elinden çıkmış ezgiler olduğu izlenimi uyandırır; birer "şarkı" gibi okunur, dinlenir. Makam musıkisi icracıları bu ezgileri bağrına basar. Burada da  karanlık bir durum  var. "Şarkı-türkü" gerilim hattının dahli  olmalı  bu işte. Suphi Ezgi kitabının halk musıkisi bölümünde şunları yazarken bir politikanın da temelini atmıştı:          

 "Halk musıkisine misal olarak kimlerin eserleri intihab edilmelidir? Hemen diyebiliriz ki şehirli, kasabalı,  köylü halkın musıkide en âlim ve muktedir olanların okudukları türküler kabul edilmelidir; hem de sazendelerin aletlerile çaldıkları eserlere de iltifat etmemelidir. Çünkü telli sazlarda       bir sekizli on iki aralığa taksim ediilmiş olup bir sekizlinin yirmi dört gayrı musavi aralığa taksim edilmek mecburiyeti ilmiyesi olduğunu birinci ciltte söylemiştik (dördüncü cildin tarih kısmında bir sekizlinin 24 aralığa taksimine bakınız).  Milletimiz ferdlerinin arasında musıkiyi az ve pek az     bilenlerin okudukları nâkıs ve yanlış sesli ölçüleri alıp onlardan ilmî neticeler çıkarmak istemek temamiyle hata olur; ve bundan müsbet bir netice çıkmaz. Köylü bir çoban veya  [cahil] bir kimseden lisan ve musıki gibi yüksek bir icad beklenmesi  akil ü mantığa uymaz.  Bu sebeple  musıki cahil köylülerden âlim şehirlilere intişar etmez. Onun aksine olarak şehirli âlim musıkiciler, şehirli, kasabalı, köylü olsun umum halka musıki öğretmişler ve öğretmektedirler (...) Anadolu ve Rumeli lahinleri arasındaki fark, ekseriya Rumeli lahninin inşası ve daha ince ve yüksek olmasıdır." [1]    

Burada söylenen şey şudur:

1. Rumeli'nin de olsa  türkülerin hepsi okunmaya değmez;  seçerek okunmalı. Peki, neye göre seçilecek? Sadece yüksek sanat değeri taşıdığı söylenen türküler mi okunmaya değerdir? Kaldı ki, bir araştırmacının kendi görüşünce değersiz bulduğu bir türkü bir başka folklorcunun bakış açısına göre değer taşıyabilir. Bu tutumun folklor araştırmaları bakımından taşıdığı sakınca ortada.

2. Suphi Ezgi türkülerin neye göre seçilmesi gerektiğini de açıkça belirtmiş: "Âlimane ve muktedir"  halkın okudukları ezgiler kabul edilmeli, ötekiler reddedilmeli, derlenmemeli, okunmamalı. Seçilen ezgilerden makam, usûl kurallarına uygun olanları kabul edilebilir ancak.

3. Yalnız sazla çalınan, sözsüz ezgiler kabul edilemez, çünkü bağlamaların sapında yirmi dört eşit olmayan aralıkları veren perde bağları yoktur.

4. Makamların çatısı da Ezgi'nin kitabında tarif ettiği gibidir.  

5. Köylü, cahil halktan musıki namına bir şey beklenemez. Musıki folklorunu reddetmekten başka bir anlamı olabilir mi bunun?   

 6. Rumeli ezgileri Anadolu ezgilerinden daha ince işli, daha yüksek üslupludur. Anadolu ile Rumeli'yi ayırt etmiş oluyor...   

 Ezgi'nin verdiği halk musıkisi tarifini  benimseyen, onun söylemek istediklerini genişleten  Yılmaz Öztuna da şunları yazmıştır:  

"[Rumeli türküleri] Çok büyük sanatkârlar tarafından bestelenmiştir, isimleri meçhuldür. Bir çoğunun   devirlerinin meşhur bestekârları oldukları şüphesizdir (Dr. Suphi Ezgi de bu fikirdeydi). Ama 'Rumeli         Türküleri' denen ve çoğu daha fazla klasik ekolün şarkılarına benzeyen, hattâ bir kısmı tastamam böyle olan parçaların hepsinin sahibi meçhuldür. Çoğundan buram buram Türk mâşeri dehâsı tüter. Türk halk musıkisinin bütün Türk âleminde en parlak mahsulleridir. Fakat mühim bir kısmının klasik bestekârların eseri olduğu, çok iyi musıki bilen kimselerce yapıldığı âşikârdır. (Dr. Suphi Ezgi ile     vaktiyle bu mevzuda yaptığımız bir konuşmada bu hususta da mutâbık kalmıştık). Rumeli türküleri arasında orta değerde eserler bile azdır.  Çoğu güzel,  parlak,  çok parlak, fevkalade ve dehâ mahsulü şarkılardır." [2]          

Öztuna  Rumeli türkülerinin "klasik ekolün bestekârlarının eseri olduğu"nu  söylemekle "halk türküsü" kavramını da tehlikeye atmış oluyordu. Ansiklopedisinin bu maddesinde makam ve usûlleri ile sıraladığı yüz kırk yedi Rumeli türküsünün tamamını olmasa bile çoğunu o  büyük sanatkârların eserleri saymış ki, yukardaki satırları yazmış.   

Ezgi ile Öztuna'nın  işaret ettikleri türküler Rumeli dağarının nitelikleri konusunda hâkim görüş olmuştur diyebiliriz. Nitekim, Öztuna'nın sıraladığı türkülerin büyük çoğunluğu  bugüne kadar  "incesaz" eşliğinde, "şarkı" olarak okunmuştur hep.  Fasıl heyetleri de bu türküleri dağarlarına almışlar, saz semaisinden önceki son hareketli sözlü parça olarak sık sık bir Rumeli türküsüne yer vermişlerdir. Solo konserlerde de şarkılara bir iki Rumeli türküsü eklenirdi.          

Rumeli türkülerinin çoğu  incesazla icra edildiği için,  Anadolu halk musıkisi çevresi bu türkülerin çoğunu  kendi alanları dışında tuttu, dağarına almadı, okumadı. Burada da bir çelişki var.  Bu ezgilerin "türkü" diye adlandırıldığı halde, türkü dağarına kabul edilmemesi  nasıl açıklanabilir? Dahası var. Halk musıkisi çevresi doğu Trakya (Edirne, Tekirdağ, Kırklareli)  türkülerini kabul etti, dağarına aldı, ama Edirne ötesini incesaza bıraktı. Devlet radyolarında böyle bir uygulama oldu.

İcra şekline gelince, Rumeli türkülerini yıllarca TRT radyolarının incesaz  heyetlerinin koro  üslubuyla dinledik durduk.  Nasıl radyonun Yurttan Sesler koroları  Anadolu'nun değişik  yörelerinin ezgilerini tek,  ortak bir Anadolu ağzında birleştirip erittiyse, radyonun şarkı koroları da Rumeli ezgilerini "klasik Türk musıkisi" denen icra üslubu içinde eritti. İcra şeklinin aykırı bir tarafı daha vardı:  güftesinde çok acı olayları dile getiren kimi ezgiler, sanki sevinilecek bir şeymiş gibi, oynak bir üslupla okunur oldu. Nitekim TRT radyolarının  şöyle bir  Rumeli türküleri "politikası" da vardı:  bayram seyran günlerinde Rumeli türküleri, özellikle bunların "serhat türküleri" diye anılan  hamasî olanları mutlaka çalınıp söylenirdi;  Hasan Mutlucan'ın  bu politikanın kurbanı olduğunu  herkes bilir.         

Herkesin ezbere bildiği Rumeli türkülerinin çoğu Tanburacı Osman Pehlivan (1847-1942) ile Kemal Alkınkaya'dan (1895-1956) alınmış ezgilerdir. Onlardan  sonra derlenen  türkülerin çoğunun kaynağı Edirne'nin ötesine geçemedi. Rumeli türküleri yıllarca çok dar bir dağar içine sıkışıp kaldı. Bu alanda anlamlı bir çalışma uzun bir zaman sonra Aluş Nuş'tan (d.  1947) geldi. Bu Kosovalı musıkicinin yayımladığı Rumeli Türküleri (1996) adlı kitap o donmuş türkü dağarını genişletti. Prizren, İştip, Üsküp, Ohri, Palank, Gostivar, Kalkandelen, İskeçe gibi şehirlerden kaynaklanan, hiç bilmediğimiz türküleri onun kitabından öğrendik.          

Aluş Nuş'un kitabı yayımlandıktan sonra Rumeli türkülerini tanıtma yolunda bazı kımıldanmalar gözlendi. Türkülerin donmuş dağarı dışına çıkanlar oldu. Havva Karakaş'ın derlemeleri ile Balkan Havası adlı solo albümü, TRT televizyonu bünyesindeki solist ve  koroların okuduğu bazı yeni Rumeli türküleri bunlar arasında. Balkanlardan göçle beslenen bazı amatör toplulukların da sesi duyuldu.           

Muammer Ketencoğlu topluluğunun albümü ise, Aluş Nuş derlemelerinin yanına konacak  değerde  Bu albüm birkaç yönden  önemli. Topluluk, bir araştırmanın ürünü olan bu kayıtlarla dağardaki türkü sayısını sadece artırmıyor, çok daha geniş görüşlü bir bakışla daha gerçekçi bir Rumeli türküsü kimliği (daha doğrusu kimlikleri) de ortaya koyuyor çünkü. Yirmi üç türkü var diskte. Bunlar  Bulgaristan (daha çok Deliorman yöresi), Romanya Dobruca'sı,  Makedonya, Kosova (Prizren), Yunanistan, Moldova (Gagavuz) kaynaklı türküler. Seslendirilen ezgiler Balkan musıkisinin tek üsluba indirgenemeyeceğini, bir çeşitlilik gösterdiğini  dile getiriyor. Albümün bence en değerli yönü bu çeşitliliği yansıtmasında. Muammer Ketencoğlu  bu Rumeli manzarasını şöyle tanımlıyor:

"Bütün geleneksel müzikler kendi içinde bir portredir. Hüzünlü yanları, coşkulu yanları, makamsal alışkanlıkları, tercih edilen ritmik yapıları vs... Rumeli türküleri de bu genel geçer kuraldan ayrı düşünülemez. Balkan Türk folklorunun  temelindeki öğelere şöyle bir bakarsak, Anadolu’dan göçlerle çok önceden götürülen arkaik unsurlar, Bektaşilik, Slav kökenli halklarla ve Arnavutlarla müzikal etkileşim, Çingenelerin hem genel olarak Balkan müziğine hem de özelde Balkan Türk müziğine kattıkları (özellikle icra açısından) ve son olarak 40’lardan sonra Balkan devletlerinin sosyalist bloka dahil olmalarıyla ortaya çıkan avantajlı ve dezavantajlı sosyopolitik ve sosyokültürel yansımaları sayabiliriz. Bir de Osmanlı müziğinin Rumeli’nin büyük şehirlerine Istanbul’dan taşınması sanatlı Rumeli şehir şarkılarının ortaya çıkmasında büyük etkendir."[3]

Yılmaz Öztuna'nın Rumeli türküsü tarifi,  devlet radyosunun bu türküler hakkındaki tutumu,  Rumeli ezgilerini "şarkı" üslubuyla okuyanların sundukları dağar Rumeli musıkisini Anadolu'ya  nerdeyse yabancı bir musıki olarak gösteriyor, ister istemez bir algı çarpıklığına yol açıyordu. Oysa söz konusu kısır dağardan çıkılınca Rumeli türkülerinin yüceltilen o  ezgilerden ibaret olmadığı, Anadolu'da olduğu gibi Rumeli'de de ezgilerin birbirlerinden farklı olduğu gerçeği açığa çıkmaya başladı. Muammer Ketencoğlu herhalde  bu algı biçimini değiştirmek niyetiyle önemli bir noktaya dikkati çekmiş. Cumhuriyet gazetesinden  Ceren Çıplak'ın "Rumeli türküleri ile Türk halk müziği arasında nasıl bir köprü var?" sorusuna [soruya dikkat: Rumeli türküleri Türk halk musıkisinden büsbütün ayrı bir şeymiş gibi!] şu cevabı vermiş: "Rumeli türküleri Balkanlar’daki türlü etkileşim ve kaynaşmaları içerse de kökü Anadolu’dur. Göçlerle bağlantılı olarak ortaya çıkan yeni toplumsal karşılaşmalar Balkan müziği içinde Türk müziğinin konumunu belirlemiştir."[4] Bu sözlere ben de şunu ekleyeyim: etimolojisi bakımından Rumeli, Anadolu demektir.  Atalarımız yüzyıllar önce Anadolu'ya Rum ili / Rum eli demişler. Fakat yüzyıllar geçtikçe Rum ilinin anlamı daralmış; tıpkı Rumeli türkülerinde olduğu gibi!..     

Sadece Rumeli türkülerinin değil,  herhangi bir yöreye yahut ülkeye özgü halk ezgilerinin seslendirilme şekli en az bestenin kendisi kadar önemlidir. Halk ezgileri, amatör de olsa musıki terbiyesinden geçmemiş olan  halktan (örneğin, sırf türküyü bildiği için derleyiciye yardımcı olanlardan) dinlendiği zaman, musıki değerlerini ele vermiyor. Aynı ezgi ancak musıki görgüsü olan, meslekten icracılardan dinlenince kıvamını buluyor. Ama onların da ezginin yerel zevkini, rengini genel geçer, standart bir üslup içinde eritmemesi lazımdır. Unutulmamalıdır ki, aynı halk ezgisinin notaları okuyuşa göre değişmez, deyişmeyebilir, ama okuyuş üslubu, edası daima değişir; halk musıkisi ezgisine asıl kimliğini veren de bu seslendiriliş özelliğidir. Halk musıkisi icrasında bütün iş bu iki ucu birleştirebilmektedir. Muammer Ketencoğlu'yla arkadaşları bunu başarmışlar. Rumeli türkülerini bu ezgilere  yakışan bir eda ile, bir "tavır"la, yani kişilikli bir üslupla seslendirmiş, daha doğrusu yorumlamışlar. Okuyucuların ses rengi de bu ezgilere pek yakışmış. Çok genç bir icracı olan  İlkay Erden'in ses rengi tam bir  Rumeli sadâsı. Yine bu cümleden olarak, ezgi güftelerinin yerleşik Istanbul  Türkçesine uydurulmadan yöre ağzına göre okunması da çok yerinde. Ketencoğlu'nun değişik türlerde çalan sazendelere açık olması her albümüne zenginlik katmıştır. Burada da öyle. Her türkünün dokusuna göre  değişik sazlara, değişik seslere yer verilmesi çok doğru, özlediğimiz, örnek  bir uygulama. TRT'nin halk musıkisi korolarında ülkede ne kadar halk sazı varsa heyete alanlar yıllar yılı bunu bir zenginlik saydı.  Ketencoğlu'nun saz kadrosunun şöyle geniş bir  yelpazesi var:  bağlama ailesi sazları, sazbüş, klarinet, keman, ud, kanun, mandolin, kontrbas, trompet, vurmalı sazlar, kaşık. Ama her saz gerekli olduğu yerde kullanılmış. 

Albümdeki türkülerin hepsi aynı tipte değil.  Rumeli'de geniş bir yelpazeye  açılıyor.  Sadece bu albüm bile Rumeli türkülerinin aynı kapta eritilemeyecek ezgiler olduğunu  gösteriyor. Her birinin ayrı bir deseni var. Prizren kaynaklı "Akşam oldi cün kavuştu" diye başlayan, iki sesle okunan türkü  makamı (hicaz) ve 7/8'lik ritmiyle bizden, ama güftesinde de görüldüğü gibi, Istanbul  değil, Rumeli havası estiren bir ezgi... Dobruca'da söylenen "Dağ dağ gezerim"  gene hicaz makamında ama Avrupaî  esintiler taşıyor. Buna karşılık, "Kale kaleye karşı, kalenin dibi çarşı" diye başlayan Prizren türküsü  Rumeli'den önce Anadolu'yu hatırlatıyor, dinleyeni bu açıdan şaşırtıyor. Moldova Gagavuzlarından alınan "Keçicim" türküsü ise öteki Rumeli türkülerinden hiçbirine benzemeyişiyle dikkati çekiyor.. Bazı türküleri öbürlerine göre daha çabuk sevebiliriz. Örneğin, "Ben bir sabah erken kalktım"  güfteli, bizim daha çok aşina olduğumuz bir Rumeli tavrı gösteren Prizren türküsü. Tuba Özatalay bu türküyü o kadar güzel söylüyor ki, dinlemeye doyum olmuyor. Selda Koçak Uzuntaş'ın okuduğu,  Dobruca'dan "Gemi de yelken açmaz mı?" türküsü de albümde öne çıkan bir ezgi; gerek aranağmesi, gerekse akordeonun  mısra aralarına girerek  mısraları bağlayışı türkünün güzelliğine güzellik katıyor. Bu ezgi Eugenia Popescu-Judetz'in  Tuna Boyunca Anılarla Ezgiler adlı kitabında verdiği diskte de var.  Ama türkünün güzelliği bu albümde  ortaya çıkıyor. Yukarda söylemek istediğim şey tam da buydu:  iyi yetişmiş icracının farkı hemen belli oluyor.

Albüm kitapçığı özenle hazırlanmış. Her ezginin yöresi ile kaynağının açıklanması, güftenin aslına uygun biçimde yazılması, her türküde aynı sazlar kullanılmadığı için,  hangi sazların hangi ezginin icrasına katıldığının belirtilmesi albümün ciddiyetle hazırlandığının göstergeleri.

"Sandığımdan Rumeli Türküleri"nin önemi hem Rumeli dağarına yaklaşım biçiminde, hem de ezgileri yorumlayışında. Elimizdeki disk Muammer Ketencoğlu'nun sandığındaki  türkülerden sadece bir mendil dolusu.  Ketencoğlu  Cumhuriyet gazetesinde çıkan mülakatında Sofya radyosunun Türkçe yayınlar bölümünün kayıt altına aldığı binlerce Rumeli türküsü bulunduğunu söylüyor. Çok heyecan verici bir durum bu.  Buna öteki  Balkan ülkeleri eklenecektir. Bu durum, Rumeli türkülerinin sayıca Anadolu türkülerinin çok gerisinde kalmış olamayacağı yönündeki inancımı pekiştiriyor. Bir de şu gerçeği hatırlatıyor: Rumeli elden çıkınca o topraklarla olan musıki ilişkilerimiz kopma noktasına gelmiş, oraların ezgisi oralarda kalmış... Göç dalgaları ara  sıra bir şeyler sürüklüyor oradan buraya. Ama daha çok, bizim oralara gitmemiz gerekiyor. Bu yorgunluğu da ancak Muammer Ketencoğlu gibi çalışkan musıkiciler göze alabiliyor. Bundan sonra aynı topluluktan yeni Rumeli türküleri albümleri beklemek artık hakkımızdır.


[1]  Suphi Ezgi,  Nazarî - Amelî  Türk Musıkisi, cilt III,  Istanbul Konservatuvarı  Neşriyatından, Istanbul, 1938,  s.306. 

[2]  Yılmaz  Öztuna,  Büyük Türk Musıkisi Ansiklopedisi, II,  Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s.238.

[3] Ceren Çıplak (Muammer Ketencoğlu ile söyleşi), "Rumeli Türkülerinin Kökeni Anadolu'dur",  Cumhuriyet28 Şubat  2017. 

[4]  Çıplak,  aynı yerde. 

 
İletişim E-Posta: sbulentaksoy@gmail.com - Telefon:
 
Yorumlar
*** Yorum Yaz
Bu yazıya hiç yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yapın.

Diğer Yazıları

Yirminci yüzyıl: İcracının çağı*...
Serhanende Nurettin Çelik ...
Nevzat Atlığ için...
Neveser Kökdeş olayı…
Halk Musıkisinin Sözlüğü...
Musıcal Relationshıps Between Italy and Turkey Through Turkish Eyes…
Nihat Doğu'nun Ardından...
Muammer Ketencoğlu'dan Rumeli Türkülerine Yeni Bir Bakış…
Tanburî Cemil'i Anma Konseri...
Zehra Eren için…
Osmanlı-Türk Musıkisi Tarihinin Yazılması/Yazılamaması Üstüne Ön Notlar -2-
Osmanlı-Türk Musıkisi Tarihinin Yazılması / Yazılamaması Üstüne Ön Notlar -1-
"İmam" eriği...
Seksen yıl sonra pentatonizm: Macarlar ve Biz ...
Müzeyyen Senar’ın ardından...
Diğer Yazarlar

Münih LMU Müzikoloji Enstitüsü’nde "Gültekin Oransay" rafı...
Kitabu İlmi'l-Musiki Alâ Vechi’l-Hurûfât'ın müellifi kimdir? -16-
Çalgıları geliştirmek nedir, nasıl olur?..
Fazıl Say'ın Feyzi Erçin'e desteği…
Nida Tüfekçi’nin Öğrencisi Olmak!..
Yazılarınızı bekliyoruz... Musiki Dergisi
Spor yazarı mı, müzik yazarı mı?..
Yeni YÖK’ün ve değerli başkanı Sn. Saraç’ın övgüye değer kararı: Müzik öğretmenliği açısından yapıcı bir değerlendirme…
Yirminci yüzyıl: İcracının çağı*...
Meragi niçin 24 şube dedi? Hurufilikten etkilendi mi?..
Çevrimiçi Türk Halk Musikisi Videoları: "Konma Bülbül Konma Nergis Daline"
Günün Sözü
Mimar Sinan, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü döneminde kendisine ihtiyaç duyulduğu için yetiştirilmiştir...
(Ayhan Sarı)
Yazarlar 
Röportajlar
Fırat Kutluk “Neden Müzik Dinleriz?“...
Ayhan Sarı - Kitabın adından başlayalım mı?  Buna bağlı olarak da kitabın sonunda müziği neden dinlediğimizin yanıtını veriyor musun? Fırat Kutluk - ...
»
»
»
Tarihte Bugün
Arşiv Arama
Facebook
Anasayfa
Site Haritasi
Sitenize Ekleyin
RSS Kaynagi
Hakkimizda
Reklamlar
Künyemiz
Facebook
Twitter
Bize Ulaşın
Copyright ©2013 - Tüm haklari sakli tutulmaktadir.
Bu sitede yayinlanan tüm resim, materyal ve içerigin telif haklari tarafimizca sakli olup izinsiz alinip kullanilamaz.
0.31ms
cheap jordans|wholesale air max|wholesale jordans|wholesale jewelry|wholesale jerseys