Yıllardır bir Neveser Kökdeş rüzgârı esiyor... "Rüzgâr"dan daha güçlü bir kelime kullanmak gerekir belki de. Bestelediği şarkılar çok geniş bir dinleyici kitlesinden ilgi görüyor. Bestekâr, sağlığında hiçbir zaman bu derecede ilgi görmemişti.
TRT'nin gerek radyosundan, gerekse televizyon kanallarından son yıllarda birkaç kere "Neveser Kökdeş şarkıları" konserleri yayımlandı; gene sadece onun şarkılarının okunduğu salon konserleri verildi; sevilen şarkılarından derlenen üç albüm çıkarıldı; Ege Üniversitesi Konservatuvarında bir Neveser Kökdeş Arşivi kuruldu; onun bestekârlığı hakkında konservatuvarlarda yüksek lisans tezleri, lisans bitirme çalışmaları yazıldı; Istanbul'daki Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarınca eserlerinin notaları yayımlandı; sempozyumlarda Kökdeş'in sanatı üstüne bildiriler verildi; 2012'de ölümünün ellinci yıldönümünde Yıldız Teknik Üniversitesinde anısına bir konser düzenlendi. Bestekârlığı 8 Mart dünya kadınlar günü bağlamında da hatırlandı; hem şarkıları kadınca bir duyarlıkla bestelendiği için, hem de aradan geçen zaman boyunca hiç olmazsa okur-yazar çevrelerinde Türkiye'de kadına bakış açısı değiştiği için. 2000'de TRT Ankara televizyonunda yayımlanan "Uzak Bakışlı Kadınlar" başlıklı belgeselde ona da yer verildi... Şu sıralarda Neveser'in hayatını konu alan bir belgesel film çevrilmekte olduğunu öğrendim. Prof. Yavuz Aksoy'un Neveser Kökdeş üstüne, monografi benzeri notları var; sitesinden okunabiliyor. Kadın Eserleri Müzesi adlı sanal müzede ona ayrılan sayfada biyografisinin yanı sıra bestelerinin tam listesi verilmiş. Net'te onun hakkında bugün pek çok şey bulabilirsiniz. Kökdeş'in sadece sanatının değil, dramatik hayat macerasının da ilgi odağına yerleştiğini gözlemliyoruz, yakında hayat hikâyesinin anlatıldığı biyografi kitapları çıkarsa hiç de şaşırtıcı olmaz. Neveser Kökdeş ikinci hayatını yaşıyor adeta. Oysa 1953'te bir dergiye verdiği demeçte şöyle konuşmuştu:
Bu işten kırk para kazanmıyorum. Üstelik eserlerimi orkestrasyon yaptırmak için cebimden para verdiğim bile oluyor. Bestekârlık bana sıhhatimi, saadetimi, her şeyimi kaybettirdi. Bütün bu zahmetin ve ızdırapların mükâfatı nedir biliyor musunuz? Bestelerimi tahrif etmek suretiyle harcamak. Halimi görüyorsunuz. [1]
Neveser Kökdeş'in 1947'de bestekârlığa başladığı, ilk eserlerinin o yıl ortaya çıktığı kabul edilir. Ama o sırada elli yaşına merdiven dayamıştı Kökdeş. Bestekârlığa o yaşta başlamış olması hiç de inandırıcı değil. Daha on iki yaşındayken bir polka bestelediği her ansiklopedide belirtilen Neveser Kökdeş'in 1947'den çok önce bestelemeye başlamış olması lazımdı. Nitekim, bu durum kendi ifadesiyle de sabit. Radyo Haftası dergisinde Zeki Tükel'le görüşmesinde "ilk alaturka eserimi on beş yaşımda meydana getirdim," demişti. (1952, 6)
Neveser Kökdeş 1947'den önce pek çok şarkı bestelemiş olsa gerek. Ama anlaşıldığı kadarıyla, bu besteleri yaymaya çalışmamış, daha doğrusu, yayamamış. Ağabeyi Muhlis Sabahattin 1947'de ölmüştü. Neveser Kökdeş adlı bir bestekâr aynı yıl, 1947'de adını duyuruyor. Kökdeş'in torunu Zuhal Öcal'ın bu konuda anlattıkları çok dikkate değer:
Babaannem çok eser bestelemiş o arada. İlk eserleri tangodur zaten. Ancak dayım hiçbirinin yayımlanmasına müsaade etmemiş. Onun nedeni de ne, bilmiyorum. Dayım yani Muhlis Sabahattin çok sert ve katı bir insanmış. Melek ablayı (Melek Kobra), yani kızını kaybettikten sonra daha da beter olmuş.[2]
Zuhal Öcal'ın burada söylediklerinin kaynağı babaannesi Neveser Kökdeş'ten başka biri olamaz. "O arada" dediği yıllar, 1947 öncesidir. Ağabeyinin baskısı altında bestelerini ortaya çıkaramamış oluyor Neveser. Bu kanıya varmak için, Zuhal Öcal'a da pek ihtiyaç yok, çünkü Neveser Kökdeş, kendisi, bir gazeteciyle görüşmesinde ağabeysinin tutumunu, onun ölümünden beş yıl sonra, açık açık belirtmiş: "Allah gani gani rahmet eylesin, ağabeyim beni son derece kıskanırdı. Ben yaptığım besteleri ondan bucak bucak saklar ve bu arada kendisine nota hususunda yardım etmeği de bir vazife bilirdim."[3] Neveser Kökdeş'in bu görüşmede söyledikleri başlıbaşına bir ifşaat. Muhlis Sabahattin kendi kardeşini kıskanıyor! Muhlis Sabahattin'in nota bilgisinin önceleri zayıf olması, bestelerinin notasını Neveser'in yazıyor olması da kıskançlık duygusunu körüklemiş olsa gerek.
Bu ifşaat konuyu bambaşka bir noktaya da sürüklüyor. Bestelerini ağabeyinden gizlediği, nice yıllar sonra onun izniyle bir şarkısını radyoya gönderdiği daha birçok yerde belirtiliyor. Ne var ki, ağabeyinin ölümü de ona tam bir özgürlük getirmiyor. Radyoda da bir engellemeyle karşılaşıyor çünkü. Bestekârımız radyo döneminde basbayağı acı çekiyor. Bu açıdan, Neveser Kökdeş'in hayatı bir bakıma, erkek dünyasında tek başına ayakta kalmaya çalışan bir kadının da hayatıdır, bir kadının henüz yazılmamış bir hayat hikâyesidir. Fakat konunun bu yönünü deşmek hem bu yazının yönünü saptırır, hem de çerçevesini çok aşar. Başka bir incelemenin konusu olmalı bu. Neveser hikâyesinin böyle bir boyutu da olduğunu işaret etmekle yetinelim burada.
Neveser Kökdeş 1947'den önce, daha ağabeyi ölmeden —herhalde kendisine haber vermeden, verdiyse de "izin alarak"— bazı şarkılarını radyoya göndermiş, ama bu şarkılar aylarca seslendirilmemiş, talihin çok garip cilvesiyle, ilk kez ağabeyi Muhlis Sabahattin'in cenazesinin kaldırıldığı gün (Şubat ayının ikinci haftasında) radyoda okunmuş gönderdiği şarkılardan biri; "Gülüyorsun güzelim, gül, güle gülmek yaraşır" diye başlayan hicaz şarkısıymış bu. Neveser Kökdeş'in anlattığına göre, bu şarkıyı Melahat Pars Ankara radyosunun öğle yayınında okumuş.[4] Bestekârın o bildiğimiz üslubuna benzemeyen, eski şarkı üslubunda bestelenmiş bir eseridir bu. Bu yüzden mi kabul edilmişti radyoya acaba? sorusu geliyor akla... Sadece bir yıl sonra, 1948'de, bir gazeteciyle söyleşisinde üç yüzden fazla bestesi olduğunu söylüyor.[5] Bu söylediğinden, yıllardır bestelediği ama bunları çekmecesinde sakladığı anlamı çıkabilir ancak...
Radyonun toplum hayatına girdiği, etkisini her alanda olduğu gibi musıkide de açıkça gösterdiği yıllar Neveser Kökdeş için çok üzücü, yıpratıcı yıllardı. O yıllarda musıkişinaslar seslerini, sazlarını, bestelerini ilkin radyoda duyurur, kendilerini orada ispat ettikten sonra sanatlarını başka mecralarda sürdürebilirlerdi.
Ankara radyosunda Neveser Kökdeş'in eserleri okunmuyordu. Ankara, Istanbul radyolarında yıllarca görev alan, yaşadığı yıllarda Türkiye radyolarının çok kıdemli musıkişinaslarından biri olan Melahat Pars'tan 2001 yılında evinde radyo anılarını dinlerken Neveser Kökdeş'in radyodaki durumunu da kendisinden öğrenmek istemiştim. Melahat Pars aynı zamanda, radyoda okunacak eserleri seçmekle görevli olan "program şefi"ydi Ankara radyosunda. O görüşmemizin Neveser Kökdeş bölümünü kaset kaydından alıp buraya yazıyorum.
Program hazırlıyoruz, okunacak şarkıları ben seçip yazıyorum. Neveser Hanım’ın şarkılarını koyuyorum. Bir gün baktım Mesut Cemil çağırdı. Müzik yayınlarından sorumluydu, aynı zamanda müdürdü.[6] "Bu hanımı koymayacaksın programa" deyiverdi. Nesi var dedim... "Canım, şarkı mı bunlar allahaşkına" dedi, "nedir bunlar!" "Koymam efendim, peki" dedim, sonra ekledim, "ama ne şarkılar koyuyoruz, bunlar onların yanında..." "Ben size koymayın dedim" dedi, böyle azarladı beni. Bu yüzden programa onun şarkılarını koymamaya başladım. Tabii çok üzüldü zavallı Neveser Kökdeş, çok çok üzüldü. Bizler çok da seviyorduk şarkılarını, okumak istiyorduk hep. Gayet güzel parçalardı. (...)
Ama sonra ne oldu, gördük! Herkes Neveser Hanım’ın şarkılarına hücum etti. Böyle bir hücum olunca daha fazla direnemediler. Sonraları, kendi programlarınıza koyun demeye başladılar. Biz de solo programlarımıza koyduk. Neveser Hanım’ın şarkıları birden fırladı.
İşte o dönemde başka bir tutum vardı, radyodaki idarecilerin hepsinin işin içinden gelmiş olmaları, bundan dolayı hiçbir şeyi beğenmemezlik... Herkesin bir huyu vardır, Mesut Cemil'in de huyu buydu, her şeye çok tepeden bakan bir adamdı. (...) Sonraları, tabii, hepimiz okuduk, yine koydum programa.
Yapılananlar üzüyordu beni. Bir hususiyeti vardı şarkılarının. Çok güzeldi, sözler de güzeldi. Bu şarkıları Muhlis Sabahattin'e yaptırıyor falan dediler ama, o kadar düşük bir insan değildi Neveser hanım." [7]
Melahat Pars'ın anlattığı olayın yasaklamaktan ne farkı vardı ki! Neveser Kökdeş'in radyoda uğradığı muamele hakkında basında okuduklarımızdan da bir fikir edinebiliriz. Ama hiçbiri Melahat Pars'ın, işin içinde bulunan bir insanın, bir radyo yöneticisinin anlattığı şu durum kadar aydınlatıcı değil.
Melahat Pars'ın "ama sonra ne oldu, Neveser Hanım'ın şarkıları fırladı" dediği durumun meydana gelebilmesi için bir değişikliğe ihtiyaç vardı. Bu değişikliğin nasıl olduğunu aynı yıllarda Ankara radyosunda görevli olan Muzaffer Birtan'dan öğrenmiştim:
Bir ara bu iş için Melahat Pars'ı görevlendirmişlerdi. Melahat hanım solistlere göre, okuyuculara göre, bir de günün hangi saatinde ise o programı ona göre hazırlayıp herkesin eline veriyordu. Biz de bir ara bunu tatbik ettik, ama daha sonra dedik ki, bu böyle olmaz. Hangi yemeği yiyeceğimi, hangisini yemeyeceğimi bilmeden önüme bir yemek koyuyor, illa bunu yiyeceksin diyorsun bana... Olmaz böyle şey! Sonra değişti bu. Solistin kendi zevkine göre, kendi yorumuna göre eser seçmesi, ona göre çalışması gerekiyordu. Kendi okuduğu bir program onun zevkini taşımalıydı. [8]
Bu çıkış, karşılığını buluyor radyoda, düzen değişiyor. Neveser Kökdeş'in şarkılarını beğenip okumak isteyenler 1950'de böylece serbest kalıyorlar. 1950'li yılların Ankara radyosunda başta Melahat Pars olmak üzere, Mualla Mukadder, Muzaffer İlkar, Sabite Tur, Muzaffer Birtan, Mefharet Atalay (Birtan), Müzehher Güyer, Cevriye Ceyhun, Saime Sinan, Afife Ediboğlu gibi okuyucular Kökdeş'in şarkılarını Ankara radyosunda okumaya başlıyorlar.[9] Böylece yasak delinmiş oluyordu. Hem de Mesut Cemil daha Ankara Radyosundayken, Istanbul Radyosuna geçmemişken.
1949'da Istanbul radyosu yayın hayatına giriyor. 1950'nin sonları ile 1951'de musıki yayınlarından sorumlu kişi, "müzik yayınları şef yardımcısı" sıfatıyla Cevdet Çağla. Kısa süren bu dönemde Çağla, Neveser Kökdeş'e birkaç kere program veriyor. Bir programda da Mualla Mukadder sadece onun şarkılarını okuyor.[10]
1951 Temmuz'unda Mesut Cemil Ankara'dan Istanbul'a geliyor;[11] 1955'e kadar radyo müdürü o. İktidardaki Demokrat Parti Istanbul Radyosunun ilk yıllarındaki yayınlarından memnun değil. Hükûmet 1953'ün ortalarında (Mayıs-Haziran dolaylarında), Mesut Cemil'i müdürlük görevinden almadan, musıki dünyasında yeni parlayan Nevzat Atlığ'ı radyoda musıki işlerini "tedvire memur" ediyor. Nevzat Atlığ'ın anlattığına göre, bundan sonra musıki işlerini Cemil ile Atlığ birlikte yürütüyorlar.[12] 1955'te Mesut Cemil, dört yıl Bağdat konservatuvarında çalışmak üzere Türkiye'den ayrılıyor. Nevzat Atlığ radyonun dördüncü müdürü oluyor (1955-1958). Bu sürenin sonunda müdürlükten ayrılıyor, ama müzik yayınlarını bir iki ay daha idare ediyor. Daha sonra bu göreve Cüneyd Orhon atanıyor. Mesut Cemil 1959'da Bağdat'tan dönüyor. Ama bundan sonra radyo yönetiminde faal bir görevi yok, Istanbul Radyosu Klasik Türk Musıkisi Korosunu yönetmeye devam ediyor...
1940'lı, 1950'li yıllarda radyo dünyası magazinlerin bir bakıma en gözde konusu. Radyoda çalıp okuyanların hayatları basında geniş ölçüde yer alıyor. 26 Mart 1953 ile 3 Şubat 1954 arasında çıkan Radyonun Sesi, Radyo Âlemi, Radyo Haftası, Kokulu Haftalık Radyo Magazin adlı dergilerde Kökdeş hakkında çıkan haberlerde bestekârın şarkılarının radyoda okunmadığı duyuruluyor. "Eseri girer kendi giremez" başlığı altındaki bir sütundaki haberden de (Radyonun Sesi, 18 Nisan 1953) şarkılarının radyo okuyucularınca seslendirildiğini ama kendi eserlerine eşlik etmesine izin verilmediğini öğreniyoruz. Yine aynı yıl, bir gazeteci, "Neveser Hanım'ın eserleri herkes tarafından radyoda okunurken radyo kapılarının bu hanıma kapatılması hangi hadiselerin yüzündendir bilemiyoruz," diye yazıyor, sonra sözü Kökdeş'e bırakıyordu:
Alaturka musıkinin hayattaki alemdarları benim bu yaptığım şarkıların kendi şarkılarını unutturacağı nokta-i nazariyle bana cephe aldılar.(...) Bu bakımdan Istanbul radyosuna sokulmuyorsam, sırf bu hadiselerin tesiriyledir. Ve bunun tek mes'ulü radyo müdürü Mesut Cemil'dir. Müdür bey bana aynen şunları söylemiştir: "Benim sağlığımda Neveser hanım adında bir kimse radyoda neşriyat yapamaz. "[13]
Bu haberler Mesut Cemil'in Istanbul Radyosunun müdürü olduğu döneme denk düşüyor. 1955'te ve daha sonra Kökdeş'in tek piyano eşliğinde kendi şarkılarının değişik okuyucularca seslendirildiği radyo programları yayımlanmaya başlıyor. Nevzat Atlığ'dan aldığım sözlü bilgiye göre, kendi müdürlüğü zamanında pek çok Neveser Kökdeş programı yayımlanmış Istanbul radyosundan. Bu dönemde artık Neveser Kökdeş'in önüne geçmek pek de kolay değildi zaten. Nitekim 1958-1959 yıllarının radyo programlarında birçok Neveser Kökdeş programı yer alıyor.[14]
1953'ten başlayarak Neveser Kökdeş'in şarkılarının notalarının yapraklar halinde İskender Kutmani yayınlarından çıktığını görüyoruz. Bu şarkılar değişik okuyucularca plaklara okunuyordu. Mustafa Rona'nın 1955'te yayımlanan Elli Yıllık Türk Musıkisi adlı, bestekâr biyografilerini veren kitabında Neveser Kökdeş kendini kabul ettirmiş bir bestekâr olarak tanıtılıyordu. Şöyle yazmış Rona: "Bestelediği eserlerin pek çoğu sık sık radyoda okunarak kıymetlerinin üstünlüğünü göstermektedir. Besteleriyle geniş bir kabiliyet ve sanat gösteren Neveser Kökdeş..." (s. 245) Bu satırların altında da bestekârın on sekiz eserinin güftesi, makamı, usûlü veriliyordu. 1959 yapımı bir filmde kullanılan şarkıların Neveser Kökdeş'in çeşitli eserlerinden seçilmiş olması da bestekârın toplumda gördüğü ilginin bir işaretiydi.[15]
Mesut Cemil'in Neveser Kökdeş hakkındaki görüşünü kendisinden öğrenemiyoruz. Bu konuya değindiği bir yazısı yok. Basında yer alan bir demeci var mıydı, bilmiyorum. Onun Kökdeş'in besteleri hakkındaki görüşünü ilkin Sadun Aksüt yazdı: "Bestelediği şarkılarda 'prozodi' diye bir şey katiyyen yoktur. Mesut Cemil bey onun musıkisine bir ad takmıştı: 'Neveser Musıkisi' " diyordu.[16]
Kullandığı "Neveser musıkisi" sözünün olumlu bir anlamı olmadığı açık, bir alay bu. Ama tuhaftır, Aksüt burada yazdığının tam aksini söyleyecekti yıllar sonra:
Mesut Bey, "Neveser musikisi" derken ona gayret vermek için söylemiştir bence. Mesut Bey Neveser Hanım’ı destekliyordu. Ben radyoda hem idarede çalışıyor, hem de tanbur çalıyordum. Ayrıca Mesut Bey’in böyle bir şey yapacağına inanmam. Neveser Hanım’ın yasaklı olduğuna dair hiçbir şey duymadım. Yok, öyle bir şey.
Neveser Kökdeş'in şarkıları için de şunları sözlerine ekliyordu:
(...) güzel, zevkli programlardı. Eğlenceli. Zevkli programlardı, çünkü bütün şarkıları değişik formda ve farklı idi. Bir kalıba sığmayan şarkılardı. Kalıp gözetmemiş. Hattâ Mesut Bey’in bir sözü vardı onun için: “Neveser Musikisi”. Mesut Bey’in radyoda müdürlük yaptığı dönemlerde Neveser Hanım da programlarına devam etmiş (...) radyoda yasaklı olduğu bir dönem söz konusu değildir. Mesut Bey’in radyoda müdürlüğü süresince de Neveser Hanım radyo programlarına devam etmişti.[17]
Aynı şeyi daha sonra Yılmaz Öztuna yazdı (herhalde Aksüt'ten alarak): "Kökdeş kendine mahsus birtakım eserler besteledi. Prozodinin hiçbir yerde düzgün olmadığı, musıki kaidelerimize de uymıyan bu parçalara Mes'ûd Cemil 'Neveser musıkisi' adını takmıştır."[18]
Sadun Aksüt'ün yazdıklarını Öztuna doğru anlamıştı elbette. Aksüt'ün yıllar sonra, hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde, tam aksini söylemesi arada geçen süre içinde "Neveser musıkisi"nin toplumda gördüğü büyük ilgi karşısında geri çekilip halkın zevkini küçümser bir duruma düşmek istememesine bağlanabilir ancak. Sadun Aksüt bir yandan da Mesut Cemil'i bağışlatmak istemiş herhalde. "Neveser musıkisi" sözü bu iki yayından sonra her yerde tekrar edilir oldu.
Prozodi o yıllarda, hele radyo çevresinde, üzerinde durulan bir konu değildi. Dolayısıyla yepyeni bir şey söylenmiş oluyordu. Prozodi konusu üzerinde derinlemesine düşünmüş, hiç olmazsa bir iki satır yazmış olan kimse yoktu radyo çevresinde. Prozodiden anlaşılan şey şundan başka bir şey değildi: uzun hecelere uzun, kısa hecelere kısa süreli notalar verilmesi... Doğrudur, Kökdeş'in bazı şarkılarında bu kurala uymayan kelimeler, heceler vardır. Ama daha birçok bestekârın şarkılarında da bu kurala uymayan nice uygulama vardı; bu bestekârların eserleri radyoda hiçbir sorgulamaya uğramadan rahatça okunuyordu. "Musıki kaidelerimiz"den biri buysa, radyoda uygulanmakta olan bir kaide değildi zaten.
"Musıki kaidelerimize uymaması"nın anlamı Kökdeş'in şarkılarının alışılmadık ezgileri ise, yenilik birtakım kuralları esnetmek, hattâ uygulamamak demekti zaten. Kökdeş bir yenilik getirmek istiyordu. Her yenilikçi bildiğini okur. Sadettin Kaynak'ın şarkıları eski şarkılara benziyor muydu?..
Neveser Kökdeş'in şarkılarında eskiden "alafranga" denen bir edâ vardır. Kusuru buysa, aynı edâ daha nice bestekârda vardı. Yirminci yüzyıl bestekârlarının çoğunda Batı musıkisi dinlemiş olmanın getirdiği esintiler, zevk değişikliği, her musıki dinleyicisinin görebileceği kadar açıktır. Ondokuzuncu yüzyıla kadar geriye gitmeyip yirminci yüzyılda kalalım. Refik Fersan'da, Yesari Asım Arsoy'da, Vecdi Seyhun'da yok mudur? Daha başka? Özellikle şedaraban, ferahfeza saz semaileri, "Sevdim seni ey işvebaz" güfteli şarkısı ile Tanburî Cemil'de; pek çok eseriyle Ali Rifat Çağatay'da; "Dil seni sevmeyeni" güfteli nihavend şarkısıyla Civan Ağa'da; hicazkâr saz semaisi ve "Nazar" adlı eserleriyle Kemal Niyazi Seyhun'da; "Akşamı süzme deniz" diye başlayan nihavend fantezisiyle Kaptanzade Ali Rıza Bey'de, daha nice bestede ... Mesut Cemil'in "Kanatları gümüş yavru bir kuş" güfteli nihavend, "Martılar âh eder çırparlar kanat" diye başlayan hicaz şarkılarında da vardır "alafrangalık". Saz semailerinin dördüncü hanelerinde vals ritmi kullanılmasının nerdeyse bir âdet haline gelmesi... Saz eserleriyle Şerif Muhittin Targan, Gavsi Baykara, Refik Talat Alpman, Kemal Emin Bara, Reşat Aysu... Başta Muhlis Sabahattin'inkiler olmak üzere, operet şarkılarını, fokstrot, tango, vals, rumba, polka gibi ezgileri de saymıyorum bile. Ondokuzuncu yüzyılda Türk musıkisinin batı musıkisiyle tanışmasından sonra batı ezgilerinin, yani "alafranga"lığın, birçok bestekârı değişik dozlarda etkilediği bir gerçek. Kısacası, şarkılarının alafranga denen üslupta olması Kökdeş'in radyoda gördüğü muameleye haklılık kazandırmıyor.
Bu muamele Mesut Cemil'in tutumuna — Neveser Kökdeş'e bir husumeti olsa bile— bağlanamaz. Kökdeş'in hırçın, huysuz mizacıyla da açıklanamaz. Nitekim, Kökdeş'in beğendiği okuyuculardan İnci Çayırlı "onun sıradışı bestelerinin radyoda alay konusu" olduğunu, yeniliklere alışkın olmayan radyoda tuhaf karşılandığını" söylüyor.[19] İnci Çayırlı'nın söyledikleri duruma ışık tutuyor. Aynı görüşmede Mesut Cemil'le Neveser Kökdeş'in çok çekiştiklerini söylediği halde durumu kişisel bir meseleye bağlamıyor çünkü. Radyoya hâkim olan bir tavırdan söz ediyor. Bir "radyo tavrı" olduğu, İnci Çayırlı'nın sözleriyle bir kere daha doğrulanıyor. Bu tavrı açıklayabilmek için radyonun tercih ettiği musıkiye bakmak gerekir.
Devlet radyosunun kurulduğu 1938 öncesinin özel radyolarında musıki programlarının belirli bir düzeni, disiplini yoktu. Radyonun demirbaşları olan birkaç sazende yürütüyordu musıki işlerini. Bu birkaç kişi dışında, "piyasa"da çalışan icracılar radyoya davet ediliyor, onlar da dışarda nasıl çalıp söylüyorlarsa aynı minval üzre icra-i sanat ediyorlardı radyoda. Bu icranın çok kötü olduğunu söylemek de mümkün değil. O günlerin ortalaması neyse oydu radyodan dinlenen. Fakat radyo yayınları basında sık sık sert, hattâ bazen de çok sert eleştirilere uğruyordu.
Devlet radyosu bu yüzden yeni bir anlayışla kurulmuştu. Bir önceki dönemden ders alınmıştı. İlk radyocular işi en başından sıkı tuttular. Ankara radyosunu bir yarı konservatuvar haline getirdiler. Türk radyoculuğunun 1954'e kadarki tarihçesini veren, Ankara Radyosunda büyük bir gayretle çalışan Cevdet Kozanoğlu'nun anılarında yazdığı gibi ilk radyocular "devlet radyosuna yakışacak bir Türk musıkisi yayını yapabilmek için" çalışıyorlardı.[20]
Bu ilk radyo işi o kadar sıkı tutuyordu ki, programlarda okunacak şarkılar bile okuyucuya bırakılmıyor, yönetimce seçiliyordu. Ama Kozanoğlu'nun yine aynı sayfada söylediği gibi, "repertuvar mahduttu" (s. 15). Çünkü nota sıkıntısı çekiliyordu. Okuyucu sıkıntısı da vardı. En ağırbaşlı eserleri, kâr, murabba, ağır semai, yürük semai gibi beste şekillerindeki eserleri solo olarak okuyabilecek okuyucular çok çok azdı. Bu türden en ağırbaşlı eserleri ancak Mesut Cemil'in radyoda yönettiği "Klasik Koro"; Istanbul'da da 1943'te Sadettin Arel'in konservatuvarın başına getirilmesinden sonra kurulan Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti okuyabiliyordu. Radyo programlarının büyük çoğunluğunu meydana getiren sololarda ise, çok yaygın bir iki semai sayılmazsa, sadece "şarkı" okunuyordu. Şarkılar da Hacı Arif Bey'den geriye gidemeyen bir dağarla sınırlıydı. Radyo yönetimi ondokuzuncu yüzyıl şarkı üslubuna uymayan şarkıları okutmakta gönülsüzdü; bu türden parçaların bir sanat değeri taşıdığı hayli su götürürdü zaten. Ama yenilikçi sayılabilecek deneysel şarkılara da değer verilmiyordu. Bir sıkışmışlık içindeydi radyo. Şöyle: bir yandan, solistlere eski musıkimizin soylu örneklerini veren Itrî, Zaharya, Kantemiroğlu, Ebubekir Ağa, Tab'î, Tanburi İzak, Sadullah Ağa gibi seçkin bestekârların eserlerini okutamadığı için dağarı çok dardı; öte yandan, ondokuzuncu yüzyıl üslubunu sürdüren eserlerin dışına çıkamadığı için de "muhafazakâr"dı. Garip bir durumdu bu; hem o "klasik" diye yüceltilen eserlerden yoksun, hem de yenilere kapalı...
O yılların iyi bestekârları da Hacı Arif Bey-Şevki Bey-Rahmi Bey üslubunu takip ediyorlardı; bu genel üslup içinde bir renk, bir nüans olmayı hedef tutmuş gibiydiler. Eski üsluba uygun şarkılar besteleyenlerin yeni bir hava estiren, daha değişik, deneysel şarkıları da vardı, ama bunlar taş plaklara okunuyor, radyoda pek seslendirilmiyordu. Neveser Kökdeş'in şarkıları da önceleri daha çok plaklarıyla tanındı.
Sonuç olarak, Neveser Kökdeş'in radyodan destek görmemesi ne doğrudan doğruya Mesut Cemil'in tutumuna, ne de Kökdeş'in huysuzluğuna bağlanabilir. Muhafazakâr bir radyo ortamıdır bunun asıl sebebi.
Radyolarda Türk musıkisi yayıncılığının temelini atan Cevdet Kozanoğlu, Mesut Cemil, Ruşen Kam radyo musıki dağarının seçiminde muhafazakâr kişilerdi. Ankara radyosunda bir okuyucunun seslendireceği eserleri seçmekte serbest olmadığını görmüştük. "Program şefi"nin seçtiği şarkıların okunması gerekiyordu. Istanbul radyosunda da okunacak parçalar denetimden geçerdi. Bu tutumun haklı nedenleri yok değildi. Kozanoğlu'nun hâtıralarında belirttiği gibi, "devlet radyosuna layık" bir musıki yayını ortaya koyabilmekti. Dolayısıyla yayıncılıkta "radyo standartları" belirlenmiş, bir radyo canonu orta çıkmıştı. Eski eserler arasında "kabul edilmiş" olanlar okunurdu, eski beste olduğu halde kabul edilmemiş olanlar da vardı. Yeni bir şarkının radyo dağarına sokulması başlıbaşına bir işti. Kozanoğlu, Cemil, Kam bu konuda pek muhafazakârdılar. Üçü de pek çok şarkı besteleyebilecek kadar birikimli oldukları halde, eski üstadlara duydukları saygı dolayısıyla, bıraktıkları bir iki parça dışında bestekârlıkla uğraşmadı. Türk musıkisinde yeni bir üretime inanmıyorlardı.
Muhafazakârlık bazen yanlış anlaşılan bir kavramdır. Onların muhafazakârlığına bir örnek vermek gerekirse, Ruşen Kam'ın bestelediği tek şarkı olan, hicazkâr makamındaki, "Bir nevcivandır, âşûb-i cândır" diye başlayan şarkı hakkında söylediklerini anabiliriz. Şöyle demiş Kam: "Bu şarkı, hezeyan-ı mahmûm (yüksek ateşle sayıklama) kabilinden bir şeydir. Bir daha şarkı bestelemeye kalkışmadım."[21]
Mesut Cemil'in kalıpları zorlayan bir bestekâr olan Sadettin Kaynak'ın eserlerinden de hoşlanmadığını, onu küçümsediğini Alâeddin Yavaşca'dan öğreniyoruz.[22] Bunu anlayabiliriz. Ama babası Tanburî Cemil'in besteleri hakkında söylediklerini anlamak o kadar kolay değil; şöyle demiş:
Pederim esasen bir virtüöz idi. Bestekâr değildi. Yirmi beş otuz parça eseri varsa da bunlar tecrübe nev'inden olarak yapılmıştı. Güzel olmakla beraber onlardan daha çok güzelleri eslaf tarafından bestelenmiştir. Zaten bunların çoğu âsâr-ı eslafın nazire ve taklitleridir.[23]
Radyo tutumunu yansıtan bir örnek daha vereceğim. Rahmetli Rıza Rit anlatmıştı, 1950'li yıllarda Istanbul radyosunda meydana gelen eğlendirici bir olayı. Aynı radyonun okuyucularından Kasım İnaltekin hüzzam makamında "Zevk-i vuslatla geçen demlerimi yâd ederim” diye başlayan bir şarkı bestelemiş, bu yeni şarkıyı radyo dağarına sokmak istiyor. Rıza Rit'ten rica ediyor, bir solo programında okur musun diye. Uzun iş tabii bu. Sözü Rıza Rit'e bırakıyorum:
Müzik Yayınları şefi Cüneyd Orhon da arkadaşımız, fakat gençlere karşı, bu gibi eserlere karşı biraz muhafazakâr, t utucu bir tavrı var. Şarkının notasını alıp yazdım, beş nüsha, beşinin de üstüne Selanikli Ahmet diye not düştüm! Sonra radyoya götürdüm. Canlı yayına başlayacağız, Sadi Işılay, Vecihe Daryal, Şerif İçli var saz heyetinde. Provayı tamamladık, herkes kalktı yerinden, programa başlayacağız, Şerif Bey oturuyor. 'Rıza, Selanikli Ahmet’in bütün eserleri var bende, ama bu yok' demez mi! [24]
Şerif İçli kanmamış, ama şarkıyı yine de canlı yayında seslendirmişler. Rıza Rit bu şarkının daha sonra radyo dağarına da alınmasını sağlamış.
Bu örneklerde kendi gösteren muhafazakârlık değerli bir tutumdur aslında. Çünkü düşük nitelikli parçaların radyoya girmesini önlemekti radyo yöneticilerinin asıl niyeti. Bu tutumu benimseyen yöneticiler radyoculuğu çok ciddiye alan kişilerdi. Gelgelelim, bu anlamdaki muhafazakârlık yıllar geçtikçe aşındırıldı. Kozanoğlu'nun istifa ettiği 1954'ten sonra Ankara Radyosuna "piyasa şarkıları" girmeye başlamıştı. Ama 1980'den sonra, piyasanın baskısı altında radyo iyice çözüldü. Denetimdeki eski titizlik nerdeyse büsbütün ortadan kalktı. "Mevsimlik" denen şarkılara yer açıldı. Nice değersiz yeni şarkı radyolarda rahatça okunur oldu. En sonunda, yıllardır devlet radyosunun direndiği arabesk nağmeler bile radyoya girdi. Eskiden radyo ortamında Selahattin Pınar'la Sadettin Kaynak "piyasacı" olarak görülürken, son dönemde "klasik" gibi görülür oldu...
Bana kalırsa, Neveser Kökdeş 1940'lı, 50'li yılların muhafazakârlığının kurbanı oldu. Bu muhafazakârlığın merkezi radyoydu. Sadece o dönemin birkaç radyo yöneticisinden değil, genel olarak radyo ortamından kaynaklanan bir muhafazakârlıktı bu. Daha başka bestekârlar da yeni eserlerini radyoya kabul ettirmekte zorlanmıştır. Ama onlar Neveser Kökdeş şarkıları kadar yeni bir hava estirmemişti. Gariptir, Mesut Cemil'in kendisi de bu muhafazakârlıktan payını almıştır. Musıki dağarı konusunda muhafazakâr olan Mesut Cemil, bir koro şefi olarak köklü bir yenilikçiydi. Onun toplu icraya getirdiği yenilik, koro üslubu, Frenk musıkisi nüansları kullanılıyor diye, aynı çevrelerde tepkiyle karşılanmıştı.[25] Daha yakın bir geçmişte, Nevzat Atlığ'ın korosunda vurmalı saz kullanmaması da 1980'lerde gene "gelenek" adına konuştuklarını ileri sürenlerce birçok kez eleştiri yağmuruna tutulmuştu; bu da aynı çevrenin tepkisiydi. Muhafazakârlık bir değil, birkaç yönden kendini göstermiştir. Bu bakımdan, Neveser Kökdeş'in eserleri burada tanımlanan muhafazakârlığın bundan yetmiş yıl önce kolayca kabul edebileceği türden değildi.
Hepsi yeni bir türde, yeni bir üslupta bestelenmiş olan bu şarkılardaki özgünlüğü hemen hisseden, bu içli, duygulu ezgileri seve seve okuyan birçok okuyucu çıktı. Bu okuyucuların hepsi gene radyo okuyucusuydu. İcralarını dinleyebildiğim okuyucuları sayayım: Sabite Tur Gülerman, Radife Erten, Mualla Mukadder, Ayla Doğanay (sonra Büyükataman), Süheyla Gürses (sonra Kutbay), Muzaffer Birtan, Afife Ediboğlu, Zeki Müren, İnci Çayırlı, Tülin Yakar Çelik, Ahmet Çağan, Ali Rıza Köprülüleroğlu, Mediha Demirkıran, Gülseren Güvenli, Orhan Şener... Hattâ Neveser Kökdeş'in şarkılarından pek hoşlanmayan Alâeddin Yavaşca bile bazı şarkılarını okumak yüce gönüllülüğünü gösterdi. Daha birçok okuyucunun adı anılabilir. Bu kadar çok sayıda radyo icracısının onun şarkılarını okumak istemesi muhafazakârlığın ilkin radyoda geri teptiğinin bir işareti sayılmalı. Ama radyo dışından gelen bir baskı da vardı: dinleyici baskısı. 1950'li yılların radyo çevresinde olup bitenlere öncelik veren magazinlerinde "Neveser Kökdeş'in şarkıları neden yayımlanmıyor?" yahut "neden daha çok yayımlanmıyor" diye sorulan okur mektuplarının sayısı bir haylidir. Bir noktayı vurgulamak gerek burada. Bir sanatçının halktan ilgi görmesi sosyoloji bakımından önemlidir. Ama burada daha önemli olan, Kökdeş'in sadece halktan değil, radyoda görevli çok sayıda okuyucudan, musıkiyi bilen kişilerden de ilgi görmüş olmasıdır.
Yıllar geçtikçe genişleyen bir dinleyici kitlesine ulaştı Neveser Kökdeş. Bu büyük ilgiyi onun şarkılarını 1950'lerde, 1960'larda seslendirerek tanıtan okuyucular da tahmin edemezdi. O kadar ki, Kökdeş ağabeyi Muhlis Sabahattin'i yıllar geçtikçe gölgede bıraktı; o da yenilikçi bir bestekâr olduğu halde. Hele 2010'dan sonra bir "Neveser Kökdeş severler" kitlesi oluştu dersek abartı olmaz. Şarkıcılar olsun, araştırmacılar olsun bu ilgiyi karşılıksız bırakmıyorlar. Asıl dikkat çekici olan bu. Hiç alışık olmadığımız yerlerde dinleyebiliyoruz artık şarkılarını. "Bugün biz hep neş'eliyiz / Şenlendi yüreklerimiz" diye başlayan kürdilihicazkâr şarkısı TRT'nin fasıllarında okunuyor. Belirlenmiş bir dağarın dışına çıkmaması gereken Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu bile Neveser Kökdeş'i dağarına aldı.
Bütün bunlardan sonra Neveser Kökdeş şarkılarının özellikleri üzerinde durabiliriz. 1950'li yıllarda o şarkılar daha çok "alafranga" zevke hitap ediyor olabilir. Ama o günlerden bu yana geçen yetmiş üç yıl içinde bu ülkenin musıki zevki "alafranga" denen üslubu tamamıyla içine sindirdi. Sonraki kuşaklar Neveser Kökdeş'in şarkılarını alafranga musıki olarak dinlemedi. Alafranga kelimesi de eskidi, "tarihî" bir kavram haline geldi. Değişen bir şey olduğu açık. Burada Alâeddin Yavaşca'nın bir yorumunu aktarmak isterim. 2000 yılında kendisiyle sohbet ederken Neveser Kökdeş 'in şarkıları hakkında ne düşündüğü yolundaki soruma şu cevabı vermişti: "Biz o yıllarda bu tip şarkılara hiç ilgi duymuyorduk... Böyle şeyler bestelemek hiç aklımızdan geçmiyordu. Ama şimdi iş değişti, şimdi seviliyor bu şarkılar, zaman değişti çünkü..." Kuşağının birçok üyesi gibi Yavaşca da 1950'li yıllarda "eslafın şarkıları"nı, Hacı Arif, Şevki Bey gibi bestekârların eserlerini el üstünde tutuyor, o üslubun zevki içinde kalan şarkılara değer veriyordu. Kökdeş'in şarkıları ise, bu yerleşik zevk içinde herhalde tango etkisi uyandırıyordu. Alâeddin Yavaşca zaman devran değişince, bugünün zevki içinde Neveser şarkılarının geçmişte olduğundan farklı bir biçimde dinlenildiğini görüyor, bunları piyasa şarkılarından ayrı tutuyor, hattâ o yıllarda biraz yanıldıklarını da ima etmiş oluyordu.
Neveser Kökdeş'in şarkılarının bir kişiliği var. Sevilen şarkılarından herhangi birinin bir dizesini dinlemek bile bu ezgilerin kendine özgü üslubunu hemen hissettirir. O, eski bestekârlardan hiçbirini taklit etmemiş, hiçbirine benzemeye çalışmamış. Türk musıkisinin en yaygın makamlarının çatısı içinde, o makamlardaki eski eserlerde bulunmayan yepyeni ezgiler üretmiş; en dikkat çekici yönü bu. Bir gazetecinin sorduğu "Siz alaturkacı mısınız, alafrangacı mı?" sorusuna şu cevabı vermiş: "Ben eski klasik Türk musıkisi ile modern ihtiyaçlara cevap verecek yeni Türk müziğini birleştirerek batı tekniğinde eserler vücuda getirmek isteyen bir bestekârım."[26]
Neveser Kökdeş eserlerinin seslendirilmesinde Türk musıkisi seslerinin hepsini veremeyen bir saz olan piyanonun kullanılmasını ister, kendisi de şarkılara piyanoyla eşlik ederdi. Sevilen şarkılarında en çok nihavend, sûznâk, rast, hicazkâr, kürdilihicazkâr, mahur, segâh makamlarını, yani kulakların daha çok aşina olduğu makamları kullanmış. Bu makamların bazılarında yer alan "koma"lı seslere basılmazsa, bu eksiklik, uşşak, bayatî, hüseynî, muhayyer, neva, karcığar gibi makamlarda olduğu kadar kulağı rahatsız etmez; Kökdeş bu gibi makamlara genellikle uzak durmuş. "Koma"ları gözden çıkararak yahut "gizleyerek" piyanonun uyandıracağı Avrupaî edâyı ve sadâyı öne geçirmek istemiş. Oysa piyano kullanılmadan da o edâ verilebilir. Nitekim piyanosuz seslendirilen başarılı icraları çoktur. İki eserinde pençgâh gibi antikalaşmış bir makamı kullandığını görüyoruz; dügâh, sabâ gibi, mistik ezgilere uygun makamları da kullanmış, ama bu makamlardaki şarkıları ya tutunmamış ya da kendisi beğenmemiş.
En çok kullandığı usûl 3/4'lük semai; daha sonra, 10/8'lik curcuna, daha az sayıda da aksak usûlünü kullanmış. Bunlar geniş bir dinleyici kitlesinin çok aşina olduğu ritimlere dayanıyor. Semainin bu şekli ondokuzuncu yüzyıldan bu yana; curcuna ise yirminci yüzyılda gitgide yaygınlaşmış usûller. Büyük usûlleri hiç kullanmaması şarkılarının kolayca kulakta kalmasını, kolayca ezberlenmesini sağlıyor. Şarkılarının güftelerini çoğu kez kendisi yazdığı için ezgilerine uygun düşüyor. Daha önemlisi, sözleri ezginin içinde boğulmuyor, şarkı okunurken kolayca takip edilebiliyor.
Neveser Kökdeş'in beş yüzü, hattâ bini aşkın bestesi olduğu söyleniyor. Ama herhalde bunların çoğu beste denemeleriydi. Öyle de olsa bu, onun ilhamı bol, üretken bir musıkişinas olduğunu gösterir. Bugüne dek seslendirilen eserlerinin bir listesini çıkardım, aşağıda; benim dinleyebildiklerim bunlar. Görüleceği gibi, Türk musıkisinin makamları, usûlleri, beste şekilleri içinde yazılmış şarkılar bunlar. Bugün TRT dağarında seksen yedi şarkısı ile bir medhalinin notaları bulunuyor. Tango, rumba, vals, swing, marş, kanto, ninni, türkü olarak bestelenmiş olanlar bunlar arasında değil tabii.
Yirminci yüzyıl bestekârlarının büyük çoğunluğu şu yahut bu ölçüde popülerliğe ihtiyaç duymuştur. Ne var ki, bestelendiği günlerde rağbet gören şarkıların pek çoğu kısa zamanda kayboldu gitti. Bu bakımdan, popülerlik yanlış anlaşılmamalı. Popüler musıki ile piyasa musıkisinin ayırt edilmesi lazım. Piyasa musıkisi ticarîdir, gelgeçtir. Neveser Kökdeş'in ölümünden bu yana elli sekiz yıl geçti. Kısa bir zaman değil bu. Eserlerinin kaybolmak şöyle dursun, gitgide daha çok yayıldığını gördük. Popüler olup da güzel, zarif olmak pekâlâ mümkün; Neveser Kökdeş bunu çok iyi gösterdi bize. Duygulu, hüzünlü şarkı, iniltili, sulugözlü nağme demek değildir; Kökdeş bunu da çok iyi gösterdi. Hiçbir zaman bayağılığa düşmeden geniş bir kitlenin sevebileceği eserler bestelemek kolay iş değil. 1940'larda, 50'lerde radyolarda musıki politikasına yön verenler ve onlarla aynı doğrultuda düşünenler Neveser Kökdeş konusunda yanıldılar.
Neveser Kökdeş'in en çok okunan şarkıları
1. Hicazkâr semai (3/4): Gönlümün pembe çiçeği
2. Hicazkâr curcuna (10/16): Ruhumda neş'e hayale daldım
3. Hüzzam yürük aksak köçekçe (9/8): Gül olsam ya sümbül olsam beni koklar mısın
4. Kürdilihicazkâr aksak (9/8): Bugün biz hep neş'eliyiz
5. Kürdilihicazkâr semai ( 3/4): Cânândan uzak kaldı gönül
6. Mahur aksak (9/8): Bahar pembe beyaz olur
7. Mahur aksak (9/8): Sevda seline kapıldı ah gönül
8. Neveser semai (3/ 4): Seni âh anmadan aşkınla yanmadan
9. Nihavend curcuna (10/8): Gönül bağında gezerken hep seni ararım
10. Nihavend curcuna (10/8): Hüsranla gönül hep inler
11. Nihavend semai (3/4): Neden bilmem bu iptilâ
12. Nihavend curcuna (10 / 8): Neden yaktın ne istedin
13. Nihavend semai (3/4): Sevdikçe seni ömrüm artar, ey yâr
14. Nihavend semai (3/4): Yıllardır bekliyorum bir gün dönersin diye
15. Nihavend semai (3/4): Özledim seni, pek özledim
16. Nişaburek semai (3/4): Aşkı fısıldar sesin, bülbül müsün ah nesin
17. Rast semai (3/4): Aşkım güzel, cânânım güzel
18. Rast semai (3/4): Hayal ufkunda açan binbir renkler
19. Rast semai (3/4): Sevdim seni aşkı anladım
20. Rast semai (3/4): Sevmek seni bir suç ise
21. Segâh curcuna (10/8): Bir emele bin ah çeksem
22. Segâh curcuna (10/8): Gönlümün baharı bir gün açacak mı acep
23. Segâh semai (3/4): Kuş olup uçsam sevgilimin diyarına
24. Sûznâk aksak (9/8): Gel de güzelim beni sevindir
25. Sûznâk curcuna (10/8): Pek özledim o demleri
26. Sûznâk semai (3/4): Seni gördüğüm gün beğendim
27. Sûznâk curcuna (10/8): Artık duy sesimi, ruhumu yakma
En az bir kere okunmuş olan, daha az tanınmış şarkıları
28. Hicaz, curcuna (10/8), Gülüyorsun güzelim, gül, güle gülmek yaraşır
29. Zavil müsemmen (8/8): Geldi canan hoş eyledi
30. Hüseynî, nim sofyan (4/4) türkü: Yüreğin kırık mıdır, düşünürsün pek derin
31. Sûznâk, semai (3/4): Rüzgâr gibi essin sesin
32. Sûznâk curcuna (10/8): Sonsuz acı duydum bu gece
33. Rast, semai (3/4): Artık mümkün müdür sana inanmak?
34. Rast curcuna (10/8): Bir derin uykudadır şimdi gönlüm
35. Segâh curcuna (10/8): Hülyalarımın çiçeği soldu melâl içinde
36. Kürdilihicazkâr curcuna (10 /8): Gönülden gönüle akan aşk gibi
37. Nihavend medhal, aksak, iki hane
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
[1] Radyo Âlemi, 26 Mart 1953.
[2] Gülşah Çakarlı, Türk Müziğinde Batılılaşma Sürecinde Bir Kadın Bestekâr, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017, s. 18.
[3] Cemaleddin Bildik, "Radyoda Muhlis Sabahaddin için özel bir program", Akşam, 19 Ocak 1952.
[4] Zeki Tükel, "Neveser Kökdeş", Radyo Haftası, 2 Ağustos 1952.
[5] Celaleddin Bildik, "Bestekârlarımız - üç yüzden fazla beste yapan bayan Neveser'le bir konuşma", Akşam, 10 Nisan 1948.
[6]Mesut Cemil 1943-1951 arasında Ankara Radyosunda hem Batı musikisi, hem de Türk musıkisi şubelerinin müdürüydü. Melahat Pars'ın "Mesut Cemil aynı zamanda radyo müdürüydü" demesini bu anlamda yorumlamak gerekir. Melahat Pars radyoya 1944'te girdiğine, Neveser Kökdeş de şarkılarını 1947'de radyoya gönderdiğine göre, anlatılan hadise 1947-1949 yılları arasında (en geç 1950'nin ilk yarısında) meydana gelmiş olmalıdır; . Mesut Cemil 1950 yılının Temmuz ayında Ankara Radyosu müdürü oldu, bu görevini 1951 ortalarına kadar sürdürdü. 1947-1948 yıllarında Ankara Radyosu müdürü Nejat Saner'di, Saner 1949 yılının yarısına kadar bu görevde kaldı, aynı yıl içinde görevi Afif Obay'a devretti. Obay da 1950 ortalarına kadar müdür vekili olarak radyoyu yönettikten sonra, bu görevi Mesut Cemil'e devretti. Ankara Radyosundaki bu görev değişikliklerine ilişkin kayıtları Uygur Kocabaşoğlu'dan aldım, bu konuda bkz. Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980, s. 197-198, tablo 27 (Radyo Yöneticileri 1927-1960) .
[7] Arkadaşım Ersu Pekin'le 1999-2001 yılları arasında, özel bir radyo olan Açık Radyo için, "Radyo Anıları" adlı bir dizi yayımladık. Anılarını yayımladığımız radyoculardan biri de Melahat Pars'tı. Bu görüşmeleri metin olarak yayıma hazırlıyorum; tamamını yakında yayımlayacağım.
[8] Melahat Pars'la görüşmemiz gibi bu da Radyo Anıları dizisinden. Söyleşinin Açık Radyo'da yayımlandığı tarih 29 Nisan 2001.
[9] Radyo Haftası dergisinin Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim aylarında çıkan haftalık sayılarında Melahat Pars'ın, Sabite Tur'un, Muzaffer İlkar'ın, Müzehher Güyer'in, Muzaffer Birtan'ın, Cevriye Ceyhun'un bestekârın çeşitli eserlerini okudukları görülüyor. O yılın haftalık radyo dergilerinde daha birçok okuyucunun icralarına rastlanabilir. Melahat Pars'ın "Sonra ne oldu? Herkes Neveser Hanım'ın şarkılarına hücum etti" dediği durum bu olsa gerek.
[10] Istanbul radyosunun Akşam gazetesinin 16 Eylül 1950 günkü sayısında verilen programı şöyle tanıtılmış: "Bestekâr Neveser Kökdeş'in eserlerinden mürekkep özel program. Okuyan Mualla Mukadder." Bu programın süresi kırk dakika. Bu dönemin gazete ve dergilerinin ilgili sayılarını bana bildiren , Neveser Kökdeş'in hayat hikâyesi üzerinde çalışmakta olan musıki sever arkadaşım diş hekimi Zeynep Erdoğan'a teşekkür ederim.
[11] Radyo Haftası dergisinin haberine göre, "Istanbul Radyosu müdürlüğüne tayin edilen Ankara Radyosu müdürü Mes'ud Cemil Tel derhal Istanbul'a gelerek vazifesine başlamıştır." (14 Temmuz 1951, s. 22) Mesut Cemil 1951 Temmuz'unda bu göreve vekâleten atanmıştı. Resmen atanması 1952'dedir.
[12] 22 Mart 2020'de Nevzat Atlığ'dan alınan sözlü bilgi.
[13] İsmet Gümüşdere, "Neveser Kökdeş'e Radyoda Niçin Seans Verilmiyor?", Radyonun Sesi, 27. sayı, 29 Ağustos 1953, s. 22-24.
[14] Akşam gazetesinin verdiği günlük yayın akışına göre, 30 Temmuz ve 24 Eylül 1955 günlerinde Istanbul radyosunda iki Neveser Kökdeş programı yayımlanmış. Cumhuriyet gazetesinin verdiği günlük yayın akışına göre de, şu tarihlerde Istanbul radyosunda "Neveser Kökdeş'ten Şarkılar" programları yayımlanmış: 3 Mayıs, 17 Mayıs, 14 Haziran, 3 Ağustos, 17 Ağustos, 31 Ağustos, 14 Eylül, 28 Eylül 1958. 1959'da da şu günlerde: 12 Temmuz, 26 Temmuz, 16 Ağustos, 30 Ağustos, 13 Eylül, 27 Eylül, 11 Ekim, 9 Aralık. Bu programlar bestekârın ölümüne kadar devam etmiş görünüyor. Şu tarihlerde de "Neveser Kökdeş'ten şarkılar" yayımlanmış: 1961 yılının 4 Ocak, 12 Şubat, 17 Mart, 16 Aralık programları, bir de 26 Aralık 1962.
[15] Faruk Kenç'in yönettiği, baş rollerinde Belgin Doruk'la Efkan Efekan'ın oynadığı Ölmeyen Aşk adlı bu filmin şarkılarını Muzaffer Birtan, Mediha Demirkıran ve Neveser Kökdeş'in oğlu Adnan Kökdeş okumuştu. Filmde besteleriyle çığır açan genç bir besteci temasının işlenmiş olması da dikkat çekicidir.
[16] Sadun Aksüt, Bey Yüz Yıllık Türk Musıkisi, Türkiye Yayınevi, Istanbul, 1967, s. 94.
[17] (Gülşah Çakarlı'nın Aksüt'le görüşmesi) Çakarlı, aynı yerde, s. 20.
[18] Yılmaz Öztuna bunu ilkin ilk cildi 1969'da çıkan Türk Musıkisi Ansiklopedisi'nde yazmıştı, aynı satırları ansiklopedinin ikinci basısında da (Büyük Türk Musıkisi Ansiklopedisi, I. cilt, Ankara, 1990, s. 461) görüyoruz.
[19] Murat Derin, İnci Çayırlı'nın Anıları, Pan Yayıncılık, Istanbul, 2015, s. 123-124.
[20] Cevdet Kozanoğlu, Radyo Hâtıralarım, yayıma hazırlayan M. Nazmi Özalp, TRT Müzik Dairesi Yayınları, Ankara, 1988, s. 15.
[21] (anan M. Nazmi Özalp, Ruşen Ferit Kam, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Istanbul, 1995, s. 129. Kam'ın bu sözleri Zafer gazetesinin 23 Şubat 1950 tarihli sayısından alınmış.
[22] Bkz. Hasan Oral Şen, Alâeddin Yavaşca, TRT Müzik Dairesi Yayınları, Ankara, 1998, s. 200.
[23] "Tanburî Cemil", Yüz Yıllık Metinlerle Tanburî Cemil Bey'de , Kubbealtı, Istanbul, 2017, s. 174.
[24] Rıza Rit'le özel görüşme, 14 Ekim 2000. Bu görüşme aynı günlerde Açık Radyo'dan yayımlanmıştı.
[25] "Bir hadise var cân ile cânân arasında" şarkısının bestekârı Servet Yesari'nin (1872-1943) 1942'de Ankara Radyosu müdürü Vedat Nedim Tör'e hitaben yazdığı açık mektupta , Mesut Cemil'in korosunu alışılmışın ötesinde çok sert bir dille yermesi, koronun radyodaki icra şeklini de düpedüz alafrangalıkla suçlaması Mesut Cemil'in gördüğü tepkinin derecesini yansıtır (bu mektubun metnini görmek için bkz. Murat Bardakçı, Refik Bey, Pan Yayıncılık, 1995, s. 45-47). Yılmaz Öztuna yıllar sonra şunu yazmış ansiklopedisinin Mesut Cemil maddesinde: "Modern anlayışla klasikTürk musıkisini icra ettirdi. (...) Tamamen dejenere olmuş Türk musıkisi icrasına modern, ciddi ve çok müzikal bir anlayış getirmesi, eski ekol mensupları ve piyasacılar arasında en büyük tepkilere zemin hazırladı." Büyük Türk Musıkisi Ansiklopedisi, I. cilt, 1990, s. 176. Yılmaz Öztuna 1970'lerin başında piyasaya verilen bir uzunçaların arka kapağında daha da ileri giderek şöyle yazmış: "Mes'ud Cemil'in en büyük hizmeti Türk musıkisini gaygaylı okuyuştan kurtarması ve bu san'ata koral anlayış getirmesi, eserleri nüanslıyarak icra ettirmesidir. Gericilerin yaygaralarına rağmen, klasiklerimizi bu şekilde yönetti ." (Klasik Saz Eserleri, hazırlayan Niyazi Sayın, Aras Plak Evi, C. L 50002)
[26] Bildik, aynı yerde.