Bir bilgi ne zaman anonimdir? Ne zaman bir kişinin özgün araştırma, emek ve çabayla ürettiği; dolayısıyla aidiyeti, kaynağı, kökeni belli bir bilgidir?
Bilim toplulukları, akademik etik diye, son derece temel bir kurallar sistemi geliştirmiştir. Buna ihtiyaç duymuşlar, hatta mecbur kalmışlardır. Akademik etik, üretilen bir bilginin orijinalliğine, fikri haklara saygı ve riayetin bir gereği olarak doğmuş ve gelişme göstermiştir. Dolayısıyla gelişme sürecinde akademik etik dışı durumlarla fazlasıyla karşılaşılması; akademik ilkelerle bağdaşmayacak istismarlara rastlanması; bilgiyi üreten kişinin özgün fikirlerinin izinsiz bir şekilde kullanımına sayısız kereler ve muhtelif yollardan tanık olunması gibi durumlar, bu hassas konunun önem kazanmasına temel oluşturmuştur. Bugün, en temel düzeyde bir lisansüstü tez yazan öğrenciden, araştırmasını tamamen etik kurallar dâhilinde yürütmüş olduğuna dair beyan alınmakta ve tezlerin başına konulmaktadır. Ancak süreçte yine de, üstelik bir yayına atıf yapılmış gibi göstermek suretiyle bile özgün bilgilerin istismar edilebileceğine dair sayısız örnekle yine karşılaşılmaktadır… Ne acıdır ki istenildiği kadar etik ilke ve kurallara bağlı kalmanın kutsallığından ve mesleki zorunluluklarından bahsedilmeye ve bununla ilgili yasal düzenlemeler yapılmaya çalışılırsa çalışılsın, neticede insan faktörünün devrede olduğu pek çok durumda, bu konudaki istismarların önü, gereği gibi alınamamakta; kişiler, kendi nefislerinin doğurduğu bir ihtiyaçla, etik dışı yollara başvurmaya devam edebilmektedir.
Malumdur ki akademik bilgi, bilimsel araştırmalar zemininde üretilir, yayımlanır ve bu bağlamda belli bir akademik çevreye ve toplumun ilgili kesimlerine mal edilir. Bu süreç, elbette, yapılan araştırmalarda elde edilen sonuçların hem bilim dünyasına, hem de kamuya ilan edilmesi ve böylelikle de, etki gücü bakımından, istifadeye sunulması gerçekleşir. Yeni üretilen bilginin, kayda değer bir özelliği, farklılığı ve gerçek anlamda yeniliği varsa, bu süreç, başta benimseme olmak üzere, muhtelif yollardan yaygınlaşma gösterir. Aslında Thomas Kuhn, bilimsel bilgi alanındaki bu süreçleri paradigma kavramı çerçevesinde, mükemmel şekilde izah etmiştir. Bilim alanına yenilik getirmek ihtiyaç ve çabalarının, insanlık tarihi boyunca değişik alanlarda, önemli zihniyet değişikliklerine yol açtığı bilinen bir gerçektir. Bilim insanları, “olağan bilim” saydıkları koşullarda bilgi üretir ve paylaşırlar. Ancak bir gün öyle bir gelişme ortaya çıkar ki, olağan bilimin işlemediği tüm şartları ortaya koymanın ötesinde, yeni bir çığır açıp, yeni bir bilim yapma zemini doğurur. Kuhn, buna, kısaca, “paradigma değişimi” diyor. Paradigma değişimleri, sadece bilim alanında başvurulan modelleri, teorileri, yöntemleri kapsamakla kalmaz, aslında çok daha geniş bir şekilde, başlı başına bir “dünya görüşü” gelişmesine de imkân tanır. Bu nedenle paradigma değişimleri, her anlamda, önemlidir. Elbette paradigma değişimlerine yol açan girişimlerin de ayrıca büyük önemleri vardır. Çünkü bu değişimler sayesindedir ki olağan bilim şartlarının nerelerde tıkandığı ve neleri kapsam dışında bıraktığı çok daha belirgin bir şekilde anlaşılmış olur. Sonuç, topyekûn bir zemin değişikliği ve yeni bir modelin geliştirilmesidir.
Farkında olunsun veya olunmasın, hakkı teslim edilsin veya edilmesin, tarafımdan ortaya konulan “Perde Düzenleri ve Makamsal Ezgi Çekirdekleri” veya kısaca, “Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi”, makam alanında, Türkiye’de yeni bir paradigma oluşumunu sağlamıştır. Bu teorinin temellendirilmesi, başta müzik teorisi alanındaki yerli ve uluslararası kaynakların sistematik ve tarihsel bakımlardan kapsamlı şekilde araştırılması ve aynı zamanda müzik analizi konusunda, tamamen ezgisel hareket, nağme, ve motifler temelinde, figür esaslı bir analiz yöntemi geliştirilmesiyle sağlanmıştır. Dolayısıyla bu teorinin temel içeriğinin anlaşılmasında, her şeyden önce sadece makam teorisinin değil, bütün olarak müzik teorisi, analiz ve tarih alanlarının sağladığı geniş bir zemin söz konusudur.
Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi ile tespit edilip ortaya konulanlar ve savunulanlar neler olmuştur?
1.) Makamların, Perde Düzenleri içindeki belirli merkezleşmelerle, dolayısıyla da doğrudan belli perdeler ve bunların sistem içindeki “yer”leriyle bağlantılı olduğu; tarihsel irtibatlarına bağlı olarak, makamın, öncelikle bir perde, sonra da belli bir nağme (ezgi hareket tarzı) olduğu ortaya konulmuştur. Makamların dörtlüler, beşliler, çeşniler veya oktav dizileri halinde ele alınmasına gerek olmadığı, bu nazariyenin en başta ortaya koyduğu ve savunduğu görüşlerden biridir. Makam; perde ve nağmeden ibarettir. Bu özelliği Osmanlı dönemi kaynakları içinde en isabetli ve açık-seçik dile getiren isim, Abdülbaki Nasır Dede olmuştur. Bu nedenle makam-perde-nağme ilişkisinde, en nitelikli tanım olarak dönüp Abdülbaki Nasır Dede’ye bakılması gerektiği, bu nazariyeye temel alınan ilkesel bir görüş olmuştur.
2.) Belli bir makam adıyla tanınan tüm nağmeler, “Perde Düzenleri” içinde gelişme göstermişlerdir. Perde Düzenleri, makam dizileri olmayıp, çift-sekizli temelinde, Rast-düzen diye adlandırılan ve on altı “tam perde”den oluşan bir perde sisteminin, icra edilecek makam türlerine göre ayarlanması ve düzenlenmeleriyle ortaya çıkarlar. Perde Düzenleri, nağmelerin varlık bulduğu temel ses mekânlarıdır. Bunlar olmadan, makam ve terkiblere ait nağmelerin var olması mümkün değildir. Tüm eser lâhinleri ve makam ve terkib olarak ayırt edilen tüm nağmeler, Perde Düzenleri içinde mevcudiyet kazanır. Bu nedenle Perde Düzenleri, makam teorisinin aslını ve esasını teşkil eder.
3.) Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi, makamların şimdi olduğu gibi oktav dizileri halinde değil, on altı tam perdeye sahip Rast-düzeni temelinde, tamamen kendi agaz-seyir-karar perdeleri gözetilerek ele alınması gerektiğini savunmuştur. Öncelikle Rast-düzeni içinde yer alan agaz-seyir-kararla tanımlanmış makam nağmelerinin öğrenilmesi gerektiği belirtilmiş; nim ve girift perde ihtiva eden diğer tüm nağmelerin, ilgili düzen başlıkları içinde sırayla değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Mesela Hicaz, Nikriz (kelimenin aslı Niyriz’dir), Uzzal, Nühüft, Rahatülervah, Hicaz-Acem gibi makam ve terkib nağmelerinin Hicaz-düzeni içinde ele alınıp öğretilmeleri gerektiği, bu nazariyenin tipik bir savunusudur. Benzer şekilde Isfahan, Acem, Buselik, Neva, vb. isimlerle anılan diğer düzenler içinde de, o düzen perdelerini kullanan diğer makam ve terkib nağmelerinin ele alınması gerektiği ortaya konulmuş; bunun örnekleri verilmiştir. Bu anlayışta, şimdi olduğu gibi basit, bileşik, şed şeklinde bir ayrım ve “karar perdelerine göre” yapılan bir makam sıralaması söz konusu değildir. Perde Düzenlerine göre makamların ele alınması gerektiği düşüncesi, Düzenler ve Nağmeler nazariyesinin özgün bir tespit ve görüşüdür.
4.) 15. yüzyılda yazılmış muhtelif edvarlar, Perde Düzenleri için dokuz temel sistem ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle günümüze değin gelen pek çok makam, aslında, büyük çoğunluğuyla, bu dokuz temel düzen içinde varlık bulmuştur. Ancak özellikle Batılılaşma süreciyle ve zaman içinde gelişen yeni estetik eğilim ve ihtiyaçlarla beraber, perdelerin entonasyonlarında ortaya çıkan değişikliklere bağlı olarak ve bundan etkilenerek, çeşitli Perde Düzenleri, yeni bazı türevlerin ortaya çıkmasına imkân sağlamıştır. Bu yoldan da Perde Düzenlerinin sayısında bir artış meydana gelmiştir.
5.) Perde Düzenlerinin kaynağında, tam perdelerden farklı olan, nim/yarım perdeler ile bunların özel bir şekli olan “girift” perdeler yer alır. Nim perdeler, tam perdelerin tizleştirilmeleri veya pestleştirilmeleriyle elde edilirlerken, girift perdeler, tam perdeler arasına, kalıcı mahiyette, ilave yarım perdeler eklenmesiyle elde edilirler. Dolayısıyla günümüz Türk müziği icralarında tanbur ve bağlama gibi perdeli sazların tamamı, giriftli sistem temelinde gelişme göstermiş durumdadır. Önceleri sadece kalıcı yarım perdeler için ilaveler yapılırken, sonradan tümüyle aynı perdenin farklı entonasyonları için de girift perde bağlanması söz konusu olmuştur. Bunların tümü, Türk müziğinde icra alanında ortaya çıkan çeşitli değişim ve eğilimlerin, somut birer göstergesini oluşturur. Dolayısıyla Düzenler ve Nağmeler Nazariyesiyle beraber, makamların şekillendiği ses sisteminin öncelikle tam perdelere, daha sonra ise nim ve girift perdeleri aşamalı şekilde eğitime sokacak bir anlayışla yapılandırılması gerektiği açık bir şekilde ortaya konulmuştur.
6.) Makamlar, birer melodik hareket olarak, gerçekte, agaz, seyir ve karar referanslarıyla tanınan birer nağmeden ibarettir. Bunlardan agaz, hareketin başlangıç merkezini, seyir, melodik hareket ve yönelme kesitini, karar ise hareketin nihayete erdiği yeri belirtir. Her üçü de, nağme hareketine referans teşkil eden kavramlar olarak ortaya konulmuştur.
7.) Makam nağmeleri, dairesel ve doğrusal olmak üzere, temelde iki tip hareketle şekillenmiştir. Bunlardan dairesel olanlar, Rast-makamı gibi, agaz ve kararı bakımından tek bir perdeyi merkez alan tek-merkezli, doğrusal olanlar ise Hüseyni gibi çift-merkezli nağmelerdir. Her makam nağmesi, öncelikle belli bir perde üzerinde dairesel hareketle şekillenir. Ancak tiz taraftan başlayan çoğu makam ve terkib nağmesinde, inicilik ilkesine bağlılık gereği, kalın taraftaki kararlardan birine yönelme ihtiyacı vardır. Bu nedenle pek çok makam ve terkib nağmesi, esas olarak çift-merkezlidir. Bunlarda agaz perdesi, karara göre çoğunlukla tiz tarafta yer alır.
8.) Makam-esaslı nağmeler için, bu teoride, ayrıca, “Merkezler ve Yönelimler” adı verilen bir de ezgi analiz yöntemi ortaya konulmuştur. Bu analiz yöntemi tamamen figür esaslı olup; gerçekte makamsal eserlerde ister besteci, ister türkü yakıcısı tarafından, melodik harekette ne gibi merkezlere bağlı kalınarak eser verildiğini açık bir şekilde göstermektedir. Makam-perde-nağme ilişkisinin somutlaşmasına açık bir imkân sağlayan bu analiz yönteminde, konumsal ve yönelimsel olmak üzere iki tip figür öbeği oluşturulmuş; makam ve terkib nağmelerinin bunlara göre şekillendirildikleri gösterilmiştir. Böylece agaz ve karar gibi kesitlerde temelde konumsal, seyir kesitinde ise yönelimsel figürlerin eserlerde mevcut olduğu, somut olarak ortaya konulmuştur.
9.) Düzenler ve Nağmeler Nazariyesinin, gerek makam araştırmalarına, gerek halk müziği ve sanat müziği repertuar araştırmalarına ve eser analizlerine, gerek uluslararası çalışmalara temel olabileceği, Doktora Tezimde ve sonrasında gerçekleştirdiğim yayınlarda, tüm boyutlarıyla ortaya konulmuştur. Bu nedenle tarafımdan yapılan araştırma ortadadır. 2014 yılında, İTÜ Müzikoloji ve Müzik teorisi programında, rahmetli Prof. Şehvar Beşiroğlu, Prof. Ertuğrul Bayraktarkatal, Prof. Erol Parlak, Prof. Ruhi Ayangil, Prof. Dr. Oya Levendoğlu, Prof. Dr. Nilgün Doğrusöz ve (o zamanki unvanıyla) Doç. Dr. Gözde Çolakoğlu Sarı’nın jürilikleriyle kabul edilmiştir. Belirtilen isimler, bu çalışmanın jürileri oldukları için, Doktora Tezimde ortaya konulan görüşlerin, tespitlerin ve temellendirmenin tanıklarıdır. Belirtilen hocalarımızın tümü, alandaki yetkinlikleriyle, tarafımdan yapılan çalışmanın orjinalliğini ve alana sağladığı katkıları takdir ve övgüyle karşılaşmış kişilerdir. Kaldı ki bu konuda gerek yerli, gerekse de uluslararası alanda yapmış olduğum yayınlarla, konuyu sadece Türkiye’ye değil, aslında tüm akademik çevrelere, başta ICTM olmak üzere, yayın yoluyla da duyurmuş ve tanıtmış olduğum bir gerçektir.
Bu çerçevede özellikle belirtmek istediğim husus şudur: Bu araştırmalar, elbette, insanlarımızın, meslektaşlarımızın, ilgililerin bilgi ve istifadesine sunulmuştur. Bunda hiçbir problem yoktur. Fakat ortada akademik bakımından garip bir sorun çıkmıştır. Doktora tezimde, makale ve bildirilerimle, makam teorisine yaklaşımdan makam eğitimine kadar ortaya koyduğum tespit, görüş ve öneriler, “ecdad”a mal edilip anonimleştirilmeye çalışılmakta ve “miri mal” statüsüne indirgenmeye çalışılmaktadır. Ne demektir miri mal? Bu yolla, yapılan araştırmada ulaşılan sonuçlar, adeta herkes tarafından “zaten” bilinen hususlarmış gibi gösterilmek isteniyor. Eğer bu böyle idiyse, benim Doktora Tezimde ortaya konulan tespit ve görüşlere kadar, aralarında gerçek anlamda saygıdeğer araştırmacılar, hocalar ve sanatçıların yer aldığı isimlerden hiçbiri, bu temellendirmeleri neden ortaya koymamışlardır? Perde Düzenleri, makamların agaz-seyir-karar referanslarıyla tarif edilen perde-nağme birliklerinden ibaret oldukları, Rast-düzeninin perde sisteminin temelini oluşturduğu, diğer tüm makam aileleri için diğer Perde Düzenlerinin devreye sokulması gerektiği, eğitimde öncelikle makamların ana perdelerini oluşturan ve aralarında segah ve evicin de yer aldığı yedi tam perdenin temel alınması ve nim ve girift perdeleri ihtiva eden diğer düzenlerin sırası geldikçe eğitimde kullanılması gerektiği gibi en temel hususlar, tarafımdan, Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi adıyla ortaya konulmuştur. Bunların hiçbiri ne miri maldır, ne de ecdad tarafından bütünlüklü bir sistem halinde açık seçik söylenmiş şeylerdir. Ben bu tespitlere ulaşabilmek için gecemi gündüzüme, günlerimi haftalara, haftalarımı aylara, aylarımı yıllara kattım. Benim buradaki çabalarım nasıl gözden kaçırılmaya ve yapılanlar anonimleştirilmeye çalışılabilir? “Ecdad”ın dediklerini en iyi anlayabilmiş olanlardan biri sıfatıyla şunu soruyorum: Yekta, Ezgi ve Arel başta olmak üzere, bu “ecdad” kaynaklarını pek çok kişi biliyordu. Birçoğu, oturup bu ecdad kaynakları üzerine makaleler, tezler, kitaplar yazdılar… Bugüne değin yukarıda sıraladığım bütünlük ve kavrayış çerçevesinde, Perde Düzenleri ve agaz-seyir-karar esaslı makam ve terkib nağmeleri yönünde bir teori neden ortaya konulamamıştı? Mademki bunlar miri maldı, anonimdi? Tamamen özgün bir bilimsel araştırmanın özelliğini yansıtan yeni bir teoriye ait tespitler, nasıl olup da görmezden gelinip, anonimleştirilmeye çalışılabilir? Kendisine bilim insanı veya akademisyen diyen hangi insan; anonimdir, miri maldır, istediğiniz gibi alın kullanın, diyebilir veya böyle bir şeyi savunabilir? Bu kabul edilebilir mi? Gültekin Oransay üstadımızdan Yalçın Tura hocamıza kadar alanda yazılanlar, yapılan katkılar, eleştiriler, öneriler, tespitler, hepsi ortadadır. Kimin neyi, nasıl yazdığı ve yorumladığı bellidir. Akademik literatür bir “buharlaşma alanı” değildir ki... Tarihiyle, başlığıyla, yayınıyla, içeriğiyle her şey ortadadır.
Bir an için şöyle düşünelim: Eğer, kısaca Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi adıyla ortaya konulan doktora çalışması, anonim nitelikte ve alana hiçbir yenilik getirmiyor idiyse, benim jürimde yer alan ve hepsi birbirinden değerli ve saygın isimler, bunun farkında değiller miydi? El-insaf! Böyle bir şey düşünülebilir mi? Herkes, böyle bir eğilim veya anonimleştirme çabasının, gerçekte nelere yol açabileceği ve nerelere varabileceği hususunda, dürüst bir şekilde, elini vicdanına koyarak düşünmelidir. Ben, kişi olarak, ne bildiğimi, neyi ve nasıl yaptığımı çok iyi biliyor ve son derece onurlu bir şekilde, buna sahip çıkmaya çalışıyorum. Jürimde yer alan tüm saygın isimler, tarafımdan yapılan çalışmada, literatür bakımından bir eksik gördüklerinde bunu bana açıkça söylemişler; çalışmalarım boyunca muhtelif tavsiyelerde bulunmuşlardır. Ama hiçbiri kalkıp da bunların, “ecdad”ın, herkes tarafından bilinen konularıdır, anonimdir, miri maldır dememiştir. Zaten böyle denilecek olursa, o zaman kim, ne için araştırma veya yayın yapacaktır? Herkes yan gelip yatsın ve kimse, “yepyeni”, “ilk kez” gibi sıfatlarla makam bilgiçliği yapmaya yeltenmesin… Öyle değil mi? Ne gerek var? O zaman, dolayısıyla, kim kimin çalışmasını, ne diye okuyacak veya akademik dergiler ne diye yayınlanacak veya bilimsel toplantılar niçin düzenlenecektir? Ecdad edebiyatıyla sürdürülecek anonimleştirme gayretlerinin, en nihayetinde, herkesin bindiği dalın kesilmesine yol açacağını görebilmek için, herhalde kâhin olmaya gerek yoktur… Yapılacak şey de gayet basittir: Yeni bir bilgi üretme iddiasındaki kişiler, alana ne katkı sakladıklarını açıkça belirtmelidir. Nereden neyi aldıklarını ve üzerine ne ilave ettiklerini; neyin yepyeni olduğunu açık-seçik yazmalıdır!
Düzenler ve Nağmeler Nazariyesi, tamamen bilimsel bir araştırma sonucunda, tarafımdan, kesinlikle bin bir türlü emek verilerek ortaya konulmuş; özgün katkılar, cevaplar, tespitler, görüş ve öneriler içeren bir nazariyedir. Bu teoriyi, arzu eden herkes, yapmak istediği araştırmalarda kullanabilir ve istifade edebilir. Zaten o amaçla geliştirilmiştir. Alanımıza katkı yapmak, sorunlara çözüm bulmak, müziğimizin değerli ve özgün boyutlarını ortaya çıkarmak maksadına yöneliktir. Ama… Ama akademik etik, herkesin ihtiyacıdır; herkese lazımdır. Bilim alanında anonimlik ne savunulabilir, ne de iddia edilebilir. Böyle düşünen hiç kimsenin, akademide yeri olmamalıdır… Bu, kabul edilemez. Akademide kimin ne emeği, ne katkısı varsa bu hem bilinmeli ve takdir edilmeli, hem de herkese hakkı teslim edilmeli; üretilen bilgi ve özgün katkıların adı sanı konularak, hiçbir istismara kalkışılmamalı; buna ihtiyaç duyulmamalıdır.
Bu metin, tüm akademik çevreler adına, gerçek anlamda samimi bir serzenişin ifadesidir…
Hak ve doğruluk öylesine yücedir ki onun üstüne çıkılamaz ve karşı gelinemez diyorum…
Emeğe saygı ve hakkın teslim edilmesi kutsaldır…
Emeğe saygı, insana saygıdır…