Hasibe Mazıoğlu’nun hazırladığı, Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler kitabında dikkatimi çeken ve beni çok ilgilendiren şu aşağıdaki ‘kıt’a’ bulunmaktadır (Mazıoğlu, s. 230-1):
Fâ’ilâtün/Fâ’ilâtün/ Fâ’ilâtün/Fâ’ilün
1 Ol sebebden Fârsî lafz ile çohdur nazm kim
Nazm-ı nâzük Türk lafziyle inen düşvâr olur
2 Lehce-i Türkî kabûl-i nazm ü terkîb itmeyüp
Ekser-i elfâzı nâ-merbût u nâ-hemvâr olur
3 Mende tevfîk olsa bu düşvârı âsân eylerem
Nev-bahâr olğaç tikenden berg-i gül ihzâr olur.
“Fars dili ile (yazılmış) nazmın çok olmasının sebebi, Türk diliyle ince, güzel nazm söylemek çok zor olduğudur.1 Türk dili nazma uygun olmayıp, çoğu sözleri irtibatsızdır, düzgün değildir. Tanrı bana yardım ederse, ilkbahar geldiğinde dikenden gül meydana geldiği gibi, ben de bu güçlüğü kolay hale getiririm”.
Bu şiirin daha iyi anlaşılması için bazı sözcüklerin sözlük anlamlarını aşağıya çıkardım:
düşvâr دشوار (f. s.): güç, zor. (Devellioğlu, s. 231).
nâ-merbût نامربوط (f. a. b. s): râbıtasız, mânâsız, saçmasapan. (D., s. 962).
nâ-hem-vâr ناهموار (f. b. s.): 1. düz olmayan, eğri. 2. uygunsuz. 3. uymıyan. (D., s. 954).
tevfîk توفيق (a. i. vefk’den. c. tevfîkat): 2. Allah’ın yardımına kavuşma. (D., s. 1325).
âsân آسان (f. s.): kolay. (D., s. 52).
berg-i gül : gül yaprağı (D., s. 109).
Bu kıt’a beni çok ilgilendirdi demiştim çünkü Musiki Dergisi’nde bu konuda daha önce bir yazım çıkmıştı ve orada ünlü şair Bâkî’ye bile dil uzatmıştım, bkz., Gökçen 2015. Öyle ya, Bâkî’nin büyük hâmisi Kanunî Sultan Süleyman için yazdığı mersiye Farsça bir beyitle başlar!
Sözü geçen makalede, kısa ve uzun hece kalıplarından oluşan aruz ölçüsünün, hiç uzun hecesi olmayan Türk dili için çok uygunsuz bir ölçü/vezin olduğu hakkında yazmıştım. Bu yüzden de, ‘nazım dili’ ile yazanların, uzun heceleri bulunan Arapça ve Acemce sözcüklere başvurmaya mecbur olduklarına işaret etmiştim. Osmanlıca denilen ve üç dilin karışımı bir dilin çıkması sebeplerinden birinin bu olması gerektir. Nitekim, yukardaki kıt’anın, 15 kelimelik, 1. beytinde, 8 adet Türkçe olmayan sözcük bulunmakta.
Fuzûlî, yukardaki kıt’ada, Arap ve Acem dillerine kıyasla Türk dili ile ‘nazım’ yazmanın güçlüğünden şikâyet etmektedir. Burada, herhalde aruz ölçüsü ile ‘nazım’ yazmak söz konusudur. Diğer taraftan, Fuzûlî Türk dilinde ‘nazım’ yazma güçlüğünün aruz ölçüsünden değil de, tam tersine sanki Türk dilinden geldiğini ileri sürmekte. Soruna ters yönden baktığı için de yukarda Allah’a sığınarak yapmayı düşündüğü çözümü bulamamış ve sonunda bir çıkmaza düşmüş oluyor. Ve böylece de, “bu düşvârı âsân eylerem” sözünü yerine getirememiş. Kısacası, gününün kuralları, alışkanlıkları dışına çıkamamış!
Fuzûlî’nin Türk dilinde hece ölçüsüyle şiir yazıldığını bilmemesi düşünülemez. Hiç değilse, hâmiliğine sığındığı Şah İsmail’in, Hatâî mahlası ve hece vezniyle yazdığı arı Türkçe şiirlerini okumuştur. Diğer taraftan, Fuzûlî’nin hece ölçüsü ile bir şiiri bilinmemekte.
Mazıoğlu, kitabındaki “Fuzûlî’nin hayatı” başlıklı yazısında bu kıta hakkında bir şey söylememiş. Diğer taraftan, Fuzûlî’nin Türk oluşu hakkında, Hadikatü’s-süedâ’dan alıntıladığı şu rubainin de yukardaki kıt’a ile ilintili olduğu görülüyor (Mazıoğlu, s. 7):
Ey feyz-resân-ı Arab u Türk ü Acem
Kıldın Arab’ı efsah-ı ehli-âlem
İtdün füsehây-ı Acem’i Îsî-dem
Men Türk-zebândan iltifât eyleme kem
“Ey Arab’a, Türk’e ve Acem’e feyz bağışlayan (Tanrı), Arab’ı dünya halkının en fasihi (güzel konuşan ve güzel yazan), İran fasihlerini İsâ nefesli yaptın. Dili Türkçe olan benden de yardımını eksik eyleme”.
feyz-resân فيض رسان(a. f. b. s.): feyz eriştiren, bereket ve bolluk getiren. (D., s. 316).
efsah افصح (a. s.): daha (en, pek) fasih, uzdilli. (D., 245).
fâsîh فصيح (a. s. c. : fusahâ): 1. güzel, düzgün ve açık konuşan, iyi söz söyleme kabiliyeti olan [kimse], uzdilli. (D., 301).
dem دم (f. i.): 1. Soluk, nefes. (D., 206).
zebân زبان (f. i.): 1. Dil, lisan. (D., 1411).
kem كم (f. s.): 1. az, eksik. (D., 605).
Fuzûlî, yukardaki rubai’de de, Türk dili ile, Arab ve Acem dillerindeki gibi eksik ve düzgün [= fâsîh] konuşmak/yazmak için Tanrının yardımını diliyor. Sorunun yine kullandığı aruz ölçüsünden değil de, bir defa daha Türk dilinden geldiğini söylemiş oluyor .
Şurası ilginçtir ki, bu iki şiircik Nihad Sami Banarlı’nın da dikkatini çekmiş ve “Fuzûlî’nin Duası” başlıklı yazısı, Türkçenin Sırları adlı kitabında yayımlanmış bulunuyor, bkz. Banarlı, s. 100-5. Bakınız Banarlı ne demiş:
“Bugün, bilmem, Türkiye’de Fuzûli’yi, önce hiç tanımayanlar, tanıyıp da okuyamıyanlar, nihayet okuyup anlayamayanların yanında bir de Türk şâiri saymayanlar bulunduğunu bilir misiniz? İleri sürülen sebep, bu en büyük şâirimizin, eserlerini Türk diliyle değil de Arabî ve Farisî ile yazdığı iftirâsıdır. Halbuki Fuzûlî, sadece büyük bir şâir; birçok ilim dallarında ihtisas yapmış, kudretli bir âlim ve o ölçüde büyük bir mütefekkir değildir; aynı zamanda samimî bir Türkçeci, bir Türk dili milliyetçisidir....Yine asla unutmamalıdır ki Fuzûlî bu sözleri, Türkçe’nin henüz yeter derecede işlenmediği bir çevrede ve XVI. asırda söylemiştir; Bağdat ve çevresi gibi, sokaklarında Arapça konuşulan; (devrin ilim dili Arapça olduğu için) Medreselerinde Arap diliyle ders okutulan ve bunun yanında şiir denilen şey, bir mantıku’t-tayr, yani bir kuş dili âhengindeki Fârisî ile söylenebilir inancının atmosferi kapladığı bir yerde, tam bir Türk haysiyeti ve gururu içinde söylemiştir.”
Rübâî hakkında da şunları yazmış: “Dua budur. Bu mısraları okuyanlar ilk anda Fuzûlî’nin sadece Türkçe yazmak istediğini ve bunun için Allah’tan yardım ve teveccüh dilediğini zannederler. Halbuki rubâî’nin bütün inceliği iltifât kelimesindedir. Çünkü söz sanatında iltifât, sözü en güzel, en sanatlı ve en üstün bir üslûpla kullanabilmek demektir. Böyle olunca, Fuzûlî’nin, Tanrısından dilediği büyük yardım, Türkçeyi, hatta Arapçadan ve Fârisî’den de güzel ve üstün kullanma yardımıdır.”
Banarlı’nın, Fuzûli’yi hürmetkâr ve hatta müdafaa edici bir tarzda yorumlamış ve bir eksiğini de bulamamış olduğu görülüyor. Öyle ya büyük şair Fuzûlî’ye başka türlü bakılamazdı.
Fakat biz, Fuzûlî’ye bu şekilde subjektif/öznel bir gözle bakan Banarlı’nın fikirlerine katılamıyoruz.
Burada, ‘Fuzûlî’nin ‘dua’sı değil ‘Fuzûlî’nin sorgulayışı’ bulunmaktadır. Çünkü Fuzûlî, divan şiirinin büyük bir sorununu eşi az bulunur bir açık sözlülükle dile getirip sorgulamış. Bilmiyorum böyle bir sorunu dile getiren başka bir divan şairi var mıdır?
Ta ki, Lastik Said Bey (Kemalpaşazâde Said) (1848-1921) şu ünlü mısraları söyleyene kadar:
Arabca isteyen Urban’a gitsün
Acemce isteyen İran’a gitsün
Frengî’ler Frengistân’a gitsün
Bunu fehm etmeyen câhil demektir
Ki biz Türküz bize Türkî gerektir”.
Bkz., Beyhan, 1993:173; bir de bkz., Beyhan 2008: 549-551.
İşte bu yüzdendir ki, yukarda Banarlı’nın şikâyet ettiği durum ortaya çıkmış ve Fuzûlî’nin eserleri, çok küçük bir azınlık dışında, ne yazık ki tozlu kitaplık raflarında kalmaya mahkum olmuştur. Ne yazık!
Elbette Mazıoğlu’nun Fuzûlî üzerine olan kitabı gibi eserler divan şairlerini tanıtıcı olmaya yararlı olur. Fakat bu şiirlerin, günümüz Türkçesi olan çevirilerini okumak aslını okuyup anlamanın yerine geçebilir mi?
-----
Sırası gelmişken Fuzûlî’nin bir de şu kıt’ası üzerinde duralım.
Fe’ilâtün/Mefâ’ilün/Fe’ilün
1 İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Arzû-yı muhâl imiş ancak
2 Işk imiş her ne var âlemde
İlm bir kîl ü kâl imiş ancak
“İlm kazanarak yüksek mevki elde etmek ancak olmayacak bir arzu imiş. Âlemde her ne varsa aşk imiş; ilim, sadece kuru lâftan (denildi dedi) ibaretmiş.” (Mazıoğlu, s. 232).
Fuzûlî’nin bilim için (kîl ü kâl) demesini yadırgadığımızı söyleyelim.
Notlar:
1. Düşük cümle; şöyle denilmeliydi: “Türk diliyle ince, güzel nazm söylemenin çok zor olmasındandır” veya “Türk diliyle ince, güzel nazm söylemek çok zor olduğu içindir”.
Kaynakça:
Banarlı, Nihad Sâmi, Türkçenin Sırları, İstanbul: Kubbealtı Neşriyâtı, 1974., 13. baskı. (Çevrimiçinde pdf olarak görülmekte).
Beyhan, Mehmed Ali, « Bir II. Abdülhamid devri aydını’nın profili : Lastik Said Bey », Osmanlı Araştırmaları XII, 1993. (Çevrimiçinde pdf olarak görülmekte)
Beyhan, Mehmed Ali, « Said Bey, Lastik », Diyanet İslâm Ansiklopedisi, 2008, cilt 35, s. 549-551 (Çevrimiçinde pdf olarak görülmekte)
Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara, 1970.
Gökçen, İlhami, “Türk Edebiyatında Aruz tutkusu ve pahası (veya belâsı)”, Musiki Dergisi, 22 Eylul 2015”.
Mazıoğlu, Hasibe (Haz.), Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 100 Temel Eser Dizisi: 122, 1986. (Çevrimiçinde pdf olarak görülmekte).