Alman yönetmen ve oyuncu Carl Ebert, Atatürk'ün isteği üzerine Ankara'da, çağdaş sahne sanatlarımızın çekirdeği olacak olan tatbikat sahnesini kurduğunda, ilerde bu sahnenin Devlet Tiyatrosu ve Devlet Opera ve Balesi tüzel kişiliğine kavuşacak olmasını da öngörmüştü kuşkusuz. Bu nedenle sahnelerimizin korunması ve yaşatılması için kuşkusuz bir takım tavsiyelerde bulunmuştu. Bu tavsiyelerin en önemlisi "asla ve asla mesleğinizden ödün vermeyin" tavsiyesiydi.
Ancak ilerleyen süreç içinde, önce Atatürk'ün 1938'de vefatı, daha sonra 1950'de CHP'nin bir daha gelememek üzere iktidarı kaybetmesi sonucu, sahne sanatlarımızın kurumlarının, kuruluş ilkelerin sulandırıldıkça sulandırıldı.
Hatta bu sulandırma öyle bir boyuta geldi ki Devlet Tiyatrosu'nda ve Devlet Opera ve Balesi'nde en uzun süreli genel müdürlük yapan Cüneyt Gökçer, özellikle tiyatro sanatımızı kişiselleştirme yol gitmekte bir beis görmemişti.
1949'dan bu yana sahne sanatlarımızın temelini oluşturan oyunculuk mesleği, oyun yazarlığı, dramaturgluk, rejisörlük gibi müesseseler, aslında tatbikat sahnesinden gelen ilkeleri de ardına alarak ve hep tekamül ederek kurumsallığını sürdürmüştür. Aslında bu süreç dünya standartlarına bakıldığında oldukça kısa bir süreçti ve geldiği çağdaş düzey açısından dünyada örnek gösterilmesi gereken bir durumdur.
Siyasi iktidarın yaklaşık 10 yıldır planladığı kültür eylem paketi artık önümüze gelmek üzeredir ve sızan bilgilere göre dağ fare doğurmuştur. Henüz resmi olarak açıklanmamış olan yeni düzenlemede kurumların içi boşaltılarak işlevsiz hale getirilmek amaçlandığı ortadadır. Yıllardır denenen ve kısaca "figüran tiyatrosu" denilen uygulamayla, kurumlara hakim "ben işime bakar prodüksiyonumu yaparım" zihniyetine yıllardır anlatmak istediğimiz tehlikenin boyutu artık somut olarak ortadadır.
Liyakat, bilgi, birikim, deneyim, yetenek, yüksek tahsil gibi değerlerin sanat kurumlarından kapı dışarı edilerek, kurum sahneleri tamamen "piyasa şartlarının" emrine açılacaktır. Daha açık bir ifadeyle, proje hazırlamak, onaylatmak, hayata geçirmek ve sahneye koymak süreci artık estetik ve sanat kuralları değerlerinin gerektirdiği koşullara bağlanmayacağından, sanatçının her an hazır olma sorunu da ortadan kalkacaktır.
O zaman sanat icra eden "sanatçılık" mesleği neden tercih edilsin ki? Yetenekli kişiler neden hayatlarını geleceği olmayan bir mesleğe adasınlar ki?
Mesleklerin sürekliliği açısından opera ve bale de bu durum daha vahim bir boyuta ulaşacaktır.
Sonuç olarak:
Siyasi iktidarın "kültür sanat devrimi" olarak nitelediği ancak göründüğü kadarıyla "dağ fare doğurdu" özdeyişini bize söyleten yeni kültür ve sanat paketi, Devlet Tiyatrosu ve Devlet Opera ve Balesi kuruluş tüzüklerini yasa emri olmasına rağmen, sadece kendi kişisel Makyavelist tutumlarını güçlendirmek için, kendi kolonilerini ve kurumlar içindeki güç odaklarını oluşturmak için çıkarmayan (Muhsin Ertuğrul, Turgut Özakman, Ergin Orbey ve Yücel Erten dışında) tüm genel müdürler bu gelinen yıkım sürecinden ve yıkımdan sorumludurlar.
Eserleriyle övünebilirler. (1)
_____________________________________________
(1) Müfit Semih Baylan "Dağ Fare Doğurdu" www.mavi-nota.com, 18.04.2016
http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=5577