Fazıl Say'ın "Batı ve Doğu Müziklerinin Dost Olması" başlıklı yeni yazısı beni birçok açıdan heyecanlandırdı. Dost olmanın ve barışık kalarak eleştirmenin önemini anlamış olması sevindirici kendisi açısından. Son dönemde uzattığı "dost" eli ile barışa yaklaşan ve dostluk kavramını öne çıkarmaya başlayan Fazıl Say'ın şahsı değil burada önemli olan. Kamuoyunu yanlış ve eksik değerlendirmeler ile bilgilendirmek ve o dostluk iddiasını bu hatalı müzik teorik bilgiler üzerine oturtmak esas sorun. Bu dostluk eli öyle heyecanla, alelacele uzatılmaya başladı ki, okuduklarımız; iyi tasarlanmamış, müzik teorik açıdan analizden azade aşırı genellemelerle dolu, sevgi kelebeklerini her yerinde görebildiğimiz, müziğin evrenselliği ve yüceliği klişeleri üzerine dayanan, kişisel gelişim yazıları haline dönüşmeye başladı.
1. Öncelikle müzikler düşman ya da dost olamazlar. İdeoloji ve tarihin belirlediği sınırlar ve vakalar çerçevesinde yaşananlara bakmak gerekir. Durumu "öpüşüp barışın, siz kardeşsiniz" seviyesine indirgemeye gerek yok. Basitleştiriyor.
2. Yıllarca Halk Müziğimize (Aşık Veysel, Alevi kültürü ve müziği) yakınlık duyduğunu gördüğümüz, öyle tanıdığımız Fazıl Say artık Türk Sanat Musikisi'ne terfi etmiş görünüyor. Yöresel halk müziğimizi TSM kadar zengin ve değişik bulmadığını ifade eden Say bu noktada "karşılaştırma yapma ve birini diğerinin önüne ya da arkasına yerleştirme, sıraya koyma" gibi pozitivist, materyalist tavrına devam ediyor aslında. THM'deki tavır ve ağız zenginlikleri öyle derindir ki, iki komşu köyde bile değiştiğini görebilirsiniz. Kimileri bunu bir dağınıklık olarak görüp standartlaştırmaya çalışsa da bu taş gibi zenginliktir ve Say'ın iddia ettiği gibi THM, TSM'e göre daha fakir bir müzik değildir. Bu, meseleye bakışınızla yani düşünme paradigmanızla ilgilidir. Bir defa, THM ve TSM arasında zenginlik, derinlik vs tartışması müzik teorik açıdan intersubjektif bir hatadır. Çünkü birindeki özellik diğerinde aranmayabilir. Sosyal bilimde kültür analiz edildiğinde sonuçlar, o kültürü/kültürleri diğerine göre daha zengin, gelişmiş, ileride vs sıfatlar üzerinden sınıflamaz. Müzikal analiz müziği anlamak içindir, müziğe değer biçmek ve sıralamak kimsenin haddi olamaz.
3. Anadolu'daki bölge isimlerini taşıyan Yunan modları, makamlarımız, ayak sistemleri ve batının tonal müziği arasındaki analojiler, kurgu ve çizgisellik öyle ayak üzeri yapılmış ve hamaset kokuyor ki... Ionian modu bizde rast makamına dönüşürken batıda majöre dönüşmüş, yani kökü aynı. Bu yaklaşım yeni değildir. Arel-Ezgi perde sisteminde bize ait mikrotonal perdelerin olmaması, Sefai Acay'ın piyanoda makam öğretmeye kalkması gibi bir takım geleneğin otantikliğine karşı yürütülen dejeneratif hareketler hep bu düşüncenin diğer örnekleridir. Yani "aynı tarihsel/teorik köke ait bu ses dizileri aslında aynı şeydir, farklılıklara ne gerek var, standartlaştırmak gerek, zaten bu haliyle çokseslilik de olmuyor, olmadı geleneği değiştirelim" tarzı Hindemith kökenli kültür emperyalizmine ait propagandanın günümüzdeki artçılarıdır Say'ın bu değerlendirmeleri.
4. "Ney ve kudüm zaten tek sesli müzik değildir, akustik de değildir" cümlesinde ne denmek istendiği çok güç anlaşılıyor. Ney ve kudüm birlikteliği nasıl olup da çoksesli olabildi? Akustik ile ilgisi nedir? Sanırım akustik ortamda doğuşkanların tınlaması üzerinden doğan bir çok seslilik iması var burada. E tabi çok seslilik buysa eğer. Böyleyse, "zaten tekseslilik diye birşey de yoktur, her ses doğuşkanları ile doğal bir çoksesliliğe sahiptir" diyerek, üstü kapalı bir çokseslilik övgüsü ve "ondan kaçamazsınız, eninde sonunda çoksesliliğe varacaksınız" iması da gelir peşi sıra. Bunun ardından teksesliliğe de bir iki övgü yaparak dost eli uzatılır.
5. "Klasik" olana sığınma içgüdüsü ile Fazıl Say toplumu Itri ve Mozart arasına sıkıştırıyor ve bu isimlerin temsil ettiği değer ve kültür dışındaki ara tür/formları ve insanlığa ait diğer söylem, estetik ve değerleri yok sayarak benzeri Kıta Avrupa'sında bile kalmamış post-mortem bir Adornist tutum takınıyor. Hatta çoğu zaman Adorno'dan fazla Adorno'cu. Kültürel çalışmalarda önemli bir kuramsal zemin sunan Adorno böylelikle basit, sakil bir popüler kültür eleştirisi dayanağına dönüştürülüyor. Yani Say, temel aldığı dayanağı da dejenere ediyor. Ayrıca bir Fazıl Say klasiği olarak kırmızı çizgisi arabeske sataşma "idefix"inden vazgeçmeyip elitizmini tazelemeye devam ediyor. Elbette halka da, gerçek değerlerini bilmek vs. üzerinden akıl vermeyi ihmal etmiyor. Ha bu arada, arabesk müzik çoktan yok oldu, değişti, ve dönüştü. Sayın Say'a sakin olmasını tavsiye ederim. Öyle bir düşmanı (?) yok, kalmadı. Keza biz daha 90'larda biliyorduk böyle olacağını. Arabesk kentleşti, kent de biraz arabeskleşti. Olan budur, buna da sosyoloji denir.