Neoklasik Dönemin İkinci Yarısında (Postromantik Çağda) Türk Klasik Musikisinde Bir (Neo)Rokoko Üstadı: Tanburi Bestekâr Dürrü Turan… Şelâle Turan
Yaşadığı dönem: 1885-1961
Doğduğu yaşadığı yer: (Eski İstanbul) Fatih, Beylerbeyi, Yalıköy, Bebek, Bomonti
Musiki Şeceresi: Baba tarafından tanburi ve kemani Sadık Ağa’ya (büzürg makamını terkip eden), anne tarafından büyük dayısı Ahmet Dürri Bey’e musiki bağlarıyla mensuptur. Ahmet Dürri Bey sarayın musiki hocası olup Pertevniyal Valide Sultan’ın baş danışmanıdır, İsmail Dede Efendi’nin kızı Fatma ile evlidir.
Musikiye olan yakınlığı: Dayısı olan din adamlarından Esad Bey’in evinde yapılan musiki toplantılarında klasik fasılları dinleyerek önemli bir musiki alt yapısı oluşturmuştur. Sesinin güzelliği mahalle mektebindeyken fark edilmiş, hemen ilahici başı yapılmıştır.
İlk musiki dersleri: 1902’de (17 yaşlarında iken) Rüştiye’ye devam ederken Beylerbeyi’ndeki akrabası ressam ve müzisyen Dr. Hikmet Bey’den musiki eserleri çalışmış, buraya sık sık gelen Enderunlu Ali Bey’den musiki dersleri alarak bilgisini genişletmiştir.
Musiki çalışmalarında ileriki dönemler, tanıştığı önemli müzik adamları ve fark edilmesi:
Rüştiye ikinci sınıftayken bestekâr Hacı Arif Bey’in değerli talebelerinden Servet Bey’le tanışma olanağı bulmuş, Servet Bey ise Dürrü Turan’da gördüğü musiki kabiliyetini beğenerek 18 sene içinde 600’den fazla eser meşk etmiştir.
Dürrü Bey aynı zamanda en fazla musiki eseri bilen, repertuarı en geniş bir müzik adamı olarak da bilinmektedir. Hacı Arif Bey’in eserlerini ilk bilen ve en doğru yorumlayan tek şahsiyettir. Bu açıdan yetiştirdiği talebelere de önemli bir ışık tutmuştur.
Tanbur ekolünde başlangıcı, gittiği yol ve kendi tanbur üslubu:
1905’te Darülfünun Edebiyat Fakültesi’ndeyken Midillili Tanburi Ali Efendi’nin oğlu olan Aziz Mahmut Bey’in öğrencilerinden Tanburi Kenan Bey’le karşılaşmış ve böylece 20 yaşlarındayken tanburla tanışmıştır. Hemen derslere başlayarak bu tanbur tarzı ve tavrını başarıyla kendi yapısından özdeşleştirmiş ve geliştirmiştir. Gitgide güzel ve özel bir seslendirme üslubuyla hemen kendini fark ettirmiştir (Dürrü Bey her zaman ufkunu genişleten daima öğrenmeyi seven bir yapıdaydı).
Bu arada Beykoz Yalıköy’de ikamet ederken Tanburi Tahsin Bey’in tanıştırdığı Tanburi Cemil Bey’den uzun süre faydalı dersler almayı ihmal etmemiştir.
Bütün bu çalışmaların sonunda Dürrü Turan Bey’de kendi kişiliğiyle bütünleşen bir tanbur tarzı ve tavrı oluşmuştur.
Şöyle ki; sol elde bir çeviklik-çabukluk (ajilite kolaylığı), parlak notalar, berrak tını... Sağ elde ise çok darplı, sert tavırlı mızrabın içinde çeşitli renklerle dolu varyasyon zenginliğinin hakim olduğu bir üslup; bu arada tanburun göğsüne de şık ve renkli bir tonlamayla, edalı bir tavırla vurarak tanburunu konuştururdu... Sağ elde bu kadar teferruat varken sol elinin de son derece başarılı olması takdirlere şayandı... Sert tavırlı mızrabını ise son derece esnek bir şekilde dillendirirdi, şakıyan mızraptı adeta... Mızrabında kendine münhasır müzikal anlamda aksanlar mevcuttu. Bu konuda tamamen kendine has bir tanbur tavrı ve tarzı içindeydi. Ders aldığı üstatların hepsinden faydalandığı ancak tamamen nevi şahsına münhasır bir müzik adamı olduğu anlaşılıyordu (Klasik Türk musikisinde sazendelerin tarzı-tavrı, kendi öz yapılarıyla bütünleşmiştir, bu sayede enstrümanlarını icra ederken dinleyenler kolaylıkla sanatçıyı hemen tanıyabilmektedirler).
Dürrü Turan Bey’in tanburdaki tonlamaları, yorumları, tanbur taksimleri hemen anlaşılırdı. Bu sebepten zamanının aranılan, tercih edilen yıldız tanburilerindendi... Tarzı Tanburi İsak’tan da Tanburi Cemil’den de farklıydı, hemen ayırt ediliyordu.
Tanburi Ali Efendi’nin klasik çizgisine sıkı sıkı bağlıyken sadeliğini muhafaza etmiş, bunun içerisinde bir ajilite ve mızrap renkliliğini bütün vuruşlarında ortaya koymuştur. Bir önemli tarafı ise hiçbir zaman “tremolo mızrap” icra etmemesidir. Otantik tavrını bozmadan, çok renkli ve parlak kaliteli triller meydana getirmiştir. “Es”ler geldiği zaman tanburunu tamamen susturmaz, üst tellerle renkli bir armonizasyon ahengi oluştururdu.
Dürrü Turan’ın tanburu, tanbura has bir nitelikteydi, zaten başka çalgıları pek fazla karıştırmamış, kendi tanburuna âşık ve sadık kalmıştır. Ancak diğer sazların tekniklerini de iyi bilirdi, öğrencilerine bilgiler verirdi.
Karakter yapısı ve kişiliği:
Dürrü Turan Bey renkli kişiliğiyle her zaman aranılan, sevilen, unutulmayan bir insandı... Tanburuna olan sevgisi, saygısı, işindeki ciddiyeti, müzikteki hassas yapısı onu tanbur hocalığı esnasında sinirli ve aksi yapabiliyordu, arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde ise etrafına neşe saçan, şakacı, nüktedan bir müzik adamıydı. Hatta anlattığı fıkraları kendi yazıyordu. Her konuda bilgin bir insandı, çocuklarına olduğu kadar torunlarına da her konuda yardımcı oluyordu.
Müzik öğrencilerinden başarılı olanlarına derslerini devam ettiriyor, başarılı olmayanlara ikinci dersten sonra öğretimi kesiyordu. İyi öğrencilerini sonuna kadar takdir ediyor, onları mükâfatlandırıp bazısına kendi yaptığı tanburunu hediye ediyor; bazısına kendi mızrabı, tanbur teli gibi kıymetli hediyeler veriyordu. Aynı tutumu yetiştirdiği ses sanatçılarına da gösteriyordu.
Bunların yanında son derece duygusal ve zarif bir yapısı vardı. Radyo sınavlarında jüri üyeliği yaparken, başarılı birkaç ses sanatçısını dinlerken gözlerinden yaşlar geldiği, duygularını hemen ifade ettiği bilinmektedir. Sıcakkanlı, sempatik bir insansı. Sinirli olduğu kadar son derece iyi kalpli, müşfik bir müzik adamıydı.
Eşini genç yaşlarda kaybetse de ailesini hiçbir zaman ihmal etmemiş, çocuklarını titizlikle yetiştirmiştir.
Dürrü Turan Bey’in renkli ve kimseye benzemeyen şahsiyeti, yarattığı müzik eserlerinde de belli olmaktadır. O hiçbir besteciden ve hiçbir sazendeden etkilenmemiş, yaşadığı çağda kendi tarzı ve tavırlarıyla diğer bestecilerden ve sazendelerden ayrılmıştır. Tanburda Midillili Ali Efendi’nin yolunda yürümüş, ancak aynı çizgide çok farklı renkler getirirken bu tavrı ve tarzı saz eserlerinde istediği kendi tanbur tavrı ve tarzında sabitleştirmiş; sözlü eserlerinde de Hacı Arif Bey’in yolunda yürümüş, ancak yaşadığı ileri romantik döneme uzanan hayatında bu eserlerini de kendi tavrı ve tarzına uygun yapıtlar halinde göstermiştir.
Dürrü Turan’ın Bestekârlık Yönü:
İlk eserini 24 yaşlarındayken 1909 yılında bestelemiştir. Koro için yazdığı bu eser bir ilahi niteliğinde olup güftesi, şair Cevat Ulunay’a ait olan “En büyük lütfun muhabbettir muhabbet” adlı şiirdir.
Dürrü Bey tanburuyla ünlenirken bestekârlığındaki başarıyla da özel bir yer almaya başlıyordu. 1946’da Mustafa Rona tarafından hazırlanıp yayımlanan “50 Yıllık Türk Musikisi Ansiklopedisi” içinde yazar, Dürrü Turan’ın bestekârlığıyla ilgili şunları yazıyor: “Dürrü Turan Bey’in bestekârlık sahasındaki muvaffakiyeti de kendisini bilenler ve tanıyanlar tarafından teslim edilmiş bir hakikattir.”
O dönemde yazar Cevat Ulunay’ın kaleminden Milliyet gazetesinde pek çok olumlu eleştiri yazıları çıkmış, pek çok takdirler, beğeniler toplamıştır.
Dürrü Turan Bey bugün tekrar ele alındığında, neoklasik çağdan ileri romantik dönemlere kadar uzanan zaman dilimi içerisinde, dünyada bu çağı başarıyla temsil eden ilk ve tek tanburi-bestekâr olarak Türk klasik musikisi dünyasında çok önemli bir yere sahiptir.
Dürrü Turan’ın klasik Türk musikisi dünyasında yeri ve önemi:
Tanburi olarak, Midillili Tanburi Ali Efendi’nin klasik tanbur üslubunu hem devam ettirmiş, hem 20. yüzyılın ortalarına kadar yaşatarak kendi çağının müzik özellikleri içinde donatmış, özellikle tanbur için bestelediği saz eserlerinde kendi tarzı ve tavrını karakteristik bir şekilde vurgulamıştır. Çok önemli bir tanbur repertuarı arz etmiş, Türk musikisi klasiklerinde önemli bir yer teşkil etmiştir.
Bestelediği eserler çağının özelliklerini taşıdığından, icra edilmesi son derece zordur. Kendisi de bu yüzden yorumlar, tarzlar, tavırlar konusunda son derece titiz olup eserlerini bizzat kendisi dinlemeden ve çalıştırmadan hiçbir sanatçıya vermezdi.
Melodik yapıda akıcılık dantel kadar girift ve zarif bir şekilde (ufak ve sık dokunmuş notalarla) seyreden son derece titiz bir tezyinatla bezenmiş rokoko nağmeleri, makamdan makama ustalıkla geçen çok sanatlı üslubu, nota görselliğinde dahi, hemen fark edilir. Bu kadar ince müzik yapıtı tabii ki hemen icra edilebilir özelliğe sahip değildir; yorumlayan sanatçının da engin bir musiki altyapısına sahip olması gerekir. Bundan dolayı Dürrü Turan Bey’in eserleri nadir icra edilen eserler arasındadır.
Sözlü eserlerdeki bestekârlığı ise bestekâr Hacı Arif Bey’in ekolünün en önde gelen ve bu tarzı, tavrı en iyi bilen ilk tanburi olmasından ileri gelir.
Saz eserlerindeki özellikleri şarkılarında da görülür. Hacı Arif Bey ekolünün devamı olarak dantel gibi girift ve zengin melodiyle incelikle işlenmiş, farklı ritim anlayışıyla süslenmiş, donatılmış ince kıvrımlarla dolu sözlü eserleri aynı zamanda titiz bir prozodi anlayışıyla tamamlanmıştır.
Bütün bu özellikleriyle üstat, neoklasik dönemde bir rokoko mimarı olduğunu Türk klasik musikisi dünyasında en güzel şekilde göstermektedir. Dürrü Turan, dünya neoklasik müziğinin Türkiye temsilcisidir. Bu unutulmamalıdır.
Bütün bunların yanında, Cumhuriyet döneminde, 1926 yılında 42 yaşlarındayken, Anadolu gezilerine çıkan Darülelhan heyetine katılmış, Adana, Antep, Urfa, Niğde, Kayseri ve Sivas’tan derlemeler yapmıştır. Dürrü Turan Bey bu seyahatin sonunda dönemin ünlü ses sanatçılarına tanburuyla eşlik edip bu derlemelerin taş plaklarda sabitleşmesini sağlamıştır. Bunlar aslına uygun olarak kaydedilmiş, bu konuda titizlik gösterilmiştir.
Türkçe ezan konusunda ise yine ilk çalışmaları yapmış, dört makamda (dügah, bayati, hicaz, rast) beş vakit çağrılarda bütün camilerde ve yurdun her yerinde okunmuştur. Pek çok bestecinin yaptığı ezan besteleri kabul edilmemiş, Dürrü Turan Bey’in ezanları Diyanet’ten onay alıp resmi ezan olarak kabul edilmiştir. Arkadaşı olan müzik adamı, hafız ve bestekâr Sadettin Kaynak 1932’de ilk olarak güzel sesiyle bu ezanları seslendirmiştir.
Dürrü Turan Bey’in son derece dinine saygılı bir yapısı vardı, hiçbir zaman din üzerinden ticaret yapılmasını (gösteriler, plak kayıtları vb.) olumlu karşılamazdı. Buna paralel olarak hicaz makamında bestelediği Türkçe ezanı Sadettin Kaynak tarafından taş plaklara seslendirilmiş ancak Dürrü Turan olarak bu ezan bestesine ismini ifşa etmemiştir. Hatta şöyle bir ifadesi vardır: “Plağa okunan bütün dini eserler, sonu hane ile biten her uygunsuz yerde duyulup dinlenebileceğinden icrası caiz değildir” dediği medya kayıtlarında sabittir. Kendisini tanıyanlar, takip edenler tarafından bilinmektedir.
Türkçe ezanlar Atatürk’ün inkılâp hareketleri içerisinde yer almış, orijinal dil Arapça olmasına rağmen “ezanı okuyan kişi rahat ve duyarak söylesin, dinleyen de ne söylendiğini kolaylıkla anlasın” düşüncesiyle yapılmıştı... Ezanın Türkçe ya da Arapça olmasından ziyade güzel okunması, yani sedası çok önemliydi... Maalesef bugün genelde ezanlar kötü okunuyor. Ezan daima güzel seslendirilmelidir.
O dönemde (1932-1950 yılları arasında) bu ezanlar sevilerek ve ilgiyle dinlenmiştir. Dürrü Bey bu yüzden Demokrat Parti döneminde baskıya uğramış, eserleri icra edilmemiş, programlara çıkarılmamış, zorluklar yaşamıştır.
Halbuki 1927’de ilk kurulan radyo istasyonlarında misafir sanatçı olarak davet edilmiş, ilk açılan imtihanlarda jüri üyesi olarak bulunmuştur (bu dönemde Tülun Korman, Perihan Altındağ Sözeri, Ali Şenozan gibi ses sanatçıları onun onayını almışlardı). Bugün o dönemlerden Dürrü Turan Bey’in misafir tanburi olarak yer aldığı pek çok emisyon kayıtları TRT arşivinde bulunmaktadır.
Bütün bu olaylardan sonra Dürrü Bey’in kronik rahatsızlıkları artmış, 1961’de 16 Haziran’da hayata gözlerini yummuş, kendisini sevenleri derin üzüntülere boğmuştur. Kıymetli naaşı Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülüdür.
Dürrü Bey 3 çocuk ve 8 tane torun sahibiydi. Eşi Fatma Zehra Hanım’ı genç yaşta kaybetmiş, çocuklarını özenle, şefkatle büyüterek yetiştirmiş.
Ölümünden sonra geriye kalan yazılar, yapıtlar:
Ünlü yazar Cevat Ulunay, Dürrü Turan Bey’in vefatından hemen sonra Milliyet gazetesindeki köşesinde son olarak şunları yazmıştır:
“Türk musikisi Dürrü Turan’ın vefatıyla çok büyük bir kayba uğramış, tamir edilemeyecek kadar derin yaralar almıştır.”
Bugün bu görüşün ne kadar ileri bir düşünce olduğunu görmekteyiz.
Dürrü Turan Bey’in tanbur öğrencileri, günümüze gelen eserleri, yapıtları:
Yaşadığı dönemdeki tanbur meraklılarını ve günümüze uzanan tanbur kuşağını yetiştirenleri etkilemiş, bizzat kendisini dinleyenleri peşinden sürüklemiştir. Pek çok öğrencisi de olmuştur. Bugün tanbur icraatında hem Tanburi Cemil hem Dürrü Turan üslubunun izleri fark edilebilir.
Maalesef musiki dünyasında kadir kıymet bilmeme, çağa ışık tutan üstatları görmezlikten gelme ya da faydalandığını belli etmeden sanki kendi üslubuymuş gibi gösterme, tarihin önemli şahsiyetlerinin pırıltılarını söndürüp karanlıklara gömülmelerine neden olmuştur.
Her şeye rağmen Dürrü Turan tavrı ve tarzına en uygun tanburi o dönemlerde var olmamıştır.
Bugün üstat tanburi Dürrü Turan için yapılan albümler:
Dürrü Turan Bey’in müzisyen olan torunu Şelâle Turan (Dürrü Bey’in oğlu olan çok başarılı amatör tanburi Münir Bey’in kızı), 2010 yılından bu yana üstadın eserlerinin, onun tarzı ve tavrına en uygun olan, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı tanbur hocası öğretim üyesi tanburi Gökhan Filizman tarafından solo olarak seslendirilmesini sağlayıp iki full albüm satışa sunulmuştur. Bu albümler kendi prodüktörlüğünde ve Ahenk Müzik firması yapımcılığında gerçekleşmiştir.
- Tanburi bestekâr Dürrü Turan’ın saz eserleri “Tanburi Gökhan Filizman’dan” adıyla ve 27 tane saz eseri ihtiva etmektedir.
- “Işık & Gölge” Dürrü Turan’dan Nağme-i Nakışlar albümü Şelâle Turan tarafından tanbur ve gitar düetleri şeklinde düzenlenmiş 29 tane saz eserinde son iki eser ney ve kanunla, diğer eserlerde solist tanbur olarak yine Gökhan Filizman, klasik gitarda ise eşlik olarak Şelâle Turan yer almıştır.
Şelâle Turan diğer CD yapıtlarını önümüzdeki senelerde dinleyicilerinin beğenisine sunmak için hazırlamaktadır.