Kültürel elitizm özellikle de müzikteki yansımaları hakkında yazıları olan bir akademisyen olarak başlıca derdim mevcut çatışma(lar) ortamının bir besini olarak kültürel ikiliklerin sonlanmasıdır. Ancak bunun beyhude bir niyet olduğunun da farkındayım, çünkü çatışma en az iki tarafça yürütülen, esasen kaybeden tarafın olmadığı, herkesin kendi kitlesinin alkış ve türlü desteğini bolca aldığı bir (yeni) kapitalist sistemdir. Bu yeni kapitalist sistemde biriktirilen sadece doğrudan para değil, gün olup paraya dönüşecek olan imajlar, sosyal medya desteği ve reytingdir. Dolayısıyla kültürel sermaye de bir yatırım şekli olarak düşünülebilir.
Bourdieu'nun kültürel sermayesindeki kültür olgusu kapitalizm içinde sadece saf bir "kültür" olarak kalmamış ekonomik sermayenin bir ürünü haline gelmiş durumdadır. Örneğin rokfor peyniri, kebap, klasik müzik vb. Çünkü bunlar sadece bir kültür ürünü değil bir endüstrinin küresel ürünleridir artık. Ancak, kültür ve sanatın hiyerarşik kültürel ikiliklere hapsedilmesinin alabildiğince ahmakça, hatta kötü niyetli bir tutum olduğunu belirtmekte fayda var. Kültürel elitizmin uzunca süredir sembolik hatta yer yer açık şiddet alanı elbette popüler kültür ve popüler olan her şeydir. Elitizmin yüksek idealler, fikirler, estetik şeyler, derin fikirler ve yücelikler gibi belirsiz ancak sahiplendiği (kapattığı) şeyler dışında kaldığını düşündüğü her şey sembolik şiddete maruz kalmaya adaydır. Bu şiddet dürtüsü her ne kadar evrensel, estetik, ileri, gelişmiş, yüce vb. şeylerin uğrunda yapılıyormuş gibi sunulsa da temelde bir takım talihsizlikler ve haksızlıklar (?) sonucu kaybedilmiş kültürel ve ekonomik sermayenin/iktidarın geri alınmasına yönelik tahayyülün tezahürleridir. Mesele eldeki kültürel sermayenin ekonomik sermayeye dönüşme olasılığının zayıflamasına ve el/içerik değiştirmesine verilen gömük "kapitalist" reflekstir. Bu sembolik şiddetin baştan sona eril bir mantıkla idare edildiği de açıktır. TV reklamlarında bulaşıkların kadınlarca yıkanması, erkeğin eve geldiğinde nefis bir yemek masası ve makyajlı bir ev hanımınca karşılanması, Magnum yiyen ya da traş olmuş adama dayanamayan kadın gibi sahneler kadına yönelik sembolik şiddetin örnekleridir.
Müziğe geldiğimizde de durum aynıdır. Yüksek, iyi, gelişmiş, ileri ve evrensel (?) müziğin savunucuları hep erkektir. Y(T)aptıkları müziğin kibar, naif ve zarif imajının ardında kendi idealleri dışındaki müziklere ve müzisyenlere sembolik şiddetin türlüsünü hatta açığını uygulamaktan çekinmeyen elitist müzikçilerin en önemli özelliklerinden biri de esasen karşı oldukları dini cemaatlerdeki sosyolojik ilişkilerde olduğu gibi müritlerince uçuruluyor olmalarıdır.
Sembolik ya da açık şiddet, çevre desteği (gazı) ve sözüm ona muhalif kimlik üzerinden çatışma ortamından nemalanma gibi özellikleriyle çatışıyor göründükleri kitlenin sosyo-psikolojik özelliklerinden pek farkı olmayan kültürel elitistlerin bizdeki serüveni benzersiz olup başlı başına bir çalışmayı hak etmektedir.
Değişen dünyaya ayak uyduran ve bir şekilde hayatta kalan, hatta eskiye kıyasla insanlarla çok daha güçlü ve sıkı şekilde ilişki kurmayı beceren müziğin bu yaşam refleksi (ya da insanların her şeye rağmen kendilerine göre bir müzik üretmeleri ki, J. Blacking'in "humanly organized sounds" tanımına uygundur) kültürel elitistler açısından bir "yozlaşmadır"...
Kısacası eril tahakkümün ister popüler kültür isterse de yüksek kültür kanadında kapatmaya çalıştığı, başkalaşmasına izin vermediği, yolunu çizdiğinde yozlaşmakla itham ettiği kader ortaklarıdır müzik ve kadın...
Şimdilik bu kadar diyorum, sevgiler.