Şu Korona günlerinde uslu durayım diyorum ama olmuyor.
Sanat kurumlarımızda uzun yıllara dayanan yöneticilik deneyimi olan Hüseyin Akbulut’un 31.03.2020 tarihli Bakanlığımız, Orkestralarımız, Sanat Kurumlarımız başlıklı yazısı (1) genel olarak Devlet Senfoni Orkestralarındaki yönetici seçim ve atama süreçlerine siyasi erkin müdahalesine ve bunun eleştirisine odaklı. Kaleme aldığım yazıda bu konuya girmiyorum esasen. Beni daha çok ilgilendiren husus kültür, sanat ve politika ilişkisi hakkında satır aralarına serpiştirilmiş genel geçer, hatta bilimsel uzlaşı içeriyormuş kesinliği içeren ifadeler. Yani Akbulut’un orkestralara yapılan müdahale iddialarını desteklemek ya da eleştirmek değil ana hedefim, sadece teorik. Akbulut’un bu ifadelerine yönelik itiraz ve eleştirilerim her ne kadar yazının ana temasından uzak meseleler gibi görünse de nihayetinde esasa dair itirazları ve farklı açılardan tartışma olanaklarını doğurabilecek bir içeriğe de sahip. Sadece son sözü şimdilik kendime saklıyorum. Onu da ileride ayrı bir yazıda işlemek için elbette. Zira Zizek’ten yapacağım alıntının doğurganlığını ve üzerimde yarattığı kışkırtıcılığı zar zor dizginleyerek şimdilik sadece bir argüman olarak kullandım.
Yazımız Akbulut’un aynen alıntılanmış ifadeleri ve onlara yönelik görüşlerimi içerek şekilde yapılandırılmıştır.
“Sanat ile partisel siyasetin işleyişi bağdaşmaz iki alandır”
Hayır. Özellikle batı müzik tarihi neredeyse Avrupa'nın politik tarihidir. Kilise, aristokrasi, burjuvazi, milliyetçilik, ulus devletler derken müzik ve politika ilişkisi hep güçlü olmuştur. Rusya'da Komünist Besteciler Birliği ya da bizim müzik devrimimizin tamamı müzik, politika ve ideoloji ilişkisinin en somut örnekleridir.
“Sanat evrenseldir, diller, dinler ötesidir, kapsayıcı ve birleştiricidir, bu yapısıyla bütün toplumu, tüm insanlığı kucaklar”
Hayır. O bahsedilen sanat, koloniyal ve post-koloniyal süreçlerin yayılmacı ve hegemonik kültür emperyalizminin domine edeceği kültürlere çektiği süslü bir reklamdır. Sanat her zaman birleştirici değildir, olması da gerekmez. Hatta kimlikleri temsil yeteneği bakımından farklılıkları tesis eder. Benzer bir ifadeyi aynı sitede yazılarını okuduğumuz sosyolog Ali Ergür’ün 01.04.2020 tarihli yazısında da görüyoruz: …zira müzik, yeryüzünde ayrıştırıcı olmayan tek dildir (2). Sanatın birleştirici ve evrensel olduğu söylemi bu yüce değerlerde birleşme adresini sürekli batı kültürü içindeki formlarda tanımlar. Böylelikle Batı dışı toplum ve kültürlerin evrensel olabilmesi ve o yüce değerlere erişebilmesi ancak batı kültürünün değerlerini benimsemelerine bağlanır.
“Siyasi partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır, toplumun ancak belli bir kesimine yansırlar ve doğallıkla ancak kendi ideolojilerine uygun siyaset ve sanat üretirler”
Hayır. Sanat ve müzik de ideolojik ve sınıfsaldır. Giderek artan müzikal omnivorluğa rağmen müzik hala önemli bir sosyal sınıf ve statü göstergesi olabiliyor. Belli müzik türleri toplumun belli bir sınıfında dinleniyor olabilir. Müzik de kendi dinleyicisine özgü bir poetika üretir. Hatta bu üretim karşılıklıdır.
“Bunun için bağdaşmaz iki yapı diyoruz”
Hayır. Tarihsel değerlendirme müzik ve politikanın/ideolojinin ayrılmaz ilişkisini ortaya koyar.
“Siyasi parti yönetimleri ve günlük partisel siyasetin anlayışıyla toplumun tümüne sanat üretebilmek ve sunabilmek mümkün mü?”
Yönetiminden bahsedilen orkestralar sadece bizde değil dünyada da toplumun tümüne sanat üretmez. Klasik müzik ve birçok müzik türünün belirli bir dinleyici kitlesine sahip olduğu gerçeği bir yana, toplumun tümü ifadesi topyekûn aynı müziği dinleyen homojen bir toplum ve herkese hitap eden bir sanat tahayyülünü de içermektedir. Keza, toplumun tümüne sanat üretme ifadesindeki mantık yüksek düzeyde merkeziyetçi bir alt metin içermekle birlikte toplumun farklı beğeni ve tercihlere yönelme olanağını da kapamış görünmektedir. Ayrıca yukarıdaki soruyu müzik devrimimiz için de soramaz mıyız? Müzik devrimimiz, Akbulut’un ifadesindeki gibi, siyasi bir anlayışın toplumun tümüne hatasıyla sevabıyla bir sanat üretmesi ve sunması değil miydi?
Özetle, "politik yapı müzik kurumlarının yönetimine karışmasın" ana fikrini içeren bu yazı bir takım tarihsel gerçeklerden ve sosyal teoriden kopuk olduğu için mesajını da veremiyor. Yazarımız müziğin politikadan ayrı tutulması gerektiğine ilişkin post-ideolojik bir kurgu hayalinde olsa bile yazının genelinde mağdur edildiğini iddia ettiği ideolojiye yönelik bir eleştirel tutumu var. Yani yazının tümü post-ideolojik bir tahayyülü içerse de ideolojik-politik olmaktan kaçamıyor. Ne tuhaf ancak doğaldır ki, ideolojik olmadığını sandığınız bir düşünce de o ideolojik evrenin bir uzantısı ya da karşıt ideolojik bir düşüncenin tohumu ya da ona/ondan bir atıf olabilir. Çünkü Zizek’in dediği gibi tam da ondan (ideolojiden) hayallerimize doğru kaçabileceğimizi düşündüğümüz anda ideolojinin içindeyizdir (3). Zizek yine haklı çıktı.
(1) http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/huseyin-akbulut/bakanligimiz-orkestralarimiz-sanat-kurumlarimiz/2277/?fbclid=IwAR1sIXauvfNGHFbM_J-qMPySixkmVNsDZDM3cX-BRl93zBYu_Y9L5G6X_6c
(2) http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ali-ergur/virus-ve-muzik-kuresellesmenin-kirilganligi-uzerine/2278/?fbclid=IwAR123S9s8mvPEz11wGuLqkQObkiYoxq16Q6C-uaOZmYHg6EK9g6vG2wrCtM
(3) https://www.youtube.com/watch?v=7g8i3kuulKg