Orkestra şefi Orhun Orhon 25 Ağustos 2019 tarihli Facebook gönderisinde sessizleşen müzik entelektüel camiamızı bir parça kımıldatan şu soruyu gündeme getirmişti:
"Ben bir şeyi merak ediyorum ülkemizdeki sanat müziği ile ilgili olarak. Bu ülkede gerçekten ciddi müzik eleştirisi yapabilecek, teknik donanımdan, eserlerin içeriğinden bahsedecek kitsch ile sanat müziğini ayırd edecek, sanat stratejilerimizi modern felsefe ışığında irdeleyecek, modern sanatı tanıyan genç müzikologlar, teorisyenler yok mu? Varsa nerede ne yapıyorlar merak ediyorum. Yoksa hale beethoven sonat analizi ile mi uğraşıyorlar? Cidden merak ediyorum(https://www.facebook.com/orhun.orhon/posts/10157715737311934)."
Bu soru içinde barındırdığı çok boyutluluk nedeniyle oldukça verimli bir tartışma ortamı yaratmaya aday olsa da, gönderinin altında gördüğümüz yanıtlar kimi müzik entelektüellerimiz ve sanatçılarımızın içerik bir yana, tartışma kültürü bakımından bulundukları durumu ortaya koyma bakımından yararlı olmuştur.
Karşılıklı laf sokmalar, hakaretler, nefret söylemleri, özellikle müzikologlara işini öğretme gayreti gibi çok sayıda lakırdı fikri bir ortamın nasıl zehirlendiğini göstermektedir.
Bu yakışıksız ve talihsiz ifadelerden örnekler sunmak bile ister istemez o ortamın içine dâhil olma tehlikesini içerdiğinden akıllıca bir yöntem olmayacaktır. Dolayısıyla O. Orhon’un bu verimli sorusunun ürettiği çağrışımlar üzerinden konuya o ortamın dışından, akli sınırlar dâhilinde bir yaklaşım sunmak istedim.
O. Orhon’un sorusundaki sanat müziği ve kitsch müzik ayrımı ilk dikkatimi çeken nokta oldu. Bu ayrım şunu düşündürmektedir:
Ayrım yapmak ya da ayrıma işaret etmek daha başta o ayrımın farkında olmak ve onu tanımlamayı, ayrımı üreten koşulları az çok hissetmiş ya da görmüş olmayı içerir (ki ayrım cümlesi kullanılsın). Bu durumda Orhon bilinçdışı şekilde (yanıtını aradığı için) sanat müziği ve kitsch müzik ayrımını yapmıştır aslında. Kitsch ile neyi kastettiği anlaşılamadığından ve sanat müziği ile az çok kanonikleşmiş batı müziği repertuarını işaret ettiğini varsaydığımızda söz konusu ayrımın klasik batı müziği ve hangi müzikler arasında üretildiği belirsiz kalmaktadır.
Popüler müzik mi? Kimi deneysel müzikler mi? Yoksa başka türden girişimler mi?
Keza böyle bir ayrımı ve ayrımın sonunda işaret edilecek bir estetik hiyerarşiyi kurgulama işini müzikologlardan beklemek hatadır. Müzikologların müzik türleri arasındaki her türlü ayrımın koşullarını çalıştıklarını, özellikle de etnomüzikolojide müzik ve kültür arasındaki etkileşimin öne çıktığını hatırlatmak gerekir. Uzun süredir müzikoloji alanında, klasikleşmiş batı müzik tarihi çalışmalarından miras kalan müzik=besteci denkliği kırılmış durumdadır. Müziğin incelenmesinde besteci kadar sosyal, kültürel, psikolojik, felsefi noktaların da önem kazanması müzik fenomenine çok daha geniş bir açıdan bakmayı doğurduğundan yeni müzikoloji çalışmaları Orhon’un beklentilerini karşılayamamaktadır.
Müzikolojide ve etnomüzikolojinin ilk dönemlerinde gördüğümüz yapısal analiz yani müziği ritim, melodi, armoni, çalgı vs yapısal özellikleri üzerinden analiz etme anlayışının özellikle makro sosyolojiden mikro sosyolojiye geçişin hızlandığı 70’ler sonrasında değiştiğini, müzik incelemesinin üretim ve icra bağlamında yaratılan/paylaşılan anlam ve işlevler üzerinden yürütüldüğü bir paradigmaya dönüştüğünü görürüz. Dolayısıyla müzikolog ve etnomüzikologlar müziğin “üreticisi” kavramını anonim ya da besteci ayrımı yapmadan ele almaya başladığından klasikleşmiş müzikoloji geleneğindeki biricik, eşsiz, dahi besteci fenomeninin gördüğü ilgi azalmıştır.
Müzikologların/etnomüzikologların bu dönüşümün sonunda eriştikleri yeni çalışma sahalarından uzak olduğu anlaşılan Orhon haklı olarak bu kesimin “ne yaptığını” görememektedir. Hala Beethoven sonat analizi ile mi uğraşıyorlar? sorusu ise temelde müzikologlara yöneltilecek bir soru değildir. Bu tür yapısal analiz teknikleri özellikle kompozisyon bölümlerinde ya da müzik teorisi alanında uzman yetiştirme sürecinin kaçınılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla günümüz bestecisi kendi müziğini analizle mükelleftir. Zaten gördüğümüz de budur, kompozisyon bölümlerinde bitirme çalışmaları ya da tezleri bestecilerin kendi “sui generis” üretim tekniklerini açıkladıkları, sundukları, teklif ettikleri birer manifestoya dönüşmüştür. O biricik, özgün tekniği ya da yaklaşımı üreten bestecinin “anlaşılamamış besteci” olma gibi bir lüksü kalmadığından bu görevi kendi üstlenmektedir. Bu durum da müzikologlar ve besteciler arasında müziği inceleme nesnesi, bağlamı ve yöntemi bakımından birbirlerinden uzaklaştırmıştır. Özellikle günümüzde müziği kültür içinde inceleyen etnomüzikologlar ile müziğe tamamen yapısal özellikleri üzerinden odaklanan besteci arasında bir ayrım oluşmuştur. Bu açıdan Orhon’un müzik incelemesi bakımından müzikolog ve teorisyenleri yakın bir ekip olarak görüp göreve davet etmesi de eksik bir bakış içermektedir. Bugünkü manzara bambaşkadır.
Müzik Eleştirisi Nedir?
Müzik eleştirisinin esasen belirli bir sosyal ve kültürel gereksinimi karşıladığını biliyoruz. Özellikle konserlere gitme imkânı olmayan ya da bir nedenle gidemeyen kişilere sergilenen müzik ve icra nitelikleri hakkında bilgi verme amacını taşıyan ve bu açıdan bir habercilik vazifesi içeren müzik eleştirmenliğinin günümüzdeki durumunu tartışmak Orhon’un sorusuna verilecek yanıt öncesinde önem taşımaktadır. Öncelikle müzik eleştirmenliğini iki temel kategoriye ayıralım: müzik (eser) incelemesi ve icra eleştirisi. Yeni ve özgün bir eserin incelemesi yapmak ve teknik/müzikal vb açılardan belirli yargılarda bulunmak da bir çeşit müzik eleştirisidir. Orhon’un beklediği sanırım daha çok bu boyuttadır. Yeni bestecilerin eserlerini incelemek ve bunların günümüzdeki egemen besteleme teknikleri bağlamında analizini yapmak gibi bir görev gerçekten de kimin ilgisini çekmektedir? Sadece o işin içindeki çok sınırlı sayıdaki insan dışında buna yönelik toplumsal bir talep var mıdır? Dolayısıyla bu tür analizler daha önce bahsettiğim gibi elit bir inceleme alanı olup, yine bestecilerin sahasına girmektedir. Bu tür analizlere gerçekten bir ihtiyacın olduğu durumlarda da görev o bestecinin ya da bir başka bestecinindir. Müzik eleştirisinin bir başka boyutu da icra eleştirisidir. Ancak günümüzde gidilemeyen konser ya da ulaşılamaz/izlemesi-dinlemesi güç bir sanatçı kalmamıştır. İnternet medyalarındaki hızlı gelişim sonucunda istenen anda yüksek görüntü ve ses kalitesi ile konser izlemek kolaylaşmıştır. Bu da konser hakkında haber verici vazife üstlenen eleştirmenin işlevini azaltmıştır. Öte yandan artık insanlar müziği kendilerinden “daha iyi bilen, daha iyi duyan ve daha iyi anlayan” kişilere ihtiyaç duymamaktadır. Müzik ve insan arasındaki her türlü dikte edici otorite (öğretmenler, eleştirmenler vb.) figürleri bu bağlamda eski güçlerinden uzaktırlar. İnsanlara neyi, nasıl dinlemeleri gerektiğini söylemenin günümüzde bir işlevi kalmamıştır. Artık bu görevi internet medyasındaki Youtube ya da Spotify gibi uygulamaların yapay zekâ temelli öneri listeleri yapmaktadır. Hoşlanabileceğiniz müzikleri size sunan bu ortamlar sadece sunma işlevini yerine getirmekte, kişinin tercih ve reddine göre sürekli bir değişim içine girmekte, iyi-kötü müzik gibi yaftalar yerine özgür bir tercih olanağı sunmaktadır. Bu durumda icra eleştirmeni (keza saygın olanları) yeni nesil icracılar, besteciler ve orkestra şefleri için geribildirim sunan müzik otoriteleri işlevini yerine getirmektedir. Özetle icra eleştirisi bakımından günümüzde gözlenen gerileme doğal bir sonuçtur. Hele ki bizimki gibi müzik modernizasyonunu ithal eden bir toplumda icra eleştirisinin kültürel/toplumsal bir kökeni olmadığından gelişmesi de beklenemezdi. Bizdeki sosyo-kültürel boyut bu iken, müzik eleştirisinin batıda günümüzdeki durumu da pek iç açıcı değildir. Google’da müzik eleştirisi konusunda yapılacak kısa bir tarama bile müzik eleştirisinin gereksizliğine, amaçsızlığına ve işlevinin sona erdiğine ilişkin çok sayıda yazı ve görüşle doludur. Buna yapılacak itiraz bile toplumsal ve kültürel gerçeklikten kopuk, idealist görünümlü bir elitizmin cılız varlık iddiasının ötesine geçemeyecektir.