Edward Said'e göre Adorno, "acımasız ilerleyişi içinde her şeyi önüne katan, karşı durulmaz bir tarihsel teleolojiyi varsayan Hegel geleneğinin bir ürünüydü"
Bu anlayışta tarih sadece geçmişi yazma eyleminin dışına çıkarak gelecekte "olması gerekenleri" yani eylemlerin amacını katı şekilde belirleyen dizgeler üretme işlevini de görüyordu. Geçmişin müziğinde, dilinde, sanatında yapılan herhangi bir değişimin/değişim girişiminin bile karşılaştığı direnç esasen buna dayalı.
Ülkemiz entelektüel çevresinde de gördüğümüz bu Hegelist/Adornist tutumun bir örneğini Ali Ergür hoca sıklıkla tekrarlar. Son yazılarından birinde o tarihsel teleolojiye örnek ifadeleri var:
"Artık şiir üretmeyen tekno-bilimsel bir dünyada yaşıyoruz. Müzik ise kendisinden başka her şeyi barındıran, kendisinden başka her şeyi anlatan bir fon gürültüsüne dönüşmüş durumda. Bunca adaletsiz ve şiddet dolu bir dünyanın ne şiir üretmesi beklenir ne anlamlı bir müzik. Zira şiir ve müzik, insanın insanlaşma kanıtlarıdır." (http://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ali-ergur/siir-soylemek-muzik-yapmak/2258/)
Bu bilgece mızmızlık verili bir estetiğin dışında kalan şiir ve müziği yok sayan bir anlayışı yansıtmakla birlikte, gittikçe kirlenen dünya eleştirisinin koluna girmiş, onu dayanak yapmış, mazerete çevirmiş bir argüman. Başka bir dayanağı yok. Şiir de üretiliyor, müzik de...sanırım hoca yanlış yerlere bakıyor. "Anlamlı bir müzik" ifadesine girersek zaten çıkamayız. Müziğin anlamı konusunda E.Hanslick tarzı bir katı biçimciliği savunan bu görüş dinleyiciye dinlediği müziğin teknik, tarihi, estetik vb özelliklerini bilme ödevi yükler. Adorno'nun "dinlemenin gerilmesi" olarak adlandırdığı durumun ardında bu biçimcilik vardı. Herhangi bir ön hazırlığa sahip olmayan kişi o müziği anlamaz bu görüşe göre. Radyo-TV yol açmıştır bu duruma Adorno'ya göre. Geldik mi bilinçli dinleyici vs söylemlerine. Bizim müzik eğitimimizde müzik teorisine ve nota bilgisine müzikten daha fazla yer verilmiş olması ve müzik öğretmenlerinin birer küçük E.Zuckmayer'e dönüştürülme sevdasının altında işte bu Alman perspektifi yatar. H.B.Yönetken ve C.M.Altar gibi entelektüeller bu formasyonu savunan görüşlerini yazmaya başladığında yıl 40'ların sonu idi. Tüm bu arkaplan Ali Ergür hocanın görüşlerini şahsına özgü olmaktan çıkarıp konuyu ad hominem saçmalıkların ötesinde bir tarihselliğe götürüyor. Bugün artık müzikte anlam deyince Hanslick tarzı bir biçimcilik dayatmasının dışında yaklaşımlar olduğunu da biliyoruz. Kısacası müziğe anlam yüklemenin öyle "tek bir yolu" yoktur. Güttüğünüz yol dışında müziğe anlam yükleyebilmenin olanaklarını görmezden gelmek en basit ifadeyle entelektüel bir zorbalıktır.
Ülkemiz müzik entelektüel camiasının çoğunlukla sahip olduğu bu Hegelist/Adornist anlayışın kökenleri de yine tarihte gizli. Müzik modernleşmemizin detaylı analizi bu Alman stilini açıkça gösterir zaten. "Türk Müzik Modernleşmesinin Hegelist/Adornist Kökleri" başlıklı bir söylem analizi ile bunu ortaya koymak planlarım arasında. İçinde yetiştiği kültürel ortamın kolektif belleğinden etkilenen kişi farklı bir yana bakmak da istemez hale geliyor bir süre sonra. Bu entelektüel oto sansürü özellikle müzik-dışı alan kökenli sosyal bilimciler yaptığında pek eğreti duruyor bence. Etnosentirizm böylece en gizli ve sinsi formlarından birine dönüşerek okumuş adamı da saran, sınırlayan bir hale dönüşüveriyor. Homoacademicus kendi meşruiyetini ve statüsünü bu sert yapıda inşa ediyor anlaşılan.
Bu anlayışın en sert formlarını özellikle Say ailesinin erkekleri yaptı, yapıyor. Beğenmedikleri müziğe kalleş ve yavşak diyebilme özgürlüğüne sahip olabildiler. Ancak ne güzeldir ki, kültürel ve insani eylemlerin çeşitliliğini merkeze alan İngiliz Kültür Çalışmaları doğrultusunda yükselen bir eleştirel okulumuz da yavaştan belirdi.