Edvar kitaplarının vazgeçilmez hikâyesi Safiyyüddin Urmevi ve deve hikâyesidir. Türk Musikisi Tarihi'nde ve tarihinin öğretiminde de önemli bir yeri olduğunu düşünenlerdenim. Aynı zamanda edvar sahibi Safiyyüddin Urmevi'nin nasıl efsanevi bir kişiliğe dönüştürüldüğünün bir sembolüdür bu hikâye. Türk Müzik Tarihi derslerinde de mutlaka yer verildiğini tahmin ediyorum. Türk Müzik Tarihi dersi kapsamında da Safiyyüddin Urmevi'nin Türk Müzik Tarihi'ndeki yeri ve öneminin daha iyi anlaşılması bağlamında "deve" hikâyesini bir seferinde Haşim Bey Mecmuası'ndan okuyarak anlatmaya çalıştığımı, öğrencilerimin şaşkınlıkla ve üzülerek tepki verdiklerini hatırlıyorum. Hikâye şöyledir:
"…Emir buyurun bir deve getürsünler ve kırk gün ol deveyi aç koyup bir mahalde hapsetsinler, badehu [sonra] devenin önüne su koyalım ve ağaze edelim, ol deve suyu terk edip ağazeyi dinlemeğe meşgul olursa malumunuz olur ki bu ilm şerif bir ilimdir, eğer asla iltifat etmeyip suya rağbet ederse bu ilmin vücudu yoktur" dedikte, halife emreyledi bir deve getirdiler ve kırk gün aç ve susuz bir mahalde hapsettiler. Yevm-i mezkûr [adı geçen gün] tamam olundukta ulema-ı Bağdad huzur-ı Halife’ye cem olup deveyi çıkarıp huzura getirdiler ve suyu gösterdiler. Hemen deve-i miskin zimâmın [dizginlerini] koparıp bin canla su olan mahalle sürat ettikte şeyh-i mezkur [Safiyyüddin Ürmevi] ağazeye başladığı anda deve suyu terk edip teganniyi [ezgiyi] dinlemeye meşgul oldu. Üç nöbet böyle icra edip, üçüncüde Şeyhin önüne gelip gözlerinden yaş revan ederek sudan fariğ oldu (Hâşim, 1864: 48-49)[1].
Öğrencilerimin şaşkınlıkla tepki vermelerinin temel nedeni devenin böyle bir duruma düşürülmesi ve "gözlerinden yaş revan ederek fariğ" olması yani sudan vazgeçmesiydi. Aslında öğrencilerimin birçoğu ("fariğ" kelimesini yanlış anlayarak) devenin öldüğünü düşündüğü için şaşkın ve üzgündü. Hâlbuki (hikâyenin devamında) "…Ol meclisde bulunan ulemanın cümlesi…" bu olaya üzülmemiş aksine hayranlık duymuşlardı. Farklı yüzyıllardaki (yaklaşık sekiz asır), farklı iki nesle ait bu farklı iki tepkinin nedeni nedir?
1864 yılında Haşim Bey bu hikâyeyi mecmuasına aktarırken de farklı bir düşünce ile aktardığını görüyoruz. Haşim Bey bu hikâyeyi mecmuasına, musikinin hayvanlar üzerinde etkisi olduğunu göstermek amacı ile eklemiştir (Yalçın, 2016: 197)1. Başka bir ifade ile bir buçuk asır önce de bu hikâyeye farklı bir tepki verildiğini görüyoruz. Haşim Bey Mecmuası'ndan yaklaşık bir asır öncesinde ve daha önceki asırlarda ise ana düşünce musiki ilminin şerefli bir ilim olduğunun ispatı üzerine idi ve bu düşünce her şeyden daha önce geliyordu. Nâyi Mustafa Kevserî de mecmuasına yüksek bir endişe, kaygı ya da baskı üzerine olsa gerek mezkûr hikâyeyi eklemiş ve yetinmemiş "İmâm-ı Mâlik" ve "İmâm-ı Âzam" başlıklı çeşitli alıntılar ile musikinin şerif ve latif bir ilim olduğunun ispatına çalışmıştır. Bu alıntıları da Haşim Bey Mecmuası'nda okumak mümkündür.
Sevindirici olan ise öğrencilerimizin hayvanlara karşı duyarlılığının yanı sıra yaklaşık iki asırdır böyle bir ispat kaygısının güdülmüyor olmasıdır diyebiliriz. Bir sonraki yazımızda da Nâyi Mustafa Kevserî'nin, aynı kaygılardan dolayı olsa gerek mecmuasının çeşitli sayfalarına "ispat" amaçlı not düştüğü yazıları ele alacağız. Nâyi Mustafa Kevserî'nin mecmuasına kaydettiği hadis-i şerifler nelerdir? Bu soruya cevap arayacağız.
[1] Yalçın, Gökhan (2016). 19. Yüzyıl Türk Musikisinde Hâşim Bey Mecmuası-Birinci Bölüm: Edvâr. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.