Kitabu İlmi'l-Musiki alâ vechi’l-Hurûfât adlı eserin müellifi Dimitrie Cantemir olarak kabul edilmeye başlandığı tarihlerde (1899 ila 1912) Rauf Yekta Bey'in tüm yazılarından çok daha farklı bir bakış açısı ile yeni bir değerlendirme yapması dikkat çekicidir.
Kitabu İlmi'l-Musiki alâ vechi’l-Hurûfât adlı eserin müellifine ilişkin olarak Rauf Yekta Bey gerek İkdam Gazetesi'nde gerekse de Şehbal Dergisi'nde bize göre dile getirmesi gereken konuyu 1913 yılında yazdığı fakat 1921 yılında yayınlanan Albert Lavignac'ın hazırladığı Encylopedie de la Musiqueet Dictionnaire du Conservatoire (Musiki Ansiklopedisi ve Konservatuar Lügati) adlı ansiklopedik eserin "La Musique Turque" bölümünde dile getirmiştir. Rauf Yekta Bey'in konuya ilişkin yazısı şöyledir:
"…Kantemir, Türk alfabesinin harflerini kullanarak bir nota icadını kendisine mal etmektedir (Cantimir s'attribue l'invention d'une notation musicale employant les lettres de l'alphabet Turc). Bununla beraber yukarıda söylemiş olduğumuz gibi böyle bir nota Abdülkadir zamanında dahi bilinmekte idi ve bu müellif tarafından eserlerinde kullanılmıştı. Bundan başka İstanbul'da Yeni Kapı Mevlevihanesi'nin kütüphanesinde 1247 numara ile kayıtlı olan edvar kitabı sonradan Beyoğlu Kule Kapı Mevlevihanesi'ne [Galata Mevlevihanesi] şeyh olan Nayi Osman Dede'nin eserlerini Türk alfabesinin harfleri ile ifade eden bir nota ile bestelediğini göstermektedir[1]…"
Rauf Yekta Bey'in bu yazısını özetleyecek olursak Kantemiroğlu, Nâyî Osman Dede'nin tam aksine çağdaşı fakat yaklaşık olarak yirmi yıl kadar yaşça büyük olan Nâyî Osman Dede'nin geliştirdiği notası şöyle dursun, Abdülkadir Meragi'den hatta Safiyüddin Urmevi'den beri kullanılagelen ebced yazısını dahi yok sayıp "Türkler kendilerince ma'lûm olmayan ve benim icat etmiş olduğum notayı bana borçludurlar" demiştir. Dimitrie Cantemir'in Nayi Osman Dede'yi hatta öğrencisi Kurşuncuoğlu'nu dahi tanıdığını kendi telif ettiği Osmanlı Tarihi kitabından biliyoruz. Nayi Osman Dede'nin icadı olan notayı da duymamış, görmemiş olamaz. Zira Nayi Osman Dede'nin iyi bir müziksel işitmeye sahip olduğu, duyduğu her eseri notaya alabilen ve notaya alınmış her türlü eseri okuyabilen bir düzeyde musikişinas olduğunu, çevresinde de bu özelliğinin iyi bilindiğini Salim Tezkiresi'nden görebiliyoruz:
"…Cümle-i ma'ârifinden mâ’adâ fenn-i mûsikîde muhayyer-i ‘ukûl bir ma'rifet-i vâlâya dest-res-i vusûl olmuş idi [musiki ilminde marifetleri zirveye ulaşmıştı] kim bir kâr ya da bir nakş bir kerre istimâ’la kendi içün bi-rümmetihî çıkarmak mümkin idi. Binâ’en ‘aleyh geh kelimât u hurûf kitâbet eder gibi [kelimelerin harflerini yazar gibi] nagme vü savtı kitâbet ederdi [nağmelerilerin seslerini yazardı]. Zîr ü bemm ve tîz u pes şîve vü harekâtı âvâze-i mahsûs üzre bir hecâ-i mahsûsile yazıp bir vechile zabt ederdi [pest, tiz tüm ses hareketlerini hece vezni ile kaydeder] kim rakam-keşîdesi olan kâgıdı [aynı şekilde tertiplenmiş bir yazıyı] önüne koyup ol kârı ve besteyi bi-nagamâtihâ min-gayri ziyâdetin ve lâ-noksân okurdu. Bu emr hod bu fenne kemâl ıttılâ’ı olan erbâb-ı ‘irfâna ‘ayândır ki be-gâyet ‘asîr ve bu vech ile erbâb-ı kemâlden bir kâmil bulunmak gâyetü’l-gâye nâdirdir[2]…"
Salim Tezkiresi'nden anlaşılacağı üzere Nayi Osman Dede, çalgısı olan neye hâkimiyetinin yanı sıra erbab-ı kemâlden nota yazma ve okuma yönünden bir örneğinin bulunmasının neredeyse imkânsız olduğu bir özelliğe, yeteneğe de sahipti. Erbabına malumdur ki bir nota icat etmekten öte, onu en iyi şekilde kullanabilmek de uzun bir süre gerektirmektedir. Bu bakımlardan Nayi Osman Dede'nin "Nota-i Türki" olarak bilinen defterinin yazılmasından çok daha önceleri bu nota yazısını icat ettiği ve kullandığı anlaşılmaktadır. Salim Tezkiresi'ndeki Nayi Osman Dede'ye yönelik önemli bilgiler ve övgü dolu sözlerinin yanı sıra icat ettiği notaya ilişkin somut bir örnek de mevcuttur. Kullanılan harfler ve rakamlar açısından da Kitabu İlmi'l-Musiki ya da Kevserî Mecmuası ile Nayi Osman Dede'nin Defteri arasında çok büyük farklar da yoktur[3].
Rauf Yekta Bey'in 1892 yılında Kevserî Mecmuası'nın eline geçmesi ile başlayan "harf notasının mucidi" araştırması 1898 yılında Rahip Toderini'nin "Türklerin Edebiyatı" adlı kitabı ile hız kazanmıştır. 1899 yılında Dimitrie Cantemir'in Osmanlı Tarihi adlı kitabı ile neredeyse Kitabu İlmi'l-Musiki adlı eserin müellifi ve mezkûr notanın mucidinin Kantemiroğlu olduğu sonucuna ulaştığı tahmin edilirken, yaklaşık olarak 1913'lü yıllarda Nayi Osman Dede'nin Defterini keşfetmesi ile sekteye uğradığı söylenebilir. Nayi Osman Dede'nin bir nota icat ettiğini fakat notası hakkında hiçbir malumat olmadığını da söylüyordu. "Yeni Kapı Mevlevihanesi'nin kütüphanesinde 1247 numara ile kayıtlı" defterini keşfettikten ve inceledikten sonra bazı şüpheler de uyanmış olmalıdır. Buna rağmen iki eser arasında da hissedilir düzeyde farklar olduğunu da belirtmektedir. Oysaki tarafımızca yapılan araştırmada hem Kevserî Mecmuası'nda kullanılan hem de Kitabu İlmi'l-Musiki'de kullanılan bazı işaretler bakımından Nayi Osman Dede'nin Defteri'nden yararlanmış olunabileceğini gösteren ibareler vardır. Mezkûr defter tam manasıyla incelendiğinde çok daha net bilgiler edinileceği de aşikârdır. Zira elde edilen ibareler sadece üç eserden elde edilmiştir. 1913'lü yıllarda Yenikapı Mevlevihanesi'nde 1247 numara ile kayıtlı olan mezkûr defterin özel arşivden çıkarılıp, tekrar yerine iade edilmesi ile araştırmacıların incelemelerine açık hale geleceğini ümit ediyor ve bu vesile ile Osmanlı/Türk musikisi kültürüne yönelik birçok sorunun da cevap bulacağını tahmin ediyoruz.
Sonraki yazımızda Kitabu İlmi'l-Musiki üzerine çalışma yapan diğer araştırmacıların konuya ilişkin tespitlerine yer vereceğiz, vesselam.
[1] Rauf Yekta Bey (1986). Türk Musikisi.(Çeviren: Orhan NASUHİOĞLU). İstanbul: Pan Yayıncılık. Syf. 52-53 ve 1922: 2980.
[2] (Salim Tezkiresi, 1897: sayfa: 635).