Tanbur çalgısı geleneksel Türk müziği tarihinde ismi “Türk” ile anılan tek çalgıdır. Arapça “Tanbur-i Kebir-i Türkî” adıyla geçmiş tarih boyunca kayıtlara. Tüm komalı sesleri perdeleriyle verebilmesi özelliği nedeniyle GTM’nin piyanosu olarak anılmış yıllarca. Yarım daire, yarım dünya veya yarım elma teknesi ve upuzun sapıyla bir çalgı sınıfının dünyadaki en belirgin çalgılarından biri:
Küçük gövdeli uzun saplı çalgılar.
Sümer Musikisi İncelemeleriyle tanınmış Françis W.Galpin adlı İngiliz Yazar 1938 lerde Tanbur isminin kökenini şöyle açıklıyor:
“Sümer Türkleri tanbur’a “Pantur” derlerdi. “pan” Sümercede ”yay” anlamında; “tur” ise “çocuk, küçük” demektir (torun sözcüğü bugün de kullanılmaktadır). Yani “pantur: küçük yay”dır.”
Tanbur’a niçin bu adın verildiğini Hüseyin Saadettin Arel şöyle yanıtlıyor:
“Galpin’in kitabındaki İÖ 1600 den kalma bir sınır taşı fotoğrafında tanbur’a benzer bir çalgı çalan iki adamın kabartma resimleri görülmektedir. Sümer’lerle sıkı ilişkide bulunan ve Sümerce’den birçok kelimeler almış olan Gürcü’ler tanbur’a hala “panturi” demekteler. Tanbur’un adı Ermenicede “pantir” dir. Eski Yunancada ise üç telli tanbur’a “pandura” denilirdi . Eski Fransız dil bilimci Castell kendi “Dictionnaire Heptglotte” unda Arapça “TaNaBa” köküne göre “tanburün, tonburün, tınbarün”” ise “tanabir”i kullanmıştır. Eski kaynaklarda sözcük bugün söylenilen gibi değil de “tonbur, tunbur şeklinde geçer. Belirgin örneği Farabi’nin “Kitab-ül Musiki”sinde görülmekte. Kelime örtülü ve ortada “vav” kullanılmış olarak açık bir şekilde “tunbur” dur. Bugünkü şeklini İstanbul’da “Tanbur-i Kebir-i Türki” çıktıktan sonra almıştır. Nitekim Evliya Çelebi (17.yy) çalgı adını “tı” harfinden sonra “elif” koyarak kesin bir şeklinde belirtir. Ortaçağda İstanbul’da hala “tunbur” diyenlerin olduğu da çağdaşı Meninski’de (işiterek yazmış olmalı ki) görülür.
17.yy da yaşamış, zamanın çalgıları hakkında bilgiler veren ayni zamanda kendisi de Tanbur çalan Evliya Çelebi Seyahatnamesinde tanburcuları ve tanbur yapımcılarını anlatır.
16.yy sonları ile 17.yy başlarında sarayda Tanbur çalıcısı görülemiyor. Bu dönemde (şeşta, çartar, çöğür, kopuz) gibi Tanbur benzeri çalgıların çokluğunun bu olaya neden olarak göstermek mümkün. 17yy ilk yarısında Enderun’da Tanbur öğreticiliği yapan Rum asıllı Angelli’ye 1678 de görevi karşılığı 7080 akçe maaş verilmiş. Ayrıca 2344 nolu H. 1092 (1680) tarihli harc-ı hassa kağıdında içeri, yani harem-i şerif için sedefkari bir kıta kemançe ve beş daire, bir mıskal, üç adet çöğür yaptırıldığı gibi mevcutlardan Tanbur, daire, çöğür, çenk ve musikar’ın tamir ettirdiği belirtiliyor. 17.yy şairlerinden Cevri’nin manzumelerinde Tanbur ve icracılarının isimlerini anmış:
“Biri Tanburi Acem kim Ramazan’dur namı
N’ola medh eyler isem, onda da bir lezzed var”
17. yy ilk yarısında tanbur perde ve tel olarak eksikleri bulunmasına karşın, son çeyrekte Kartemiroğlu’nun yazısından çalgının perde açısından tamamlandığı anlaşılıyor.: “Bizim sazların cümlesinden kamel ve tamam tanbur... beni Adem’in nefesinden zuhur eden seda ve... nağme tamamen... icra eder."
Tanbur minyatürler içinde görülür; 1720 yılına ait şenliklerin resimli anlatımında açıkça çizilmiş. Kemani Hızır Ağa 1749 da yazdığı kitabına diğer çalgı resimlerini yanısıra tanburu açık bir şekil ile renkli olarak çizmiştir. Mevlevi müzisyenleri arasında tanbur’a 18. yy a kadar rastlanmaz. C. Fonton'un 1750 de çizdiği bir çalgı kümesi resminde tanbur çepeçevre yer minderlerine oturmuş-sağdan sola bir rebabi, bir tanburi, ortada neyzen (sikkemi), bir musikarcı ve sol başta bir kudumzen görülmektedir.
Yine saray belgelerinin birinde I. Mahmud (1730-1754) zamanında, "Receb 1164 (Mayıs 1751) de Harem-i hümayundan gelen numune tanbura göre abonozdan bir tanbur yaptırılıp teknesinin etrafı ve boğazı altın çenberli ve perdeleri altın tel ile bağlanıp harem-i hümayundan ve mevcuttan olmak üzere ve kabza tepesi ve burguları ve altun eşiği (?) ve mızrabı ellisekiz elmas ile tezyin olunup (süslenip) harem-i humayun’a teslim olunduğu" kayıtlara geçmiştir.
18. yy da artan tanbur icracıları 19. yy da daha da çoğalırlar. III. Selim’in de tanbur öğreticisi olan Tanburi İshak’ın 1209 Zilkade (Mayıs 1795) 40 kuruş aylık aldığı Saray Harc-ı hassa defterlerinde kayıtlıdır. Diğer belgelerde başka tanburilerin de ne kadar maaş aldıkları belirtilmiş. (bak. Uzunçarşılı “O.Z.S.M.H.”)
Çalış biçemi Dr. S.Ezgi’ye kadar uzanan usta İshak’ın zamanı tanburlarında bir sekizli için 24 aralıklı 25 perde bulunuyordu. Dolayısıyla yapımcılar da bir sekizliye 25 ses gelecek şekilde perde bağı takmaktaydılar.
Öteden beri GTSM de işgören bu çalgının kullanıldığı müzik açısından ne denli önemli olduğunu Rauf Yekta’nın “Şehbal” mecmuasına 1912 de yazdığı “Tanbur” başlıklı yazısından aşağıda yapılan alıntı dile getiriyor:
“Osmanlı esatize-i Musikiyesi tarafından minel kadim tanbur’a pek ziyade rağbet edilmiştir... En muktedir sazendelerimizin tanburi oldukları görülür. Peşrev, saz semaisi namina yadigar-ı eslaf olarak elimizde kalabilen nice bestekar, arasıra asar-ı bergüzideleri ile tezyin nefais-i asardan tahminen yüzde sekseninin müessirleri hatıra getirilince bu tarif saza (şarkiyun’un Piyanosu) namının itisında tereddüd edilmez... Asar-ı nefise-i şarkıye’nin ekserisi de Tanbur ile bestelenmiştir... Dekayik-i makamata vakıf olmak isteyen hanedelerimizin develev bir suret-i sathiyede olsun-tanbur’a intisab etmeleri usul-i mer’iiyyedendir. Sanat-ı dakika-i teganni’e ait birçok mesalilin ahali için-üzerinde negamat-i müst’amele’nin mevakii sabit ve muayyen olmasından dolayı-erbab-ı musiki’nin müracatgahı gene Tanbur idi.”
Tanburda bilinen belli başlı iki üslubun temel kişileri Tanburi İshak ve onun biçemini yıkan Tanburi Cemil Bey’dir. GTSM de genel olarak görülen çalım üslubu betimlemelerinin yetersizliğine hatta yokluğuna diğer çalgılarda olduğu gibi tanbur’da da rastlanır. (1)
* * *
Tanbur hakkında malumatımızı şöyle bir özetledikten asıl konumuza gelmek istiyoruz.
Tanbur çalgısını tanıyan Türkiye toplumu üyesinin sayısı 100 kişide 10’u geçmemektedir.
2010 sonrasında ise bu oranın gençler arasında adeta sıfıra düştüğü, gençlerin tanbur çalgısını artık hiç tanımadıkları, Devlet Korolarına (Edirne ve İstanbul Devlet Türk Müziği Topluluğu) konser dinlemeye gelen ortaokul ve lise öğrencisi gençler üzerinde rastlantısal olarak yapılan araştırmada ortaya çıkmaktadır.
Tanburun GTM’çiler arasında TM’nin piyanosu olarak addedildiğini belirtmiş isek de nasıl ki GTM konserlerinde izleyici sayısı 50 dolaylarına düşmüşse tanbur çalgısını tanıyanların oranı konsere gelen bu sayıdan daha da azaldığı gözlenmektedir.
Hem GTM’nin piyanosu olarak tanımla, hem de tanınma güçlüğü yaşa.
GTM’nin orkestral çalgı grubu değişti. Örneğin 11 Temmuz 2015 akşamı TRT Müzik kanalında Suat Yıldırım yönetiminde izlediğimiz “Akşam Sefası” başlıklı programda trompet, saksofon, elektro solo gitar, elektro bas gitar, yan flüt, klavye gibi Batı müziği çalgılarının hem görünüm, hem de ses volümü olarak etkileri daha baskın tınlıyordu. Bas üzerine kurulmuş bir müzik idi demek de mümkün.
Tanburun toplum hafızasında silinmesinde Tanburi Cemil Bey gibi bir devrimciyi, atılımcıyı örnek alan, ama Tanburi İzak Bey’in yolunda gitmek daha kolaylarına gelen günümüz tanbur icracılarının büyük payı var. Hemen tümü kendi ıssız köşelerinde hala eski tanbur söylemlerinden bahsetmekle sözkonusu unutulmaya karşı yeterince çaba harcadıklarını düşünüyorlar.
“Benim derya musikim” anlayışındaki bu insanlar çağa ayak uyduramadıkları düşüncesinden ziyade “biz elimizden geleni yapıyoruz, ama faydası olmuyor, neden?” kısır döngüsünde yok olduklarını görseler de atılım yerine eski hamasi söylemleri tek tük öğrencilerine tekrar ederek o yok olma döngüsüne bir tur daha attırıyorlar.
Günümüzde yaşayan kaç tanburinin ismini sayabilirsiniz?
. . .
Bir çalgının yaşadığının ölçütü icracılarının çokluğuyla doğru orantılıdır.
O yüzdendir ki çalgı virtuözlerimiz ve icracılarımız hangi müziğin yaşadığına dair en önemli canlı kanıtlardır.
Tabii ki müziğin ihtiyacına göre geliştirilen çalgıları görmek, icra etmek müziğin bir devinimidir.
Sorunumuz zamanımıza uygun geliştirilmiş, en önemlisi de akord tutma problemi çözülmüş çalgının geliştirmesi olacak iken ordan burdan alınan “alakasız çalgılar” ve geleneksel çalgıyı “adeta köhnemiş icrasıyla” unutulma kapısını aralayan müzisyenlerin varlığı gibi görünüyor.
Yoksa bas gitar ile, saksafon ile hangi yaşayan GTM’inden söz edebiliriz ki?...
Ha unutmadan, İTÜ TMDK'ya kadrolu tanbur hocası bulunamamaktadır.
Ah, bu YÖK "Akademik Kabul Koşulları"...
Akademi sanatla "hala" barıştırılmadı.
Birilerinin işine mi geliyor ne?
. . .
Kimler ki onlar?..
_________________________________
(1) Ayhan Sarı " Geleneksel Türk Müziği Çalgıları" Nota Yayıncılık, 2012, İstanbul