Geçenlerde 'zordur sanatçı ruhunu anlamak' başlıklı bir köşe yazısı okudum. Nedenlerini başlıklar halinde sıralıyor, biz de kısaca burada analım: Sanatçıların 1-çelişkilerle dolu kişilikleri vardır, 2- kendilerine has zaman algıları vardır, biri 'siz kaç saattir ordasınız?' diye sorsa sanatçı 'bir kaç dakikadır' diyebilir. 3- Sanatçının kafası çok farklı çalışır, herkesin gördüğü şeyin aynısını veya aynı bakış açısıyla görmesini beklemeyin, sanatçıya ayak uydurmaya çalışmak zaman kaybıdır. 4-Aşık olduklarında onlardan gerçekçi ve mantıklı davranışlar beklemek hayaldir. 5- Hislerini ve düşüncelerini her kes gibi ifade etmezler, farklı kodludurlar. 6- Uyum ile ilgili sorunları vardır, uyum sağlamayı beceremezler. 7-Bütün çalışmaları düşünceleri onun çocuğu gibidir, o yüzden asla onlara laf etmeyin, övün, çünkü sanatçılarla iletişimin olmazsa olmazıdır. 8- Unutulmaktan, ilgisiz bırakılmaktan, terk edilmekten fazlasıyla korkarlar, bir açıdan bu korkudan uzaklaştırılmaya muhtaçtırlar ama dikkat edin bunu yapmaya kalkanı kırabilirler. 9- Kesinlikle bir hedonisttirler (hayatın her türlü hazzın peşinde koşar). 10- Kendini çok eleştirir veya çok över. 11-Kılık kıyafet tercihleri kendilerini göstermelerinin bir yoludur, ilgi çekmek üzerinedir. 12-Kurallara bağlı kalmayı sevmezler, düzenli olmayı, düzeni sevmezler, aykırı yaşamak üzerine kuruludur. 13- Onları çekici yapan etki, gizem, karizma ve çelişkiler bir çok kişinin ilgisini çekmekte, bu ilginin yarattığı karmaşa anlaşılmalarını daha da zorlaştırmaktadır. 14-Sevilmeye her kes gibi ihtiyaç duyarlar (onedio.com'dan Ajda Pekkan, Kelebek, 19 Temmuz 2015).
Yukardaki maddeleri çoğaltmak mümkün ama benim için bu makalede ele alacağım konu hakkında bir kaç maddesi bile yeterlidir.
Buna Atatürk'ün 'Milletvekili olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız' sözünü de ilave edeyim. Sanatçı olmak bu kadar önemlidir. Sanat yapmak bilim yapmak kadar önemli görülmüştür. Buna rağmen akademik alanda bir doktora yapmak, müzikolog olarak anılmak nedense bazı sanatçılar için bir erdem gibi değerlendiriliyor. Aslında sanatçı iseniz, sanatçı ruhu taşıyorsanız, duygusalsınız, duygusallığı bir kenara bırakamazsanız bilimsel doktora yapamazsınız. Yapmamalısınız, çünkü sanatınızı iyi derecede yapma çabası sizin için doktora derecesinde önemlidir. Sanatçı doktorası, akademik doktoradan farklı olmalıdır, defalarca yazıldı, ama YÖK bunu anlayamadı, uygulayamadı. Bir ara 'sanatta yeterlilik' yaptırdı, fakat nasıl yapılacağı belirlenmediği için, yaptıracak profesör arandı bulunamayınca edebiyattan, farklı sosyal alanlardan profesör danışmanlar kendi alanlarında yaptırdıkları tezler gibi 'sanatta yeterlilik' yaptırınca iş çığırından çıktı. Bir metodolog ve üç sanatçı ile sanatta yeterlilik yaptırmak mümkündü. Üç kişi yerine bir kişinin danışmanlık tanımı konuyu zor duruma soktu. Sanatta yeterlilik yaptıracaklar belirlenemeyince ve sürekli akademik profesör aranınca standartlar birbirine karıştı. Standartlar altında toplama ihtiyacından mıdır, nedir bilinmez, YÖK kendi eliyle sanatçının doktorası ile bilimsel doktoranın birbirine karışmasını sağladı. Artık ayıkla pirincin taşını. Artık sanatçıya sanatçı olmak yetmiyor, yanına bir de müzikolog olmak, müzikolog gibi yazmak, müzikolog gibi söz sahibi olmak istiyor. İşte size sanatçı psikolojisi, müzik-psikoloji alanında araştırma konusu. Sizce sanatçı ruhlu insanlar akademik yolu kullanmaya devam etsinler mi? yukardaki tespitlere göre ruh yapıları buna müsait mi? Kendisini geliştirmiş her sanatçının değerinin bir profesörle eşdeğer olduğu da göz ardı edilmeksizin, onlara akademik yol dışında sanatçıya yakışır başka bir yol mu gösterilsin?
YÖK zaten kendi bilim adamına özgürce, hiç bir etki altında kalmadan, yabancı ülkelerin etkisi altında olmadan değer veremiyor, yani İngilizce bilinmesini şart koşarak kendi milli değerlerine sahip çıkmaya çalışan bilim adamlarına ÜDS, YDS sınavları şartıyla set çekerek engellerken (bunun salt bu şekilde değerlendirilmemesi için yasal zeminde çözüm üretilmelidir), bir de kendi sanatçısına mı sahip çıkacak.
Yukarda geçen 'metodolog' kelimesine dikkat edelim.
Türkiye'de neredeyse ilköğretimden beri araştırma metotları ve benzeri dersler gösterilir, ödevler verilir, fakat bir standart altında toplanmadığı ve öğretilmediği, daha doğrusu Türkiye kendi kültürüne uygun standart bilgiyi kendi üretmediği için, dünyada uygulanan çok farklı metodolojilerin ortak noktalarına da bir türlü varılamamıştır, yani metodoloji bir türlü oturmadı, oturmuyor. Nereden mi biliyorum, 1987 yılından beri metodolojinin içindeyim. Eskiden, 1987'lerde, üniversitelerde uygulanan yabancı ülkelerden adapte edilmiş, birbirine zaman zaman zıt gösterim çeşitleri, bugünlerde de aynı şekilde devam etmektedir. Şimdilerde farklı bir şey daha katıldı APA, Chicago gibi sistemler. Veya özel uzmanlık gerektiren bu alana ait görüşleri Türkiye gerçeklerine uyarlanmamış araştırma teknikleri. Oysa bunların bazıları, bence Türkçe'nin ve Türkiye'nin ruhuna uygun değiller, uyarlamalı. Fakat şimdilerde bazı üniversitelerde, bilgisayar yazılım programlarında da görülen APA sistemini uygulama kararı aldılar. Neredeyse 30 yıldır sürekli değişen ve farklılıklar arz eden metodolojinin, alt tarafı dipnot ve bibliyografyadan ibaret kaynak gösterim şeklinden ibaret yönünde bile belirli bir standart tutturamayınca metodolojinin diğer konularını ki şekilden daha önemli olan tarafını, öğretmeye vakit olmuyor. Müzikoloji alanında yaptırılan tezlerin başka sosyal alanlara uygun metodolojiler uygulanmaya (uyarlanmaya değil) çalışılınca bir karmaşadır gidiyor, tezlerden hareket ederek bunlar görülebilir. Kılavuzda yazıyor diye “örneklem”i bir biyografide uygulamak gibi komik durumlara düşülüyor.
Bütün sosyal bilimlerde olduğu gibi Müzikolojinin en önemli tarafı da metodolojidir, metodolojinin şekille ilgili tarafı değil, araştırmayı ve düşünmeyi gerektiren kaynak eleştirisi, elde edilen bulguları bilimsel süzgeçten geçirerek, tercih ettiğimiz müzikolojik kuramlara göre en uygun tarzda yazmak, yazabilmektir. İşte müzikoloji konulu yazılarda en önemli hatalar buradan kaynaklanmaktadır. Ve bunun aslında bu kadar kısa sürede ne kadar öğretilebilir olduğunu da tartışmak gerekir? Belki de eski asistanlık anlayışı bu anlamda daha iyi idi, bir bilim adamının çırağı olmak ve onun yanında yetişmek ve sonunda onun olduğu kadar ülkenin bilimsel gururu olmak. Müzikolojide Metodoloji’nin önemi hakkında bir sempozyum düzenlense çok iyi olur (Bu yazıyı yazdıktan bir kaç gün sonra M. Bardakçı’nında bir köşe yazısında aynı konuya, akademide kalitenin düştüğünü araştırmaya internetle başlamanın yaygınlaşmasını eleştiren bir yazısı yayınlandı).
Bunca yıldır yazı yazarım, ilk yazılarım E. Ruhi Üngör'ün elinden geçti. Bazılarında abartılı ifadeler eklediğini biliyorum. Çünkü onun yetiştiği dönem bunu gerektiriyordu ve onun anlayışı böyleydi. Buna ilave olarak abartılı ifadeler popüler yazı da aranan en önemli özelliktir. Bulguyu, özellikle de Türk müziği ile ilgiliyse abartılmalı, yani benim ifademle akademik bir yazının başlığı okuyucunun ilgisini çekecek popüler yazı başlığı haline sokulmalı idi. Böyle bir müdahalesine “Fatih Döneminde Müzik” onulu makaleme yaptığı başlıkta görmek mümkündür (Mus. Mec., sy. 465, 1999).
Dergi editörleri ve hakemleri her zaman yazıların kalitesini yükseltmek için vardırlar, öyle olması umut edilir. Elbette her kişinin dikkat ettikleri farklı olacağından (aynı ekolden olsalar bile) her hakemin bir katkısı olacaktır. Fakat iş bazen kaliteyi veya yazarın vermek istediklerini bozmaya gittiğini söylemeliyim. Aşağıda Darülelhan kelimesinin imlası konusunda olduğu gibi.
Türkçe’de imla konusu yazı hakemlerinin parmak attıkları ilk konuların başında gelir. Elbette kalite adına yapılmasında bir sakınca yok, fakat hakemlerle yazarlar görüşemedikleri için bazen doğru olan kelime imlasını bozduklarına şahit olunuyor. Bunlar arasında en önemli olanlardan biri, bir müzik makalesini bir edebiyatçıya gönderdiğinizde (hele bu eski edebiyatçı veya eski edebiyat hayranı ise), bizim Darülelhan olması gereken kelime, birden bire sanki yabancı bir kelime imiş gibi 'Darü'l-elhan' (iki kelime ve apostrof ve tire ile ayırım) şekline dönüşür. Oysa bu kelimenin doğrusu tek bir kelimedir, Darülelhan’dır, tek kelime olmak zorundadır, bu bir kurum adıdır, Konservatuvar kelimesinin yerine 1924’te düşünülmüş, kuruma ad olmuş, kullanılmış ve Türkçede tekelleşmiş bir kelimedir. Tıpkı devrihindi, tıpkı hüseyniaşiran gibi. İmla kuralı Edebiyatta da böyle, TDK'da da böyledir, Türk müzikolojisinde de böyledir. Tek isim haline gelmiş kelimeler ne kadar uzun da olsalar da tek yazılırlar, yazılmalıdırlar. Bir başka örnek, eski kitap isimlerinde, özellikle Arapça terkipten oluşan kitap isimlerinde yukarda eski edebiyatta yapılan imla/transkripsiyon uyarlaması uygulanır. 'Kitabu'l-elhan, Camiu'l-elhan' gibi. Kitap isimlerinde bu ayırım yapılmak zorundadır. Bunu uygulamak zor olduğu için alan içinden veya alan dışından müdahalelerle farklı görüşler ortaya atılmıştır: Kitab al-elhan veya Kitab'ul-elhan veya Kitabul-elhan (apostrofun uygulanış farkına dikkat) gibi. Kelimelerde şapka çeşitlilikleri de buradan gelir. İmla ile uğraşmak bir müzikoloğun işi olmamalıdır. Fakat dergi editörü veya hakem yazıya kalem atar, kelimeleri kendi bildiğine uyarlar (bazen bütün yazıdaki aynı kelimeyi göremediği için yazıda aynı kelimenin farklı imla ile basılmasına da neden olunur, bu da başka bir sakıncasıdır). Böyle katkı yapacaksan yapma kardeşim, eğer yaparsan da önce kendi bildiklerini bir gözden geçir, sonra bir öneri tarzında uyararak sonuca bağla. Bu müdahaleleri dergi yayın koordinatörleri yazara bildirerek yazarın onayını almaları gereklidir, hakem hataları bu şekilde en aza indirilebilir.
Türkiye'de bilgisayar yazılımcılarına düşen bir şey var, özellikle TDK onaylı Türkçe kelimelerin imlasına uygun bir düzeltme programının yapılması gerekmektedir (varsa ben bilmiyorum), böyle bir programı verin bedava, bütün bilgisayar firmalarına uyarlamayı mecbur tutun, bakın ondan sonra farklı imla ortaya çıkıyor mu? TDK’nın yapması gereken zorunlu uygulamalardan birisi bu olmalıdır. TDK’dan farklı düşünenler de kendi imlaları için aynı şeyleri yaparlarsa hiç olmazsa konu tekel haline gelir. Sadece imla ile uğraşan yazı hakemleri veya dergi editörleri ondan sonra ne iş yapacaklarını düşünsünler de ciddi ciddi katkılar yapmaya zaman ayırsınlar.
Recep USLU