Ayhan Sarı'nın geçen sayıda yazdığı `Ben pişirdim sen ye’ başlıklı yazısı günümüz problemlerinden birini dile getirmesi açısından önemliydi. Fikir hırsızlığı. Sarı'nın yazdığı olay müzik tarihimizde niçin çok az yazılı malzeme olduğunun sebeplerinden birini gösteriyor. Başka bir konservatuvarda var mı bilmiyorum ama ben Gazi Üniversitesi TM Konservatuvarında 'Müzikolojide Metodoloji 2' dersimde 'Hak, hukuk, Fikri haklar, Telif hakları, Fikir hırsızlığı, Bilimde Etik' gibi konuları da işliyorum.
Bazı tarihi gerçekleri saklamamak, yazmak gerekiyor.
Geçenlerde bir telefon aldım. Bir arkadaşım. Uzun uzun konuştuk. Konuşma sırasında kendimi bir tartışmanın ortasında buldum. Aslında beni ilgilendiren bir konu değil ama bu telefon konuşması beni, bildiğimi yazmak zorunda hissettirdi.
Arkadaşımın konuşması Neyzen Niyazi Sayın'ın (d.1927) kimlerden ders aldığı ile ilgili bir noktaya geldi. Dedim ya, beni hiç ilgilendiren bir konu olmamasına rağmen kendimi tartışmanın ortasında buldum. Ancak bu konuda bildiğim bir gerçek var. Bunu yazmak zorunda hissediyorum. Neyzen Niyazi Sayın TRT'de çalıştığı sıralarda bu kurumdaki hiç kimseden ders aldığını kabul etmiyor. Bizzat kendisinden dinledim. Benim bildiğim, işittiğim bu. Ben taraf değilim. Şunu da belirteyim bu tartışmada 'birlikte meşk etmek' yani bir diğer ifadeyle 'prova yapmak' kastedilmiyor, birinin öğrencisi olmaktan, ders almaktan bahsediliyor.
Bildigim bir sey varsa, o da tarihin affetmeyeceğidir.
Buna benzer müzik tarihimizden bazı anekdotlar hatırlıyorum.
Gulam Şadi'nin (1450y? -1530y?) Abdülkadir Meragi'nin (ölm.1435) öğrencisi olduğunun söylenmesi gibi. Oysa öğrencisi olamayacağı defalarca yazıldı. Tarih affetmedi, gerçek ortaya çıktı. Ama hala tersini yazanlar ve söyleyenler var.
Abdülbaki Nasır Dede (1765-1821) kitabında öyle ifadeler kullanır ki sanki Meragi'nin öğrencisi gibidir. Ama herkes bilir ki tarih olarak bu mümkün değildir.
Zaman zaman ünlü bestekar Buhurizade Itri'nin (1633-1711) 'Mevlevi Dede'si' olduğu yazılır. Oysa sadece 'Dede' olduğuna dair değil, 'Mevlevi' olduğuna dair bile bir tarihi kayıt henüz bulunamamıştır. Kendi yazdığı dilekçelerde veya yakın tarih kayıtlarında 'Mevlevi' olduğu belirtilmemiştir. Ancak bugünlerde yayınlanan Mevlana Araştırmaları (sy. 5, 2014) dergisinde yer alan bir araştırmada ortaya çıkarıldığı gibi pek çok Mevlevi Dede'sini tanıması, onların şiirlerinden besteler yapması, Mevlevihanelere gitmiş olması ve en önemlisi 1670'lerde bir Mevlevi ayini bestelemiş olmasına bakılarak Itri'nin bir 'Mevlevi muhibbi' olduğu, XVII. Yüzyıldan bu yana yazıldığı gibi, XX. Yüzyılda da bir çok müzikologun ortak kanaatidir.
Prof. Yalçın Tura'nın (d.1934) benim İTÜ Müzikolojide görev almamda ve bu alanda araştırmalara başlamamda önemli bir yeri vardır. Birlikte aynı kurum ve bölümde çalıştık. Ama ben onun öğrencisi değilim. Pek çok defa sohbet ettik, ondan yararlandım, onun fikirlerinden bir kısmını taşıyorum, ama onun öğrencisi olmadım, olamadım. Her zaman söylerim o benim hocamdır.
Eğitim hayat boyudur. Usta icracılar çok iyi bilirler, insanların birbirlerinden yararlanmaları her zaman mümkündür. Bazen bunu tespit etmek olası iken bazen tespiti mümkün değildir. Ancak kişinin itirafı olursa başka. Diyelim itiraf etti. Birinden yararlanmak, onun 'öğrencisi olmak' anlamına gelir mi?
Bizim hayat desturlarımızdan biridir 'ya öğrenci, ya öğretmen veya dinleyici ol'...
Yrd.Doç.Dr.Recep USLU