Bu sempozyuma yıllar önce hazırlanmıştım desem yalan olmaz. Çünkü Taşköprülüzade Ahmet’in Miftahü’s-saade (: Saadet anahtarı bilimler) adlı kitabında “ilmülmusiki” yani bugünkü çeviriyle “müzikoloji”ye bir başlık ayırdığı yıllar önce dikkatimi çekmiş ve notumu almıştım.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı Uluslararası Taşköprülüzade Sempozyumu 18-20 Kasım 2016 tarihlerinde yapıldı. Organizatör heyet başkanı Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu, yürütücü Yrd. Doç. Dr. İbrahim H. Üçer, katılımı destekleyenler başta İMÜ rektörlüğü olmak üzere İLEM (İlmi etütler derneği), İTED (İlim Sanat Tarih Edebiyat Vakfı) ve Türk Tarih Kurumu idi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden konuyla ilgilenen birçok bilim adamı katıldı. Bu uluslararası sempozyuma müzikoloji katkısı benden geldi.
Türk müziği tarihinin pek bilinmeyen katalizörleri vardır. Taşköprülüzade bunlardan biridir. Çünkü kendisi aslında bir felsefe ve din alimidir. Eğer hayatının son yedi yılında kör olmasa idi, şeyhülislam olacaklar arasında güçlü bir din ve bilim adamı adaydı.
Taşköprülüzade Ahmet, bu eseriyle Osmanlı bilim tarihinin ilk ansiklopedisti olarak tanınır. Okumuş, eğitimli bir aileden gelir. Eğitimini İstanbul’da tamamlayıp 1525’te müderris, 1545’te Bursa kadısı, 1551’de İstanbul kadısı oldu, 1554’te kör oldu, 1561’de öldü. Çeşitli eserleri içinde müziği ilgilendiren iki önemli eserinden biri Şakayıkun-numan, müzisyen şairlerin bulunduğu bir biyografi eseridir (Türkçe’ye tercüme edildi ve basıldı); ikincisi Miftahu’s-saade’dir, bilimler ansiklopedisidir. Eser İstanbul’da yazılmıştır, yazım tarihi 1552 olduğu sanılmaktadır. Bu eser oğlu tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
Diğer yandan müzik tarihimizin en az bilgi bulunduğu dönem XVI. Yüzyıldır. Yüzyılın başlangıcını en iyi aydınlatan eserlerden biri, Londra’da bulunan bir güfte mecmuasıdır. Bu mecmua çok yakınlarda araştırılıp incelendi. Henüz eserin bize sunduğu bilgiler iyice tedkik edilmedi. Bu mecmuadan daha birçok bilginin elde edilecektir. Yaklaşık 1620’lerde yazılmış olabileceği düşünülen mecmua üzerinde Selçuk Üniversitesi öğretim elemanı M. Nuri Parmaksız bir doktora çalışması yaptı.
Taşköprülüzade işte bu yüzyılın tam ortasında 1652’de yazdığı Arapça eserinde müzik bilimi hakkında ansiklopedik genel bilgi vermektedir. Özetle önce bilimin tanımını yapmaktadır: “Müzik bilimi, nağmelerin ve ikaların durumları, melodinin oluşturulmasının nasıllığı ve müzik aletlerinin icadı, bu ilim sayesinde bilinir”. Daha sonra bilimin konusundan söz eder: “Müzik bilimin konusu sestir”. Ancak bu bilgileri verirken kelimeleri dikkatlice kullanılmış, çok anlamlı kelimeler olup, “nağme” kelimesi hem perde, hem melodi/ezgi/kalıp melodi/dizi, hem de bir müzik eseri anlamlarına gelmektedir; “ika” kelimesi hem melodik ahenk, hem de ritim/usul anlamına gelmektedir. Açıklamalrında, müzik biliminin alt dallarından, çalgı yapımından, dans-işve sanatından, müzik psikolojisinden bahseden ifadeler yer almaktadır. Kullandığı cümlelerde müzik terapi/müzik psikolojisi/ müzik felsefesine işaret eden noktalar vardır. Mesela “müzik seslerinin gezegenlerden elde edildiğini söyleyenler var, oysa filozoflar feleklerde çarpışma ve hava olmadığını kesin olarak bildiklerinden gezegenlerden ses elde edildiği fikrine karşı çıkarlar” der. Bu küçük ayrıntılar Taşköprülüzade’nin bilimdeki seviyesini göstermektedir. Çağının bilgi seviyesini takip etmektedir. Oğlunun verdiği bilgiye göre Taşköprülüzade defalarca Org müziği dinlemiş ve her dinlediğinde ayrı bir zevk almış. Bu bilgi onun kiliseye zaman zaman gittiğini ve bu müziği orada dinlediğini göstermektedir.
Sempozyum sonunda neyzen Doç. Dr. Ali Tan ve Udi Sami Dural mini konser vermiş, Meragi, Itri gibi bestecilerden örnekler sunmuşlardır.
Sempozyum bitiminde Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından İbrahim Kalın Doğu-Batı Medeniyeti arasındaki farklı anlayışları örnekleyen bir konuşma yapmıştır.
Güçlü bir aday olmasına rağmen Taşköprülüzade kör olduğu için arkadaşlarından Ebussuud Efendi şeyhülislam oldu. Bu şahıs, XVI. Yüzyılın ikinci yarısının kültür hayatında önemli rol oynayanlardan biridir. Ebussuud Efendi gibi o dönem bazı din alimleri müzik karşıtı bir yol izlemiş olabilirler. Bunun asıl sebebi salt “din” midir yoksa başka sebepler var mıdır? Sempozyumun ben de uyandırdığı fikirlerden biri budur.
XVI. Yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devleti iyice genişlemiş, geleneği yaşatan ve farklı kültürlere sahip toplumlara hükmettiği gibi, aynı zamanda İslam medeniyetinin bayraktarlığını yapmış devletlerin geleneklerine bağlı Arap toplumlarına da hükmetmeye başlamış, hatta bir gizli kültür savaşı başlamıştı. Osmanlı devleti ve entellektüelleri böylece Arap kültürü ile yetişmiş toplumlara da kabul ettirmeğe çalıştığı bir döneme girmişti. İşte bu sırada Arap kültüründe etkili ve müziğe karşı tutumları ön plana çıkan “selefiye” akımı vardı. Selefiyecilerin etkili önderleri müziğin haram olduğunu iddia ediyorlardı. Bu aynı zamanda Arap ırkını ön plana çıkaran dolayısıyla Osmanlının devlet otoritesine karşı bir din-siyaset karışımı bir propaganda şekli idi. Arap selefiyecilerin dolayısıyla Arapların övündükleri son din adamlarından biri olan İbn Teymiyye’nin (ö. 1328) önderlik yaptığı selefiye akımından, şu veya bu sebeple o dönemin Osmanlı alimleri de etkilenmiş olabilecekleri gibi, Osmanlı siyasetine kendilerini Arap kültürü (bu terim salt “İslam dini kültürü” değildir, Arap geleneklerini de barındırır, Arap gelenekleri taa Sumerlerden, Yemenlilerden, Babillilerden, Nasranilerden, Aramilerden, İbranilere kadar farklı toplumların geleneklerinden etkilenmiş bir birikimdir) etkisindeki toplumların da kabul etmesine zemin hazırlamak için böyle bir tutum içine girmiş olabilirler. Bu ihtimalleri en iyi şekilde müzik/ kültür sosyologları değerlendirebileceğinden konunun enine boyuna iyice incelenmesi gerektiği anlaşılmaktadır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’ya da bulaştığı anlaşılan “Müzikte Selefiye Etkisi” denebilecek müziğe karşı bu olumsuz fikir akımıyla yüzleşmek, daha sonra Osmanlılarda etkili olan Kadızadeliler gibi günümüzde de olasıdır. Bu yüzden konu müzik tarihi açısından olduğu kadar müzik sosyolojisi açısından da önemlidir.
Osmanlı devletinin XVI. Yüzyıl ikinci yarısında bu selefiyeci görüşün dini ve siyasi anlamda etkili olması Taşköprülüzade zamanında başlamış demektir. Arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarı ile topluma yansıtılmasında olabildiğince toleranslı olunmuş, ama bazen de acımasızca dini ve siyasi adam harcamalarına sebep olmuştur. İşin bu tarafını arşiv belgelerinde görmek elbette mümkün değildir. Müzik ise şöyle veya böyle yoluna devam etmiş.
Taşköprülüzade’nin oğlu bir taraftan Ebussuud’dan, diğer taraftan sufi müziğin örneklerinin sergilendiği bir meclisin sahibi olan Üsküdarlı Aziz Mahmut Hüdayi’den ders almıştır. Babasının org dinlediğini de eserlerinde yazmıştır. Ancak hayatında hangi tarafın ağırlıklı olduğunu çözümleyebilmek için zamanın sosyal, kültürel ve siyasi çerçevesini de iyice ortaya koymak gerekmektedir.
İşte bu sempozyumun müzik tarihi için bende uyandırdığı fikirler. Müzik tarihine siyaset katmak istemiyoruz. Fakat bu ayıklamayı yapabilmek için dönemin etraflıca araştırılması gerekir. Müzikologlar ne dersiniz, XVI. Yüzyılın müzik tarihini ve müzik sosyolojisini iyice araştırmak lazım değil mi?